Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Balkan edebiyatı: Hem yakın hem uzak




Toplam oy: 965
Yakın zamanda Balkan kökenli bir yazarın romanını okudunuz mu? Ya da Balkan kökenli bir yazar ismi sorulsa, bir çırpıda cevaplayabilir misiniz? Sayacağınız isimlerin çoğu muhtemelen anadillerinde değil, Batı dillerinden birinde yazıyordur. Kendi dillerinde eser veren Balkan kökenli yazarlar ise uzağımızda kalıyor. Balkan edebiyatına bu kadar uzak oluşumuzun nedenleri ne olabilir? Soruyu tersten de sorabiliriz. Peki, Türkçe edebiyat Balkan ülkelerinde ne kadar biliniyor?

Yakın zamanda Balkan kökenli bir yazarın romanını okudunuz mu? Ya da Balkan kökenli bir yazar ismi sorulsa, bir çırpıda cevaplayabilir misiniz? Tahmin edeyim; sayacağınız isimlerin çoğu muhtemelen İngilizce, Fransızca ya da Almanca dillerinden birinde yazıyor. İsmail Kadare, Herta Müller, Norman Manea, Ilija Trojanow, Elias Canetti, Georgi Gospodinov, Tea Obreht, Miroslav Penkov... Listeyi daha da uzatabiliriz. Aralarında Nobel ödüllü yazar da vardır, uluslararası ödül sahibi birçok isim de. Fakat kendi dillerinde eser veren Balkan kökenli yazarlar gölgede kalmıştır. Kendi içindeki bütünlüğü ve çeşitliliği ile Balkan edebiyatı, Türkçe okuru için hâlâ bilinen edebiyatlar arasında değil maalesef. Hatta kimi zaman tek bir yazarın isminden yola çıkarak kültürel bir genelleme yapıldığını dahi söyleyebiliriz.

 

Balkanlar’ı ve edebiyatını anlamak için anahtar kelime belki de “süreç”tir: Tarih ve bellek süreci. Sonuç olarak, ortak ve zengin bir miras çerçevesinde, dikkate değer yönleri bulunan bir edebiyatı var Balkanlar’ın. Bizans İmparatorluğu'nun zengin geleneğine bağlı olarak gelişen ve 19 yüzyıllık süre zarfında Batı etkisi (özellikle Fransa ve Fransızca) tarafından yeniden şekillenen bir kültürel mirasa dayanıyor.

 

Sözlü edebiyatın etkisi

 

 

Kısaca tarihe bakacak olursak; Bizans, Osmanlı ve folklor öğelerinin, 19. yüzyıla kadarki edebi üretimin temelini oluşturduğunu görüyoruz. Epik şiir, özellikle 14. yüzyıldan sonra Balkanlar’da sözlü kültür geleneğini şekillendirmiş, yüzyıllar sürecek Osmanlı ve diğer yabancı hâkimiyetler zarfında da bu gelenek korunmuş. Sözlü edebiyat -ve özelde epik şiir-, yerel aristokrasi için de, halk arasında da ana eğlence kaynağı durumunda. Bu kahramanlık destanlarının yayımlanması ise 16. yüzyılı buluyor, milliyetçiliğin yükselişiyle paralel bir şekilde, 19. yüzyıl boyunca da devam ediyor. Epik şiirler gücünü kurtuluş özleminden, ulusal canlanma hayalinden alır. Halk direnişini cesaretlendirmek ve ulus inşasını hızlandırmak için de kullanılmıştır. Özetle, bu erken edebi destanlar, güçlü milliyetçi mesajlar taşımaktaydı.

 

19. yüzyıl sonlarında Balkan ülkeleri kendi kültürel ve politik bağımsızlıkları için savaşmaya başlayıp, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı zafer kazanınca, Batı kültürüne ve edebiyatına da yakınlık duymaya başladı. Özellikle Fransızca ve İngilizce edebiyatın en önemli romanları bu dönemde tercüme edildi; Balkan kökenli yazarlar, yapı, karakter özellikleri ve içerik olarak Batı modeline yöneldiler ve bu modeli yerel gerçekliklere adapte ettikleri romanlar yazdılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sosyalist düzene geçen çoğu Balkan ülkesinin yazın dünyasında da keskin değişiklikler meydana geldi, toplumsal gerçekçilik odaklı eserler ön plana çıktı. Edebiyat propaganda araçlarından biri haline geldi. Okur, o dönemin çağdaş Batı edebiyatını okuma fırsatı yakalayamazken, Sovyet ekolüne yakın yazarların eserleri bile ciddi bir sansür süzgecinden geçerek yayımlanabildi. 

 

60’lı yılların Balkanlar’daki en önemli edebiyat olayı olarak, Bosnalı Sırp yazar Ivo Andriç’in Drina Köprüsü romanının ardından 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması gösterilebilir. Andriç’in bu ve diğer eserlerindeki Türk imajı, etnik duygusallık dolayısıyla, genel olarak negatif bir bakış açısının ürünü olsa bile, Osmanlı ve Türk kültürel değerleri metinlere yoğun bir biçimde yansır. 45 yıllık komünist dönem sona erince ise, Balkanlar’da yaşanan ekonomik çalkantılar ve demografik stresi artıran göç olgusuyla birlikte nefret duygusu ve dolayısıyla nefret söylemi de Balkan toplumlarında yaygınlaşır. Bu durum elbette edebiyata da yansıyacaktır. Yugoslavya'nın dağılmasının ardından gelen savaşlar ve savaşların insani boyutu birçok edebiyatçıya ilham verir. Slavenka Drakuliç, Dubravka Ugresiç ve Aleksandar Hemon gibi yazarlar bu insanlık dramlarını büyük ölçüde eserlerinde yansıttıkları için uluslararası alanda tanınırlar. 

 

Balkanlar’a sıkışmak

 

Örneğin, yukarıda saydığımız önemli yazarlardan Drakuliç’in kitapları henüz Türkçeye çevrilmedi. Kitapları bir süre farklı yayınevleri tarafından basıldıktan sonra, son kitabı Lazarus Projesi Everest Yayınları etiketiyle okurla buluşan Aleksandar Hemon, göçmenlerin acılarını, kararsız kahramanların komik serüvenlerini aktarır. Hemon’un tarzı çoğunlukla Nabokov’unki ile karşılaştırılır. Dubravka Ugresiç ise, 20. yüzyılın en önemli Hırvat yazarlarından biri olarak kabul edilir ve nereye ait olduğunu, çoğunlukla ne yapması gerektiğini de bilemeyenlerin hikayelerini, yaşananları unutmaya çalışanlar ile unutturmamaya çalışanların öykülerini anlatır. Son kitabı Okumadığınız İçin Teşekkürler kısa süre önce Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçe okurla buluşturul Ugresiç, bu kitabında yayın dünyasının, ajansların, editörlerin, süpermarketlere dönen kitapçıların, dağıtımcıların durumunu gözler önüne seriyor ve hepsine sert eleştiriler yöneltiyordu. Bir bakıma, liberal kapitalist dünyanın kültüre, insana ama özellikle de kitaba ne yaptığının hikayesiydi bu.

 

Diğer yandan, Balkanlar'dan gelen kitaplar genellikle politiktir. Mesela Dubravka Ugresiç, denemelerinde birçok yabancı okurun, özellikle Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, Ivo Andriç ve Miroslav Krleža gibi yazarların kitaplarını Balkanlar’ın politik atmosferini anlamak için okuduklarını söylüyor. Buna yükseltilebilecek itiraz ise, Balkanlar’dan çıkan kitapların edebi bir eser olarak değerinin gölgede kalmaması gerektiği... Kitapların turistik bir rehber ya da bir pusula olarak değerlendirmesi, söz konusu yazarlara yapılmış bir haksızlık hiç şüphesiz. Zira Günter Grass veya Philip Roth’un eserleri sadece böyle bir bağlamda değerlendirilmez asla. İşte belki de bu yüzden, Balkanlar’da yaşayan çoğu çağdaş yazar, kendilerini yaşadıkları bölgede sıkışmış hissediyor. Batı ülkelerinde yaşayan ve yaşadıkları ülkelerin dilinde üreten yazarlar yukarıda bahsettiğim sınırlara hapsedilmezken, kendi coğrafyasında yaşamaya devam edip üretenlere karşı o güçlü önyargı devam ediyor. 

 

Batı’da açılmış bir pencere

 

 

Arnavut asıllı İsmail Kadare, Bulgaristan asıllı Julia Kristeva ve Tzvetan Todorov Fransızca; Romen asıllı Mircea Eliade ve Norman Manea İngilizce; Romen asıllı Herta Müller de Almanca yazarak, Balkanlar’ı dünyanın geri kalanına hatırlatıyor bir nevi.

 

Bu isimler arasından Herta Müller’i biraz daha ön plana çıkarmak gerekirse; 2009 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alan Herta Müller, Nikolay Çavuşesku’nun 1974-1989 yılları arasındaki cumhurbaşkanlığı döneminde Securitate isimli gizli servisle işbirliği yapmayı reddedince bir fabrikada yürüttüğü çevirmenlik görevinden atılıyor. Bir süre sonra da Romanya’dan Almanya’ya göç ediyor. Hatırlanacaktır; Nobel Edebiyat Ödülü Müller’e, “şiirsel yoğunluğu ve kurgudaki açık yürekliliği” dolayısıyla verildiği açıklanmıştı. Bu arada yazarın Türkçede Telos Yayınları tarafından yayımlanmış Yürekteki Hayvan (1997) ve Tilki Daha O Zaman Avcıydı (1998), Siren Yayınları tarafından yayımlanmış Tek Bacaklı Yolcu (2013) ve Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım (2015) adlı dört romanı bulunuyor. Romanlarında geçen yüzyılın ilk yarısında, marjinal bir azınlığın mensubu olarak yaşamanın zorluğunu, kendi duyarlı penceresinden anlatır Herta Müller. Toplum mühendisliği yapan sistemin, vatandaşlarını her konuda izlemek ve yönlendirmek için kendisine bağladıkları aracılığıyla otoritesini hissettirdiği bir kurgu sunar.

 

Herta Müller örneğinde olduğu gibi Batı dillerinde yazmanın avantajını arkasına alan ve böylece Batı okuru tarafından tanınan, takip edilen Balkanlı yazarlar, uluslararası dergilerde yazdıkları makalelerle, katıldıkları konferanslarla birlikte hem uluslararası kültürel yaşama katkı sağlıyor hem de Balkan edebiyatını tanıtıyorlar.

 

Iskalanan edebiyat

 

Türkiye’deki durumu biraz daha aydınlatabilmek için, yayıncılık dünyasından ve bu dünyaya yakın bazı kişilere, Balkan edebiyatı denince akıllarına gelen ilk isimleri sordum. Kazancakis, Kavafis ve Panait Istrati sonrası hep uzun bir es geldi. Bu da, bize bu kadar yakın bir coğrafyanın edebi üretimini ıskaladığımızın işareti gibiydi. 

 

Özellikle 70’li yıllarda yayımlanan çeviri eserlere bakınca, çoğunlukla yoğun bir sol ideolojiyle harmanlanan kitapların tercih edildiğini görürüz. Hal böyle olunca, üniversite yıllarında bir arkadaşım Nikola Vaptsarov’un şiirlerinden bahsedince çok şaşırmıştım örneğin. Yine aynı dönemlerde basılan, toplumcu gerçekçi akımın ustalarından Bulgar Dimitır Dimov’un Tütün adlı romanı ve Seni Halk Önünde Ölüme Mahkum Ediyorum kitabının yazarı Mitka Grıbçeva’yı da ilk akla gelenler arasında saymak mümkün. Oysa Grıbçeva, Bulgaristan’da yazar kimliğinden çok Bulgar istihbarat teşkilatında yer alan bir isim olması dolayısıyla bilinir. 

 

Yayın programında çağdaş Balkan edebiyatına hatırı sayılır bir yer ayıran, Drago Jančar, Igor Stiks, Feri Lainscek gibi yazarların kitaplarını Türkçeye kazandıran Dedalus’un genel yayın yönetmeni Sedat Demir’e bu yöneliminin kaynağını sordum. Balkan edebiyatını sevmesinin nedeni olarak, Avrupalı Türkler ile Avrupalı olmayan Slavların ortaklaşa oluşturdukları bu kültürün, dünyadaki her edebiyat anlayışını evirme yetilerini gösterdi. “Onlar Ortadoğulu ya da Avrupalı değiller bence; onlar sadece Balkanlı ve böyle çok iyiler,” dedi.

 

Balkan kültürü ve edebiyatının okuyucular ve eleştirmenler tarafından neden göz ardı edildiği sorusunu cevaplamak ise kolay değil. Bazı yayıncılar, çeviri sürecinin zorlu olabileceğini düşünerek yola hiç çıkmıyor, ki çok da yersiz bir düşünce değil bu. Balkan dillerinden birine hâkim olup, aynı zamanda Türkçeyi de iyi derecede bilen çevirmen bulmak gerçekten de kolay değil. 

 

Balkan edebiyatına bu kadar uzak oluşumuzdaki bir diğer önemli nokta da, Türkiye’deki yayıncılığın, aynı Balkan ülkelerinde yayıncılar gibi, Batı odaklı olması. Üzerimizden atamadığımız bir “taşralı kompleksi”yle Batı’dan gelen her türlü eseri yüceltme ve bize yakın olanı küçümseme eğiliminde olduğumuzu söylemek yanlış olmaz sanırım. Bir diğer önemli engel de dil bariyerinden dolayı çağdaş yazarları takip etmenin, incelemenin zorluğu. Mesela aynı sıkıntı çağdaş Rus edebiyatı için de geçerli. Hal böyle olunca, Balkan edebiyatı son yıllarda sadece yazarların kişisel çabaları ile bilinir hale geldi. Çoğunlukla zamanla edindikleri uluslararası çevreyle kitaplarının yabancı editörlere ulaşmasını bizzat sağlıyorlar. Editörler açısından kitapların İngilizce çevirilerinin bulunması da önemli; aksi takdirde, Hırvatça ya da Slovence diline hâkim olmadıkları için, kitapları değerlendirmeye alamıyorlar. Balkanlar’da o toprakların edebiyatını tanıtacak, bu alanda çalışan edebiyat ajansları da yok. Meşakkatli bir iş olmasından ya da henüz bir meslek olarak varlığının ve öneminin anlaşılmamasından kaynaklanıyor olabilir bu. Yayınevleri de pek bu görevi üstlenme isteği duymaz çünkü bu işe yoğunlaşacak ayrı bir ekip istihdam etmeleri gerekir. Üstelik verilen emek ve ayrılan zaman karşılığını bulamayabilir ya da bulması çok uzun zaman alır. Bu yüzden, Balkan kökenli bir yazarın uluslararası tanınırlığı varsa, çoğunlukla Batılı bir ajans ya da yayınevi tarafından temsil edildiği içindir.

 

Türkçe edebiyat nasıl görünüyor?

 

Balkan edebiyatının az bilinirliğinden dem vurduktan sonra, soruyu bir kez de tersten soralım. Peki, Türkçe edebiyat Balkan ülkelerinde ne kadar biliniyor? Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan siyasal yapı, Balkanlar’ın Türkçe edebiyat ile ilişkisini şekillendirdi. Dönemin Balkan yazarları uzunca bir süre Almanlara karşı kazanılan halk kurtuluş savaşını ve devrimi, toplumcu gerçekçi bir edebiyat anlayışı çerçevesinde, sınıfsal sorunları yansıtarak işledi ve Türkçeden hangi eserlerin çevrileceği de bu doğrultuda seçildi. Nâzım Hikmet, Mahmut Makal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaşar Kemal, Reşat Nuri Güntekin ve Halide Edip Adıvar o dönemde çevrildi. Dergi sayfalarında ise özellikle Nâzım Hikmet, Orhan Veli ve Cahit Sıtkı Tarancı öne çıktı.

 

Fakat son yıllarda, yayınevlerinin ve okurların beğenisi daha çok popüler kültüre ve çoksatar bazı kitaplara kaydı, Türk dizilerinin etkisiyle de epey değişime uğradı. Türkçe yazan isimler sorulduğunda hemen Orhan Pamuk ve Elif Şafak sayılıyor. Diziye veya sinemaya uyarlanan kitaplar da epey ilgi çekiyor; Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü buna örnek gösterilebilir. Diğer bir deyişle, özellikle ajansların da katkısıyla, son zamanlarda bölgeye çok daha fazla Türkçe eserin ulaştığını söyleyebiliriz.

 

Balkan edebiyatının neden bilinmediği ve okunmadığı sorusunun en kapsamlı cevabını ise, okuma alışkanlıklarımızı belirleyen toplumsal zihniyeti ve önyargıları analiz ederek, bunların etki alanını ölçerek bulabiliriz sanırım.

 

 

 


 

 

DOSYA EKİ//

 

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali (İTEF), 2009 yılından bu yana, Türk yazar ve yayıncıların yabancı yayıncılar, editörler, çevirmenler ve yazarlarla iş birliği yapmalarını sağlayan bir platform oluşturma amacıyla gerçekleştiriliyor. Her yıl için belirlenen farklı temalar çerçevesinde yurt dışından konuklar ağırlanıyor. Geçen bu altı yıl içinde, festival kapsamında İstanbul’u ziyaret eden yazarlar arasında Balkanlar’dan isimler de vardı. Bir şekilde, Türkiye’den yayıncılarla, yazarlarla ve okurlarla temasta bulunan bu isimlere Türkçe edebiyata olan yakınlıklarını sorduk. Edebiyatımız Balkanlar’dan nasıl görünüyor; Balkan edebiyatının burada yeterince tanındığını söyleyebilir miyiz? 

 

 

Alek Popov (Bulgaristan): En bilinenler dışında, Hasan Ali Toptaş, Tuna Kiremitçi ve Özcan Karabulut gibi, takip ettiğim birkaç güncel Türk yazar daha vardı; fakat son birkaç yılda bir şekilde izlerini kaybettim. Kısacası Türkçe edebiyata, genel olarak hâkim olduğumu söyleyemem; bazı isimler ve bazı kitaplar ilgimi çekmiştir ama büyük resmi görmüyorum. Bana kalırsa, postmodernizmin türler arasındaki ayrımları sildiği, her şeyin aynı potada eridiği diğer Balkan ülkelerinin aksine, Türkçe edebiyatta türler korunmuş durumda. Ama genele bakınca, reklam kokan yazılar ve edebi kurgu (artık her ne demekse) arasındaki düşmanca muhalefet Türkiye’de de –Avrupa’daki herhangi bir yer kadar– mevcut. Bu arada süregelen çeviri programları için Türkiye’deki ajansları tebrik etmek gerek, Türk yazarları hem Balkanlar’da hem de tüm dünyada çok daha görünür kılmayı başardılar. Öte yandan, Türk yazarların çalışmalarının kültürel benzerlikler dolayısıyla Balkanlar’da daha iyi anlaşıldığını düşünüyorum. Kitapları Türkçeye çevrilen Balkan asıllı yazarlar da aynı avantajdan yararlanıyor. Yine de, çok daha fazla kültürel alışverişte bulunabilirdik, henüz potansiyeli gerçekleştirmenin çok uzağındayız bence.

 

Marko Pogacar (Hırvatistan): Farklı kuşaklara mensup Türk yazarın çalışmalarını okudum; bazı klasikleri, bazı modern klasikleri ve Balkan dillerine veya İngilizceye çevrilmiş güncel yazarları... Esas ilgi alanım şiir olduğundan, Türkiye’den de birkaç şairi izliyordum. Yine de bilgimin çok sınırlı olduğunu itiraf etmem gerek; Türkçe edebiyatı bildiğimi asla söyleyemem. Türkçenin imkan genişliği ve aramızdaki kültürel bağlar düşünülünce, bildiklerim son derece fakir kalıyor. Çünkü bize ulaşanların sadece bir kısmını okuyorum, ki bize ulaşanlar da zaten epey kısıtlı. Sanırım bir tek Bosna’da, uluslararası çoksatarlar ya da ödül almış kitaplar dışında da çeviriler yapılıyor. Çevrilen diğer kitaplar ise Batı’nın Türkiye algısına uygun olanlar arasından seçiliyor. Türkiye dizileri burada ilgi çektikçe aynı doğrultudaki Türkçe kitapların çevirileri de arttı ama bunların edebiyat kitapları olduğunu söyleyebilir miyiz? Kısacası güçlü, genç ve canlı Türkçe edebiyata buradan erişmek zor. Hal böyleyken, Kürtçe edebiyat gibi Türkiye’deki diğer halkların yazdıklarına ulaşmamız daha da güç. Türkiye’ye geldiğimde gördüm ki, kitap endüstrisindekiler Balkan edebiyatına aşina ve bazı bağlar kuruyorlar. Türkiye’deki okurların Balkan edebiyatına ilgisinden ise emin değilim, bence pek ilgili değiller; belki sadece güncel kitapları biliyorlardır... Zaten dünya çapında ilgi çekecek yazarlar barındırdığımızdan da pek emin değilim. Bu küresel bir dünya ve dünyanın her yerinden okurlara ulaşmak için ya çok çok iyi olmanız ya da arkanıza piyasayı iyi bilen güçlü iş insanlarını almanız lazım. Okunmaya değer birçok yazarımız var fakat Türkçe okuruna ulaşmaları gerçekten çok zor. Yine de bazı çeviriler yapıldı ve bildiğim kadarıyla sayı gün geçtikçe artıyor.

 

Luan Starova (Makedonya): Benim Türkçe edebiyatla bağım ailem dolayısıyla eskiye dayanıyor. Babam Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında İstanbul’da hukuk öğrencisiydi. Fethi Okyar’ın torunu olarak bu süreci yakından takip etti. Eğitimini tamamladıktan sonra Bitola’ya (Manastır) döndü. 16, 17 ve 18. yüzyıllarda Osmanlı kadıları tarafından tutulmuş sicil kayıtlarını inceledi. Yaşamını bunların çevirisine adadı. Bunlar babamdan bana miras kalmıştı ve Balkanlar’ın kaybolmuş hafızası gibiydiler. Kül Kalesi (Siciller) kitabımı buradan yola çıkarak yazdım. Bu dönem, yani kayıp Rumeli nostaljisi Necati Cumalı, Nedim Gürsel, Yahya Kemal Beyatlı ve nicelerinin kitaplarında da canlıdır. Bu yüzden onları kendime yakın hissediyorum. 

 

Vassilis Danellis (Yunanistan): Birkaç yıldır İstanbul’da yaşadığım için, edebiyatınızı diğer Yunanlılara nazaran daha iyi tanıma şansı yakaladım. Yunanistan’daki okurların Türkçe edebiyata ve yazarlarına ilgisi ise üstünkörü. Elbette büyük şairlerinizi –özellikle de Nâzım Hikmet’in şiirini– biliyoruz. Nâzım Hikmet ülkemde sevilir ve sıklıkla alıntılanır. Ayrıca Orhan Pamuk’un romanlarını kendi dilimizde okuma şansını yakaladık. Ahmet Ümit de son zamanlarda Yunanistan’da tanındı. Öte yandan pek çok ünlü Türkçe roman Yunancaya henüz çevrilmedi. Aynı şey Türkiye’de yaşayanlar için de geçerli. Kavafis ve Kazancakis dışında Yunan yazarları pek bilmiyorlar, güncel Yunan edebiyatını bilen okur sayısı Türkiye’de de, diğer Balkan ülkelerinde de fazla değil. Balkan insanları ortak bir tarihi, gelenekleri, masalları, şarkıları ve yemek kültürünü paylaşır. Bu ortaklık edebiyata da yansır. Bu yüzden bir Yunanlının Türkçe bir romanla ya da diğer Balkan ülkelerinde verilmiş bir eserle özdeşleşmesi hiç zor olmaz. Bir Balkan ülkesinin vatandaşı, diğer bir Balkan ülkesinin edebiyatını okurken, aynı hikayeyi farklı bir perspektiften duyar gibi hisseder. Bu çok ilginç, ayrıca eğitici bir deneyimdir. Balkan edebiyatları arasında iletişimi sağlamak için kanallar yaratmamız gerektiğine inanıyorum. Daha fazla çeviriyi teşvik etmeli, Balkan yazarlarının ve yayıncılarının buluşacağı etkinlikler düzenlemeliyiz.

 

Gabriela Adamesteanu (Romanya): Türkiye’deki güncel edebiyatı az çok biliyorum, bu da en çok ünlenen iki yazarınızın –Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın– Romenceye çevrilmesiyle mümkün oldu. Pamuk’un romanları arasından en çok Kar’ı seviyorum. Bu kitabı Fransa’da bulunduğum sırada keşfetmiştim. Elif Şafak da Romanya’da epey popüler, ben kitapları arasından en çok Piç’i beğeniyorum. Takip ettiğim kadarıyla Türkçe edebiyat, biçimsel özellikleriyle ve karma bir toplumu konu almasıyla modern bir edebiyat; bazı yönleriyle bizim toplumumuza da benziyor, bazı yönleriyle ise farklı, hatta belki egzotik. 

 

Milan Jazbec (Slovenya): Türkiye’de Slovenya Büyükelçisi olarak görev yaptığım beş yıl boyunca (2010-2015), Türkçe edebiyatı birinci elden tanıma fırsatını yakaladım. Beni etkileyen çok sayıda kısa öyküye denk geldim. Ama elbette herkes gibi, ben de en önce Orhan Pamuk’u anmalıyım. Beyaz Kale, olağanüstü bir edebiyat metniydi, ondan çok keyif aldım. Orhan Pamuk’un romanları Slovenceye doğrudan Türkçeden, Erna Pačnik tarafından başarıyla çevrildi. Selçuk Altun’la tanışma şansını da buldum, birbirimize kitaplarımızı hediye etmiştik. Senelerce Senelerce Evveldi kitabı hâlâ zihnimde yankılanır. Türkçe edebiyatın sosyal gerçekliği aktarmadaki başarısı beni hep etkilemiştir. Zengin bir tarihten beslenmesi ise diğer bir özelliği, elbette buna bir miktar acı da dahil. Büyükelçi olarak görev yaptığım yıllarda Türk yayıncıları ve sponsorlarının desteğiyle Slovenya’dan birkaç kitabın Türkçeye çevrilmesine aracı oldum. En başarılı güncel Sloven yazarlardan biri olan Drago Jančar’ın üç kitabını kitapçılarda bulmak mümkün. Sloven şair Anton Aškerc’in 1893’teki İstanbul ziyaretine ilişkin günlüklerini de atlamamak gerek. 

 

Goce Smilevski (Makedonya): Lise yıllarımdan beri Türkçe edebiyata aşinayım. Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Nâzım Hikmet’in şiirleri ve Yaşar Kemal’in romanları müfredata dahildi. Hepsini severek okudum. Kitaplarını okuduktan bir süre sonra Aslı Erdoğan, Orhan Pamuk ve Mario Levi’yle şahsen tanışma şansını da buldum. Türkçe edebiyatı bir köprüye benzetebiliriz, farklı kültürleri, şehirleri ve zamanları birbirine bağlıyor. Bence dünyanın dört bir yanındaki okurlar ve yayıncılar da bu durumun farkına varmaya başladılar. İTEF sırasında Türkiye’yi ziyaret etme imkanını yakaladım. Türkiye’deki okurların merakı ve dünyanın farklı yerlerinin edebiyatına ilgisi beni etkilemişti. Türkiye’deki okurların başka kültürlere saygısı ve açıklığı dikkat çekiciydi.

 

 

 


 

 

* Görseller: (sırasıyla) Ece Zeber, Onur Atay, Nora Yeksek

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.