Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Kelebek Etkisi // Edebiyat salonları ve hanımefendileri




Toplam oy: 1064
Başarılı edebiyat salonu sahibi hanımefendiler, gerçekten de cinsi cazibeleriyle değil entelektüel birikimleri ve nitelikli ev sahiplikleriyle dikkat çekerlermiş.

“Çok okuyan mı bilir, çok insan tanıyan mı?” Geçtiğimiz günlerde bizim kelebeğin sorduğu soru buydu. Onu iyi tanıdığım için bu sorunun bahane olduğunu, arkasından anlatmak istediği bir konunun geleceğini biliyordum. Haklı çıktım; cevabı kendisinden beklediğimi görünce devam etti: “Bence çok okumakla kalmayıp, çok düşünüp yeni fikirler üreten ve onları yazıya dökenleri tanıyan kişiler gerçekten talihli insanlardır,” dedi ve onu her zaman büyülemiş bir konu olduğunu bildiğim “edebiyat salonu sahibi kadınlar”dan bahsetmeye başladı: “Dönemin önde gelen edebiyatçıları, sanatçıları, ilim ve fikir sahibi insanlar için evlerinde düzenli olarak akşam davetleri düzenleyen bu hanımefendilerin tarihteki ilk örneği, 1620’lerin Paris’inden genç bir asilzade olan Madame de Rambouillet’miş. Onun başlattığı bu gelenek Paris’le sınırlı kalmayarak, İtalya’dan Rusya’ya dek uzanmış. Özellikle hali vakti yerinde olan asilzadelerden oluşan bu hanımların davetlileri arasında yer almak dönemin sanatçıları için bir tür onaylanmışlık sayıldığı kadar, birer sanat ve düşünce kulübü işlevine sahip bu tür geceler, dönemin sanat ve düşünce akımları üstünde de önemli etkilere neden oluyormuş. Kimi araştırmacılara göre bir anlamda feminist geleneğe de ilk katkılarda bulunmuş bu kadınlar, en az konuk ettikleri isimler kadar bilgili olmalarıyla da dikkat çekermiş.”

 

 

Kelebeğin bu tür salonların edebiyatçılara etkilerinden bahsetmesini bekliyordum aslında ama aklına başka bir şey gelmiş olmalı ki güldü. “Bir yerde okumuştum, 1901’de Le Figaro gazetesinde şöyle bir makale yer almış: ‘Hanımefendiler eğer bir edebiyat salonu başlatmayı düşünüyorsanız çok güzel olmamaya dikkat edin çünkü eğer gereğinden fazla güzelseniz hem salondaki diğer kadınların kıskançlığını hem de erkeklerin ilgisini üstünüze çeker, daha da kötüsü salondaki muhabbetin standardını düşürmüş olursunuz!’ Başarılı edebiyat salonu sahibi hanımefendiler, gerçekten de cinsi cazibeleriyle değil entelektüel birikimleri ve nitelikli ev sahiplikleriyle dikkat çekerlermiş. 20. yüzyıla dek süren bu geleneğin Avrupa’daki en önemli ve son temsilcilerinden biriyse, salonunda Fitzgerald’dan Hemingway’e, Picasso’dan Matisse’e döneminin önemli sanatçılarını ağırlamış olan Gertrude Stein’mış. Öte yandan bu tür salonlara katılmaktan çok hoşlandıkları bilinen ve romanlarına da malzeme yapan ünlü iki isim ise Dostoyevski ile Marcel Proust’tur. Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sindeki unutulmaz karakteri Madame Verdurin, bu tür salon sahibi kadınların hicvedildiği bir karakterdir. Başka salonlara konuk olduğunu duyduğu davetlilerini hemen kendi salonundan aforoz eder örneğin. Baş ağrısını artırdığı gerekçesiyle Wagner çalınmasına izin vermez. Bir keresinde de konuklarından birinin anlattıklarına öyle çok güler ki çenesi yerinden çıkar!”

 

"Herkesin yeri ayrı"

 

Tam ağzımı açmak üzereydim ki, lafa girmeme izin vermeden devam etti kelebek: “Şimdi bana soracaksın, ‘Bizde de böyle özel hanımefendiler yok muydu?’ Olmaz olur mu. İçlerinde en unutulmazı da Nahit Hanım’dı. Nahit Hanım’dan, geçtiğimiz aylarda çıkan iki kitapta birden bahsedilince ben de anmak istedim. Bu kitapların ilki, Orhan Veli’nin büyük aşkına yazdığı mektuplardan oluşan, Yalnız Seni Arıyorum... Kitabın editörü Murat Yalçın, onu şu sözlerle tanıtıyor: “Sanat ve edebiyat ortamlarında ‘Nahit Hanım’ diye bilinen Nahit Gelenbevi, Ankara ve İstanbul’da öğretmenlikle geçirmiş ömrünü. Eğitimci Halil Vedat Fıratlı ve şair Arif Damar ile evlilikler yaşamış. Çocuğu olmamış ama Samet Ağaoğlu ‘Rönesans gibi kadın,’ Cemal Süreya ise ‘Cumhuriyet dönemi küçük burjuva duyarlılığının anası’ diye söz etmiş ondan. Nihayet dönüp baktığımızda, edebiyat mahfillerinde ‘Orhan Veli’nin sevgilisi’ diye ünlenmesinin yanı sıra 1930’lardan 1990’lara, tam altmış yıl boyunca evini bir sanat albümüne çevirmiş; hakkında şiirler ve yazılar yazılmış; Atatürk’le üç defa dans etmiş bir hanımefendi portresi ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.”

 

 

Şimdi de aynı kitapta yer alan Cemal Süreya’nın sözlerine kulak verelim ve Nahit Hanım’ın salonlarında neler yaşanırmış öğrenelim: “Bir törendir Nahit Hanım’a gitmek. (...) Ev herkese açıktır. Salt kişisel kökenli bazı ölçüsüzlükleri de görmezden gelir. Ama ölçüsüzlükteki altın ölçüyü de kaçıran birini rahatça kovabilir. Yine de çoğunca bir günlüğünedir bu, bir haftalığına. (…) Bir sanat albümü Nahit Hanım’ın evi. 1930 dedin mi, Hasan Ali Yücel, Sabahattin Ali, Peyami Safa çıkar; 1940 dersin, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Sabahattin Eyüboğlu… 1950 dedin mi, Edip Cansever, Metin Eloğlu, Alp Kuran; 1960, Gürdal Duyar. Yahya Kemal’le de yemek yemiş, günümüzün en genç şairlerinden küçük İskender’le de. Özellikle şairlere yakın. Dostlukla berkitilmemiş aşkı aşk saymaz. Dostluk için de aforizmasını belirlemiş: Herkesin yeri ayrı.”

 

Nahit Hanım’ın karşımıza çıktığı diğer kitap da, onu bizzat tanıma şansına erişmiş olan Selim İleri’nin İstanbul Mayısta Bir Akşamdı’sı… “‘Bonjur’ların, ‘bonsuvar’ların artık bütün bütüne el ayak çektiği günlerde, yıllarda, felsefe öğretmeni İffet Hanım ‘salon literer’i hâlâ söylerdi: ‘Nahit’in cumartesi akşamları gerçek bir salon litererdir.’ Şimdi nerden hatırladın derseniz, okuduğum emek ürünü kitaptan. Turgay Anar’ın Mekândan Taşan Edebiyat’ını okuyorum. (…) Ahmet Oktay, Ankara’dan taşınan Nahit Hanım’ın Nişantaşı’nda oturduğunu yazmış. Ben bu ilk evi bilmiyorum. Birkaç yıl hemen her cumartesi akşamı gittiğim ev Taksim’deki, cadde üzerinde, Stadyum Palas’tı. Taksim’in şaşaalı apartmanlarından biri. Tabii, şaşaası çoktan geçmiş, sönmüş. Yine de geniş giriş, merdiven, mermer sağanağı etkileyici. Kimi günler, o güzel, bol edebiyatlı, tartışmalı, hatta bazen kavgalı o akşamların keşke romanını yazsaydım diye yerindiğim olur. Fakat hepsi çok uzaklarda kaldı artık. Anar’ın andığı kısacık bir yazıda kaldı. Nahit Hanım’ın edebiyat salonuna katılanların çoğu hayatta değil. Nahit Hanım salonun ecesi olarak bir anı artık.”

 

 

 


 

 

* Gertrude Stein, Alice Toklas’la birlikte salonunda / Fotoğraf: Man Ray, Görsel: Olga Müstecağlıoğlu

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.