Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Editörden // Evi hatırlamak için evi unutmak




Toplam oy: 988

Bazı anlarda öyleymiş gibi gelebilir; ama adaleti, insanca yaşamayı savunan öyle çok sayıda insan yok dünyada. Türkiye’de de durum farklı değil. Bir turnusol kağıdı olarak Suriyeli mülteciler meselesini ele alabiliriz. Gazze’den gelen gözü yaşlı çocuk fotoğraflarına yüreği burkulan, insanlığın düştüğü hallere söven internet arkadaşınız, kısa süre sonra Suriyeli mültecilerin ülkelerine yollanması gerektiğini, toplumun huzurunu bozduklarını, nasıl olup da ülkelerindeki mücadeleyi terk ettiklerini anlayamadığını da yazabilir. Ama nasıl olur! Az önce birlikte, insanca yaşamayı savunduğunuz insan, şimdi adeta bir nefret makinasına dönüşmüş durumda? Bu çifte standart durumunu anlamak için yeterli olmaz ama mutlaka işimize yarayacaktır; bu ay kapağımızda mülteciler, özellikle de Suriyeli mülteciler var. 13melek, “Mültecinin evi” yazısında Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin genel bir tablosunu çiziyor. Dosyanın tamamlayıcısı olan “Kara kaplı atlas” başlıklı yazıda Müge Karahan ise, sığınmacılığın düşündürdüğü edebi durumlara göz atıyor. Ayşe Çavdar’ın Ürdün’den taze taze göçmen izlenimlerini aktardığı Edebiyatdışı yazısı ise, Ortadoğu’nun sığınmacılık sorununu daha geniş bir açıdan görmeyi sağlıyor.

 

Nefret, zeminini arıyor

 

Ben özellikle “mülteci” diyorum, ancak ülkemizde Suriyeli sığınmacıların henüz “misafir”likten başka bir statüsü yok. Üstelik misafirlik bir resmi statü bile değil, bir TC icadı. Misafirlik statüsünün altında ise, elbette buraları terk edecekleri, birkaç yıl sonra Suriye’ye dönecekleri beklentisi var. Suriye’de savaş durumunun ne zaman sonlanacağı, savaş sonrası rejimin ne olacağı belli değil. Bu şartlar altında ülkemizdeki bu “yatılı misafirler” için hâlâ uzun soluklu ve kalıcı entegrasyon projeleri üretmemek, gelecekte büyük bir toplumsal fatura sunacaktır sunmasına, ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok; bugün ülkenin dört bir tarafında Suriyeli mültecilere karşı olumsuz bir bakışın ürediğini, geliştiğini, budaklandığını söyleyebiliriz. Havadaki nefret kokusu, kendine zemin arıyor. Savunmasız ve acil ihtiyacı olan Suriyelilere daha pahalıya kiralayabildiği için ev kiralarını artıran uyanık ev sahiplerine çıkarılması gereken fatura da mültecilere çıkarılıyor; rayiçinden fatura kesmek yerine, sigortasız ve neredeyse yarı fiyatına Suriyeli işçi çalıştıran ve böylece Türkiyelilerin iş olanaklarını düşüren kurnaz iş sahiplerine kızması gereken de Suriyelilere kızıyor. Tam bu noktada bu ay dosya konumuzu kaleme alan 13melek’in göçmenlik sorununun bir sınıf sorunu olduğu yönündeki tespitini hatırlatmakta fayda var: “Emek sömürüsü sadece Suriyeli değil, Türkiyeli işçileri de etkilemekte. .... Topluca bir köleleştirme söz konusu. Aslında Suriyeli ve Türkiyeli işçiler aynı sınıfın parçası, ancak sınıf dayanışması bugüne kadar akla bile gelmeyen bir ihtimal. Sınıf sorununu unutturmak için her seferinde tedavüle sokulan milliyetçilik gibi suni çatlaklar yoksulların arasına nefret tohumları ekiyor. Öyle ki, Suriyeliler için, 'Madem o kadar onurlularsa ülkelerinde savaşıp ölselerdi,' diyenler bile mevcut.”

 

Kimbilir, evin ne demek olduğunu hatırlamak için belki de önce evin ne demek olduğunu unutmak gerekiyordur.

 

Son yazı

 

Bu, Editörden köşesinde yazdığım son yazı. SabitFikir’in kuruluşundan bu yana devam ettirdiğim yayın yönetmenliği görevimi çok sevdiğim çalışma arkadaşım Ceyhan Usanmaz’a devrediyorum. Ancak SabitFikir ile yollarımız ayrılmıyor, bundan böyle başka biçimlerde bu sayfalarda buluşmaya devam edeceğiz. Bu vesileyle, derginin zor kuruluş günlerinden bugüne dek, bu sayfalarda doğrudan ya da dolaylı emeği geçmiş herkese çok, çok, çok teşekkürler!

 

 

 


 

 

* Görsel: Mert Tugen

 

 


 

 

>>> Mültecinin evi

 

 


 

 

>>> Kara kaplı atlas

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.