Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Tesadüf olmasa gerek!




Toplam oy: 925

Yakın bir zaman önce, birbirinden aslında tamamen bağımsız ama aynı zamanda birbiriyle bir o kadar da iç içe iki söyleşiye katıldık. Bunlardan ilki, 29 Mart salı günü gerçekleştirilen "Kriz\felaket zamanlarında yazmaya devam etmek" başlıklı söyleşiydi. Kadıköy’deki KargArt'ta, "devam etmek" temalı konuşmalar kapsamında gerçekleştirilen söyleşide çevirmen, editör ve eleştirmen Ahmet Ergenç, “kriz ve felaketler içerisinde edebiyatın, yazının nerede durduğuna dair, feci deneyimleri edebiyatta anlatma imkanı ve imkansızlığı üzerine bir konuşma” yaptı. Söyleşinin tanıtımında şu ifadeler kullanılmıştı: “Bir felaket/kriz döneminde yazmaya devam etmek mümkün müdür? ‘Anlatılamaz derecede’ feci olan şeyleri edebiyat nasıl anlatır? Anlatırsa, hangi yolları izler? Bir tanık olarak yazar, tanık olduklarını dile nasıl tercüme eder? Yas ve öfke edebiyatta nasıl karşılık bulur? Ahmet Ergenç, bu sorulara felaket ve edebiyat üzerine yazan Walter Benjamin, Maurice Blanchot, Marc Nichanian ve Giorgio Agamben gibi teorisyenlerin düşünceleri eşliğinde cevap bulmaya çalışacak. Edebi örnekler olarak da Latife Tekin, Bilge Karasu, Birgül Oğuz, Şener Özmen, Murat Uyurkulak ve Murat Özyaşar gibi siyasi/toplumsal (ve bazen de şahsi) krizleri ele alan yazarların metinlerine bakacak.”

 

Bu söyleşiden yaklaşık yirmi gün sonra, Salon ve Doğan Kitap işbirliğiyle düzenlenen söyleşiler dizisi kapsamında bu sefer "Felaket Günlerinde Edebiyat" başlıklı bir söyleşi gerçekleştirildi. Yine bir salı günü, 19 Nisan’da Salon İKSV’deki bu söyleşide de Yavuz Ekinci ve Ercan Kesal, “edebiyatın karanlık günlerdeki işlevinden” bahsettiler.

 

Yakın dönemde ve yakın çevremizde olup bitenlere baktığımızda, bu iki söyleşinin birbirine bu kadar yakın tarihlerde ve bu kadar yakın başlıklarla düzenlenmiş olması tesadüf olmasa gerek! SabitFikir’in mayıs sayısının dosya konusunu da, işte bu söyleşilerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ahmet Ergenç, yaptığı konuşmayı yeniden gözden geçirerek “Kriz, Felaket ve Edebiyat” başlıklı kapsamlı bir dosya yazısına dönüştürdü. “Felaketi anlatmak için yaşanan gaddarlıkları, işkenceleri, cinayetleri sıralamak yeterli değildir. Sıralanırsa da, bu bir tanıklık belgesi olabilir, edebiyat değil. Edebiyatın başka bir şey yapması gerekir...”

 

Dosyaya ek olarak, Ercan Kesal’ın 19 Nisan günü yaptığı konuşmadan kısa bir hatırlatma metni de yer alıyor dosya sayfalarında.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.