Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Anma // Siyahi şehrin büyücüsü



Şahane
Toplam oy: 812
Galip Tekin’in yokluğu, mizah dergilerinde “siyahiliğin” eksikliği olacak ama galiba en çok, ürettiğinden emin olduğunuz bir abinin, çizgiden heyecanlanarak konuşan bir “amatörün” kaybını hissedeceğiz.

Galip Tekin’i kaybettik. İsmi çizgi romanla birlikte anılan önemli bir sanatçı, çizgili dergileri takip eden herkesin ilk aklına gelen üreticilerden biriydi. Yüzlerce çizer ve hikayeci arasında hatırlanması, sempati ve saygı görmesi birkaç haklı nedene dayanıyordu. Her şeyden önce, halihazırda çizgi roman çizmeyi, her hafta iş üretmeyi sürdüren bir emekçiydi. Yaşıtlarıyla ve kendi kuşağından başka çizerlerle kıyaslandığında bu tempo ve özveriye katlanan bir başkasına rastlamak pek mümkün değildi. Çoğu çizer, dergilerden uzaklaşmış ya da çizmeyi bırakmıştı. Tekin’in, aşağı yukarı 1982’den beri popüler olan tüm çizgili dergilerde her sayı bir hikayesi yayımlanıyordu. Yazıp çizdikleri, dergilerin değişmeyen sayfalarından oluyordu, dile kolay, büyük aralar vermeden bu sürekliliği otuz beş yıldır gösteriyordu. Üstelik, mizah dergileriyle ve komiklikle ilgisi olmayan hikayeler anlatıyordu. Garip, korkunç ve alelacayip şeylerdi çizdikleri. Yıllara dayanan ısrar ve iştahı, mizah dergilerinde fantastikle ve mizahi olmayan hikayeler ile özdeşlemesini sağlamıştı. İlk yıllarda yeniliği, sonrasında geleneği temsil eder olmuştu.

 

Başa dönelim, ilk acayiplik, Oğuz Aral’ın Gırgır gibi ana akım bir mizah dergisinde Tekin’in komik olmayan hikayelerine yer vermesiydi. Bu durum genellikle Aral’ın Tekin’e olan sempatisi, baba-oğul ilişkisini andıran yakınlığına bağlanır. Buna göre Aral, bir başkasına göstermediği müsamahayı Tekin’e göstermiş, kendisi bıkkınlıkla yazı çizi işlerinden uzaklaştığında dergi yönetimini dahi ona teslim etmiştir. Sırf bu yüzden, Gırgır’ın komiklikten uzaklaştığı ve Tekin’in yönetiminde büyük tiraj kaybettiği söylenir. Elbette bunlar, spekülatif yorumlar. Bana kalırsa Aral, Gırgır’ın okur kitlesini artırmak gerektiğinde farklı türlere ve eğilimlere bütünüyle uzak biri değildi, yeni olanı denemek istiyordu. Nuri Kurtcebe, Galip Tekin’in anlattığı türden hikayeleri daha önce denemişti ve bu durum, Aral için benzersiz ve hiç bilinmedik bir ayrıksılık değildi. Dergiyi ve okur ilgisini önceliyor, Tekin’e öyle adamakıllı şaşırtıcı bir iltimas geçmiyordu. Tekin’in başlangıcı, bütünüyle Oğuz Aral’ı andıran bir çizgiyle komik olmaya çalışan, final karesine yoğunlaşan sürpriz sonlu bir hikayecilikti. Tekin, o günleri anlatırken Gırgır’a mizah değil gerçekçilik kattığını söyler, Utanmaz Adam’ı bitirdiğini iddia ederdi. Ona göre, Utanmaz Adam’da kurşun birisinin kafasını komik biçimde delip geçerdi, oysa Tekin, dağılan bir beyin ve etrafa sıçrayan kan gösteriyordu ve bu sertlik, dergilerdeki gerçeklik aura’sını baştan ayağa dönüştürmüştü. Popüler kültür ürünlerinde gerçeklik vehmi, Tekin’in kastettiği biçimde şiddet kullanımıyla, argoyla veya aktüele ilişkin siyasi eleştiriyle yeniden kurulabilir ama bu değişimin karşılığı, okur ve izleyici kaybı olabilir. Duvardaki kan ya da dağılmış bir beyin herkesin görmek isteyeceği bir sahne değildir. Mizah dergileri, doksanlı yıllarda tiraj kaybederken, televizyonda anlatılamayacak olan hikaye ve dili kullanarak ayakta kaldılar ama bu onların Gırgır’a kıyasla “az satar” ve marjinal bir döneme girdiklerinin deliliydi.

 

 

 

Tekin’in çizgi romancılığı bu az satarlığın kıyısında “karanlık sokaklarda” geçiyordu. Dergilerde siyahın en çok kullanıldığı sayfalar mutlaka ona ait oluyordu. Bizim bir “undergorund” kültürümüz varsa, Tekin bunun bir parçası olup çıkmıştı. Alkol tutkusu nedeniyle aralıklarla tedavi görüyor ve bu saplantılı durum, hikayeciliğine ister istemez iliştiriliyordu. “Deliliğin eşiğindeki Galip Tekin” imgesi hikayelerinden çok daha fazla konuşulabiliyordu. Anlaşılırlığı güçleştiren bir anlatım tarzı vardı, Gırgır’da hissedilir biçimde etkili olan frankofon çizgi romanların kareleme ve kurgu anlayışının dışında durmak istiyordu. Bir kareden öbürüne oklar ve işaretlerle gidilen, farklı bir ardışıklıkla okunuyordu sayfası. Hikayelerin başında ya da sonunda kendini çizerek hikaye ya da hayat hakkında yorumlar yapıyordu. Bu tercih, hem dergilerin komik atmosferiyle uyumluydu hem de korku edebiyatının hikaye anlatıcısı geleneğiyle benzeşiyordu. Tekin, yetmişli yılların Métal Hurlant dergisi üreticileri, Amerikan korku hikayeciliği ile Gırgır Okulu'nun bir tür karışımıydı. İddiaların aksine “global” değil yerel bir anlatıcıydı, fantastik bir temayı, bu topraklarda geçen bir biçimde anlatabilmek temel dertlerindendi. Beyoğlu’nda geziniyor, çocukluğunun geçtiği Adana’dan, Konya’dan bahsediyor, uzak kırsaldaki tekinsiz köyleri resmediyordu.

 

Hikayelerindeki natüralist “eden bulur” mantığı onu hem mizaha hem de din mitolojisine yakınlaştırıyordu. Fantastik hikayelerini “Uzaylılar” temasıyla harmanlayarak kuruyordu ama asıl ilgiyi, aynı çerçeveyi dinle ilişkilendirdiğinde yakaladı. Peygamberlerin uzaydan geldiğine ya da uzaylılar tarafından korunduğuna ilişkin iddiaları oldu hikayelerinin. “El Baraka” ve “Dönüş” isimli hikayeler, yayımlandıkları dönemlerde İslami çevrelerin hedefi haline gelmişti. Gır-Zara’da, dünyada yaşanan, gezegeni sonlandıran büyük patlamadan sonra bir Gırgır cildi başka bir gezegene düşüyor ve ahali ona kutsal kitap itibarı gösteriyordu. Dine yönelik eleştiri gibi görünen hikayelerle Tekin’in kurduğu ilişki uzun yıllar içinde başkalaştı, ilk yıllardaki şaşırtıcılığından uzaklaştı. Bir yaratıcıya ve Müslümanlığa inanıyordu Tekin. İnançsızlığa ise daima mesafeyle yaklaşıyordu, sempati göstermiyordu en azından. Birdenbire ortaya çıkan mucizevi olaylar, canla ödenen kefaretler, cezalandırılan sapkınlıklar, iyilik-kötülük dualizmiyle açıklanıyordu. Sokak kültürüne yakınlığı nedeniyle meydan okuyuculuğu seviyor, bazen anti-entelektüelist, bazen sağcı ve cinsiyetçi, bazen anti-politik görünebiliyordu ama son kertede otorite karşıtlığı hâkimdi hikayelerinde. Para hırsını, rekabetçi piyasayı, patronları sevmiyordu; aileye değil arkadaşlığa, aşka değil cinsel arzuya inanıyor, okuru her zaman rahatsız etmeye çalışıyordu. Kısa ve çarpıcı olmak, şoke etmek, afallatmak istiyordu. Geçmişinden bahsederken bile babasının intiharından, kan davasından söz ediyor, aralıklarla hatırlattığı Oğuz Aral’ı sert konuşmalarıyla resmediyordu.

 

Galip Tekin, çizmeyi çok seven, kendini çizgi romanla var eden biriydi. Çizerek kendini sağaltmayı biliyordu. Mizah dergilerinden başka bir hayatı yaşamamış gibiydi, bütün dünyası dergilerle ve onlara dair hatıralarla doluydu. Siyaseti, edebiyatı, dostluğu, rekabeti, dayanışmayı, doğruyu ve yanlışı dergilerden öğrenmişti. Yakından tanıyınca daha iyi anlıyordunuz; Oğuz Aral, yalnız ve yetim bir haytadan çizgi romancı çıkarmıştı. Galip Tekin’in yokluğu, mizah dergilerinde “siyahiliğin” eksikliği olacak ama galiba en çok, ürettiğinden emin olduğunuz bir abinin, çizgiden heyecanlanarak konuşan bir “amatörün” kaybını hissedeceğiz. Bu da durup durup kederlenmemiz demek.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Oğuzhan Demirel

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.