Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Sinema // Tüketim toplumunun marazları




Toplam oy: 729
David Cronenberg // Çev. Kıvanç Güney
Yapı Kredi Yayınları
David Cronenberg’in edebi dili, son derece görsel ve tıpkı sinemasında olduğu gibi neredeyse tıbbi bir detaycılığı yansıtıyor.

Yönetmen David Cronenberg, yakın zamanda Türkçeye kazandırılan ilk romanı Tüketilmiş ile kamera arkasından klavye başına yumuşak bir geçiş yapmış gibi görünüyor. Yazar Cronenberg’in edebi dili, tahmin edileceği gibi son derece görsel ve tıpkı sinemasında olduğu gibi neredeyse tıbbi bir detaycılığı yansıtıyor; yalnızca biçimsel olarak değil, tema ve atmosfer bakımından da bazı filmleriyle ortaklıklar gösteriyor. William Gibson’dan korku ustası James Herbert’e pek çok edebi kaynaktan beslenmekle birlikte en çok J. G. Ballard’ın izlerini hissettiriyor demeliyiz.


1975 yılı, pek üzerinde durulmayan, tekinsiz bir tesadüfe sahne olmuştu; Ballard’ın Gökdelen romanının yayımlanmasının ardından, David Cronenberg’in Shivers’ı gösterime girdi. Ballard’ın romanıyla Cronenberg’in filmi, konu bakımından inkar edilemez bir benzerlik gösteriyorlardı ve şaşırtıcı biçimde aynı dönemde yazılmışlardı. Her ikisinde de sakinlerinin tüm “arzu ve ihtiyaçlarına” yanıt vereceğini vaat eden, lüks ve yüksek teknoloji ile donatılmış birer apartman kompleksinde yaşayanların sonunda insanlıktan çıkmaları konu ediliyordu. Gerek şiddet ve vahşet dozu, gerek bu yüksek güvenlikli yüksek binaların, “inşaat projelerinin” insan ruhu üzerindeki etkileri, gerek konunun ele alınışındaki detaycılık itibariyle bu iki yapıtın akraba ruhların elinden çıktığını söylemek yanlış olmaz. (İngiliz sinemasında Wicker Man geleneğine şapka çıkaran nadide isimlerden Ben Wheatley’nin 2014 yılında yaptığı Gökdelen uyarlaması da sanki Shivers’ın yeniden çevrimine benzer.) Nitekim Cronenberg, 1996’da Ballard’ın Çarpışma’sını uyarlar ve yazarın, “Okuyucuya kaçacak yer bırakmadım,” diye açıklayacağı ruhu muhafaza eder. Çarpışma’nın “şoke edici” unsurları, tuhaf seks, ölüm ile arzunun “danse macabre”ı ve izleyene/okuyana olup bitene maruz kalmaktan/ortak olmaktan başka seçenek vermeyen röntgenci dili, Tüketilmiş’te de karşımıza çıkıyor ve Cronenberg’in tanıdık obsesyonlarını bu kez roman formunda sergiliyor. 

 

Videodrome filminden... 



Daimi bir multimedya gözetimi altında

 

Romanın ilk cümlesi, “Naomi, ekranın içindeydi.” Okura Cronenberg’in filmografisine nüfuz etmiş soruları hemen sorduruyor. Mevcudiyetin vücut ile ilişkisini, yeni teknolojilerin, yeni makinelerin (ve bu “yenilik”in kendisi de Ballard’ın dediği gibi insanı hissizleştiren, ölümcül bir hızla yenilenmektedir) bu ilişki üzerindeki etkilerini, algının güvenilmezliğini ya da makinenin mimetik kabiliyetinin çıplak algının yetilerini çoktan aşmışlığını düşündürüyor. Ve akla hızla Videodrome’u getiriyor. Ekranın içinde olmakla odanın içinde olmak gitgide aynı anlama geldiği gibi, kişisel olanla profesyonel olanın, kamusal olanın iç içe geçtiği 21. yüzyıl kitle iletişiminin halipürmelali, tek bir cümleyle otopsi masasına yatırılıyor. Tüketilmiş’te, sosyal medya çağının, medya demeyelim ama habercilik üzerine etkileri üzerine sert bir tartışma da izlenebiliyor, ama tartışmanın sertliği, şiddetli oluşundan değil aksine hem dilin serinkanlı, klinik, dolaysız oluşundan hem de Naomi ile Nathan’ın, istismar haberciliği, meslek etiği gibi konuları sınır tanımayan bir yaklaşımla ele almalarından ya da aslında hiç ele almamalarından kaynaklanıyor.


Kitabın üçte birini teşkil eden ilk bölümde, Nathan’ın ve Naomi’nin yolculukları arasında hızlı “kesme”lerle geçiş yapılıyor ve gerilim tırmanıyor. Serbest çalışan foto muhabiri iki gazeteci olan Naomi ve Nathan, bir Fransız filozofun, kocası tarafından öldürülüp yenmesi olayını araştırırken kendilerini bir küresel komplonun içinde buluyorlar. Dünyayı dolaşan ve birbirlerini ancak havaalanlarında ya da bilgisayar ekranlarında gören (çünkü birlikte olmak ne demektir?) sevgililerden Nathan, Budapeşte’de, savaşta organ hırsızlığı yaptığı bilinen bir cerrahın bulduğu meme kanseri tedavisinin haberini yapmaya giderken; Naomi de, iki Marksist filozofun evliliklerini bitiren cinayet-yamyamlık öyküsünü araştırmak üzere katil zanlısı Aristide Arosteguy’nin peşinden Tokyo’ya gidiyor. Cronenberg sinemasını sevenler, tepeye hızlıca tırmanıp zirvede kan görmeyi ümit ediyorlar, fakat Cronenberg beklentileri ters köşe yatırıyor, bir-iki “grafik” sahne dışında, dehşet kendini açık etmeden kol geziyor. Bret Easton Ellis’in Amerikan Sapığı’ndaki diline benzer bir dil stratejik olarak kullanılıyor, Nathan ile Naomi’nin fetişleştirdiği sayısız görüntü ve ses kayıt cihazı, isimleri zikredilmek yahut öykü boyunca sürekli olarak kayıtta tutulmak suretiyle okuru bu çağda hiç de distopik sayılmayacak daimi bir multimedya gözetimi altında hapis tutuyor.


Bundan bağımsız olarak, isim zikretme oyunu, Cronenberg’in elinde alaycı mermiler atan bir silaha dönüşmüş; 60 yaşlarındaki Celestine ve Aristide Arosteguy çifti, Sartre-Beauvoir ikilisini, Aristide’in Celestine’i öldürüşü fena halde Althussser’i hatırlatıyor, ama okur bu gibi öykü-dışı dünyaya yapılan atıfları  fark eder etmez, Cronenberg bize açıkça Aristide’in vakasının Althusser’inkini andırdığını söyleyiveriyor. Karakterler, pek çok felsefi, psikanalitik kurama ve kuramcıya ismen atıfta bulunuyorlar, diyaloglardan örülmüş müstehzi bir atıflar ağı içinde, öldürülen kadının parçalarının yenmiş olması itibariyle, Tüketilmiş’in kendisi de, tüketim toplumunun marazlarını yamyamlık metaforuyla gösteren metinler kervanına katılıyor. Bu klişe metafor (yani kelime anlamıyla o mekanik ve “düz” nesneyle anlattığımız bu basmakalıp benzetme) filmlerinde sanatın metaforla ilişkisini iptal eden, dolaysız, dokunsal ve üçboyutlu, yani ekrandan dışarı çıkmak, dokunulmak isteyen nesnelerin yönetmenin ironik bir tercihi olsa gerek. 


Tüketilmiş’i okumak, yönetmen Cronenberg’in, Cronenberg’ci olduğu 2000 yılı öncesi dönemini sevenler için eski bir dostla yeniden buluşmak gibi, kendisiyle yeni tanışacaklar için de isabetli bir başlangıç olacaktır. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.