Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Bir iktidar kâbusu olarak kahkaha




Toplam oy: 1528
Kahkahanın, arzu ve yaşam gibi akışkanlıkları sabitleme hırsından hareket eden iktidarlara karşı bozguncu bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Düşüncem, konusu kahkaha ve onun açılıp saçılan neşesi olan bir eleştiriye kahkahanın duygusunu asla aksettiremeyecek bir eylem olarak yazı yazma edimiyle başlamanın güçlüğünü çekiyor. Sözün akışkanlığını kendi katılığına hapseden, onu budayan, sözün temsili olma iddiasını taşıyan yazı yazma eyleminin anlamı, kahkahaları ve bütün arzuları bastırmak üzerine işleyen iktidarların anlamıyla eşdeğer gözüküyor. Ancak, anlamı sonsuzluğa açılan kahkahanın yok edilemez ve denetlenemez kıvraklığını, yazı yazma eyleminin sonluluğu içinde ifade etmek her ne kadar güç hatta imkânsız bile olsa geçtiğimiz günlerde iktidar çevrelerinde duyduğumuz özellikle "kadın kahkahası"na yönelen söylemler düşünüldüğünde bu eleştiriyi yazmak zaruri gözüküyor.

 

"Haya", "iffet" "mahrem-namahrem bilmek" gibi soyut ve gayet öznel diyebileceğimiz yargılar üzerinden gerçekleştirilen nesnelleştirici muhafazakar söylemlerin özellikle kadınları hedef alması elbette rastlantı değil. Söz konusu söylemler, İslami semboliğin kadına yönelik genel kavrayışı ve muhafazakar siyasetin toplumsal cinsiyet konusundaki genel eğilimi hakkında pek çok sorunu açık etmekte… Ancak sorunun toplumsal cinsiyetle bağlantısını tartışmadan önce sorulması gereken ve açık bir şekilde öncelik taşıyan bir soru var: "İktidarlar niçin kahkahadan korkarlar?" Bu soruya erken cevap vermek pahasına da olsa kahkahanın, arzu ve yaşam gibi akışkanlıkları sabitleme hırsından hareket eden iktidarlara karşı bozguncu bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.

 

Özneler kendi geçmişleri üzerine derinlikli düşünme fırsatı bulduğunda değişik konum ve durumlarda kahkahalarını tutmak için nasıl eğitildiklerini fark edeceklerdir. Biyolojik bir varlık konumundan yetişkin bir kültürel-toplumsal varlık konumuna geçiş sürecinde norma uygun bireyler olarak kurulmamızı sağlayan okul gibi disiplinci kurumlardan aldığımız eğitim dahi temelde gülme dürtümüzü kontrol altına alabilmemizi sağlayan bir eğitim gibi görünmektedir. İnsanı belirli bir ahlak yahut doğru çerçevesinde "terbiye" eden tüm süreçlerde gülme ediminin yasaklanışı söz konusudur. Gülmek semavi dinlerin bile ilk yasağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki hepimizin bir öğretmenin, bir komutanın karşısında yahut dinlemek zorunda kaldığımız bir marş esnasında kahkahamızı kontrol etmek, gülmemek için fazlasıyla çaba sarf ettiği olmuştur. Asla kontrol altına alamayacağımız hayatın mizahı ve akışkanlığını bastıran iktidarın dikkatini çekmemek için her birimiz kahkahayı tutmanın dişleri gıcırdatan güçlüğünü deneyimlemişizdir. Hatta neredeyse herkesin okulda, askerde ya da aile veya toplum içinde tutamadığı bir kahkahanın bedelini ödediğine dair bir anısı vardır. İktidar bazen bir öğretmen bazen bir komutan bazen bir patron bazen hâkim bazen aile reisi bazense doktor olarak karşımızda vücut bulur. Tüm bu mikro-iktidarlar piramidin tepesindeki despotun mizahsız, kaskatı diyebileceğimiz paranoyak yaşam tasavvurunu mümkün kılan pratikler olarak işlev görmektedir. Disiplinci pratiklerle normal özneler olarak üretilişimiz esnasında iktidar ruhumuzu adeta bir heykeltraş gibi yontmakta, ona bir şekil vermekte ve katılaşmamız için bizleri gözetimi altına almaktadır. Bedenin bir işlevi olarak kahkaha kaskatı kesilmiş nötr bir ifadeyle "hazır ol"da beklememizi sağlayan ruhumuz tarafından sekteye uğratılır ve bastırılır. Michel Foucault’nun "ruh bedenin hapishanesidir" sözü bu noktada anlam kazanır. Ancak hayatımızı dört bir yandan kuşatmış iktidar süreçlerine rağmen heykel bazen çatırdar ve heykelin çatlak yüzeyinden tüm akışkanlığımızla dışarı sızarak kahkahayı patlatırız. Kahkaha anı, gösterdiği biçimden dışarı çıkan her türden deneyimi hastalık, sapkınlık, zındıklık, iffetsizlik, yasadışılık olarak dışlayan iktidar paranoyasının gülünçlüğünü açıklığa kavuşturur. İktidar ise kahkaha karşısında çıplak bir şiddete başvurur. Kimi zaman üstümüze bir hışımla saldıran öğretmen, baba ya da komutan, kimi zamansa ayıplayıcı bakışlar, bağıran bir ses ya da bir çeşit tedaviyle somutluk kazanan iktidarın psikolojik yahut fiziksel şiddeti heykelin formunu kaybettiği noktalara yapılan düzeltici darbelere benzemektedir. İktidar kendini tüm çıplaklığıyla dışa vurduğu bu şiddet anlarında yasasının mutlaklığını tekrar kurmaktadır.

 

Tehlikeli aşırılık

 

Gülme, kahkaha ve neşe gibi olguların iktidar tarafından söz konusu dışlanışını açıklığa kavuşturmak için Friedrich Nietzsche’nin Tragedya’nın Doğuşu eserinde ortaya koyduğu Dionysosçu izlekler önemlidir. Antikite’nin neşeli ve esrik Tanrısı ya da karnavalesk ruhu olarak Dionysos’un simgesel sistemden dışlanışı Nietzsche için öncelikle Sokratesçi kültürün doğuşu ardından Hıristiyan çileciliğinin yükselişi ve son olarak Aydınlanma’ya bağlı olarak gerçekleşmiştir. Sokratesçi kültürün estetiği rasyonel kıstaslara indirgeyen anlayışıyla birlikte tragedya ve komedyanın karnavalesk anlamı yerini sahnenin daha ön planda olduğu forma dayalı seyirciler ve oyuncuların temasının koparıldığı bir oyun planına bırakır. Sokratesçi kültürün devamı olarak Platon’da gülme ediminin dışlanışı radikalleşir. Platon ideal sitesinde gülme ediminin "tehlikeli aşırılığı"nın sitenin ağırbaşlı huzurunu bozacağını iddia eder. Platon için tıpkı hocası Sokrates’in düşüncelerinde geçerli olduğu gibi gülme edimi rasyonaliteyle dengelenmeli ve sitenin bütünselliğini bozmamalıdır. Platon’un ideal sitesinde sanatçıların siteden kovulmaları söz konusudur. Aristo ise gülünçlüğü başlı başına bir "kusur" ya da bir eksikliğin neden olduğu "özür" olarak tanımlar. Aristo komedyayı avam olduğu iddiasıyla dışlar ve gülme edimini ahlakın sınırları dahilinde yapılması gereken nükte olarak tanımlar. Modern rasyonalitenin kökeni olan antikitede gülmenin rasyonel bir dünya (bir devlet) adına söz konusu dışlanışı bir tesadüf değildir. İktidar rasyonalitenin soğukkanlılığı adına hayatın neşesini ve akışkanlığını sabitlemektedir. Bu noktada dramatik olan Deleuze’ün ifadesiyle "Dionysos’un Apolloncu (tekçi, rasyonel, kontrolcü) bir biçimde ve Apolloncu bir dünyada nesnelleştirilmesidir." Yani, artık gülme "ahlakın sınırları dahilinde" gerçekleşebilecektir. Bu despotun mizahsızlığı ya da kahkahayı ehlileştirme biçimidir.

 

Dionysos’un simgesel sistemden dışlanışı Hıristiyanlığın çileci yaşam ideali ve katı ahlakçılığıyla radikalleşir. Bu noktada tüm semavi dinlerin oluşturduğu simgesel sistemlerin ataerkilliğinden bahsetmek İslami semboliğin de özellikle kadın kahkahasını sansürlemeye yönelişini açıklar. Lacan’ın simgesel sistemin eril anlamını ve fallus merkezciliğini açıklayan "Kadın yoktur," söylemi dini anlamlandırma sistemlerinin kadını bir günah nesnesi yahut örtünmesi gereken bir obje olarak ele alan ve kadını simgeselden dışlayan tutumunu açıklar. Dini anlamlandırma sistemleri için kahkaha utanılması gereken bir olgu "kadın kahkahası" ise tahrik unsurudur. İktidar çevrelerinin kadının sokak ortasında kahkaha atmasına dahi dayanamayan ve tahrik olduğunu belli eden söylemleri kendi koyduğu yasanın sapkınlığını ortaya çıkartır. "Vajina" kelimesini dahi duymaya tahammül edemeyen söylem sahibinin ve "hamile kadının sokağa çıkmasını" istemeyen bir iktidar partisinin nezdinde kadın kahkahası başlı başına bir tehdit olarak algılanmaktadır.

 

Hayatın pek çok mikro alanında işleyen kuşatıcı iktidar süreçlerine karşı kahkaha belki de her zamankinden daha güçlü bir silah... Kahkahanın söz konusu sansürlenişi iktidarın hayatın neşesinin fersahlarca uzağında konumlandığının ve mizaha karşı çırılçıplak kaldığının başlıca göstergesidir. Bu noktada kahkaha "kral çıplak" şeklinde haykırışın tarihsel cüreti olarak karşımıza çıkmaktadır. Hayatı sabitlemeye yönelik her türden pratiğin maskesini indirmek için Dionysosçu bir karnavalesk ruhun canlandırılması bugün her zamankinden daha gerekli gözüküyor. Ancak günümüzde bu karnavalesk ruh dahi festival piyasasıyla pazarlanabilir hale getirilmiş durumdadır. Festival olgusu Ortaçağ’da Kilise’nin desteğiyle gerçekleştirilen kuralların ve Tanrının hükmünün askıya alındığı karnavallara benzemektedir. Tüm bu süreçlere karşı kahkahanın ve hayatın akışkan neşesinden hareketle paranoyak iktidara karşı bir cüret olarak Gezi direnişinde kadınların kahkahasının epey duyulduğu karnavalesk bir ruhu hep birlikte deneyimledik. Bir despotun giderek güçlendiği ve öznelerin giderek umutsuzluğa, somurtkanlığa sürüklendiği bu günlerde kahkaha toplumsal alanda canlandırılması gereken bir olgu ve direnişin başlıca nüvesidir. Nietzsche’nin ifadesiyle düşünürsek bugünlerde "bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalı" ve mizahı elden bırakmamalıyız.

 

 


 

 

Görsel: Gençay Aytekin

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.