Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Zeki Demirkubuz: Edebiyat yapan bir sinemacı




Toplam oy: 1203
Bu ay gösterime girecek olan Bulantı'nın nasıl bir film olacağını izlediğimizde göreceğiz ama Zeki Demirkubuz'un bütün filmografisinde olduğu gibi, yine güçlü bir metinle karşılaşacağımızı öngörmek yanlış olmayacaktır.

Sinema yapanlar “senaryo” denilen olguyu keşfetmeden önce hikaye anlatabilmek için ellerinin altındaki en güvenilir kaynağa yönelmişlerdi: Edebiyat. Georges Méliès’nin, Jules Verne'in Ay’a Seyahat ile H. G. Wells'in Ay’daki İlk İnsanlar romanlarından uyarladığı 1902 tarihli Ay’a Seyahat ise bunun ilk örneği olarak kabul ediliyor. Gel zaman git zaman, sinema hikaye uydurmayı, bu hikayeleri sinemanın olanaklarına göre biçimlendirmeyi, romanın kurallarından farklı olarak kendi içinde bir disiplin geliştirmeyi öğrendi ve adına da senaryo dedi. Ama edebiyat ile sinema arasındaki ilişki bundan sonra da güçlenerek devam etti. 

 

Türkiye sineması da edebiyat ile ilişkisi açısından güçlü bir geleneğe sahip. Konulu ilk filmlerden birisi olan 1919 tarihli Mürebbiye, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı eserinden uyarlanmıştı. Türkiye sinemasının zirve yaptığı 60’lı ve 70’li yıllarda hem doğrudan kitaplardan hem de edebiyatçıların yazdığı senaryolarla çekilmiş onlarca film yer alıyor. Son yirmi yılın yönetmenleri –yeniden toparlansa da– edebiyat ile aralarına biraz mesafe koydular. Kendi hikayelerini anlatmayı ve yazmayı daha çok önemsiyorlardı çünkü. Ama sinemaya başladığından itibaren edebiyatla içli dışlı olmayı ihmal etmeyen isimler de var. Bunlardan birisi de Zeki Demirkubuz.

 

Zeki Demirkubuz, bu ay Bulantı isimli filmiyle çıkıyor seyircinin karşısına. Yönetmen, filmin Jean-Paul Sartre'ın aynı adlı eserinden uyarlandığı haberlerinin çıkması üzerine bir açıklama yaparak, aralarında bir bağ olmadığını ama yıllar önce Sartre’ın kitabını uyarlamak için girişimde bulunduğunu ve bu yeni eserin adının oradan kaldığını belirtti. Bu sürpriz değildi. Çünkü yönetmen daha önce de hem doğrudan uyarlamalar hem de esinlenmelerle çıkmıştı seyircinin karşısına. 2001 tarihli filmi Yazgı, Albert Camus’nün Yabancı isimli romanından serbest uyarlama olarak çekilmişti. Dünya yanı başından akıp giderken her şeye kayıtsız kalan, akıntı ne yöne doğru gidiyorsa oraya savrulan ve hiçbir şeyi anlamlı bulmayan Musa hakkında olan bu film, yönetmenin daha önceki iki filmiyle de –Üçüncü Sayfa ve Masumiyet–tematik olarak tutarlıydı. Demirkubuz, insanın hayat karşısında herhangi bir belirleyici rolü olmadığını, karşısına çıkanları yaşayarak ve bunu kabul ederek kendisiyle barışabileceğini anlatmak istiyordu seyircisine. Masumiyet’in Bekir’i, Üçüncü Sayfa’nın İsa’sı bunu kabul edemedikleri için helak olup gidiyordu; ama Musa öyle değildi. O hayatın akışına müdahale etmiyordu. Film, Demirkubuz’un niyetinden bağımsız olarak bazı noktalarda Kafka’nın Dönüşüm’ünü de anımsatıyordu; Musa’nın bazı hallerinin Gregor Samsa’nın yabancılaşmışlığıyla bağlantıları güçlüydü. 

 

Dostoyevski’ye saygı duruşu

 

Demirkubuz sinemasında Dostoyevski de özel bir yer tutuyor. “Karanlık Üzerine Öyküler” üçlemesi bu büyük yazara ithaf edilmişti. Bu üçlemenin ilk iki yapımı Yazgı ile birlikte çektiği İtiraf, diğeri ise Bekleme Odası’dır. Demirkubuz, özellikle Suç ve Ceza romanındaki suçluluk duygusunun teslim aldığı karakterlerinin dünyalarına davet eder seyircisini. Edebiyattan uyarlama/esinlenme olmasa bile karakterler suçluluk duygusuyla hemhal olma konusunda tutarlıdırlar. Bekleme Odası dolaysız bir biçimde Dostoyevski’ye saygı duruşudur bir yerde. Suç ve Ceza’yı sinemaya uyarlamaya çalışan bir yönetmenin hikayesini izleriz. Raskolnikov karakterini canlandıracak bir oyuncu arayan yönetmen, evine giren hırsızı filmde oynatmaya karar verir. Böylece suç ile film bir kez daha iç içe geçer. 

 

 

Demirkubuz’un Dostoyevski “takıntısı,” 2012 tarihli Yeraltı’nda da kendisini gösterecektir. Romancının Yeraltından Notlar isimli kitabından serbest uyarlama olarak kaleme alınan hikayenin kahramanı Muharrem de Demirkubuz karakterleriyle tutarlılık gösterir. Karanlık bir adamdır, güvenilmezdir ve kötücüldür. Film, Muharrem’in kendisini zorla davet ettirdiği eski arkadaşlar buluşmasına odaklanır. Bu yemek sırasında Muharrem hem kendisinin biriktirdiği bütün öfkeyi ve kötücüllüğü kusacak hem de arkadaşlarının yaptıklarını yüzlerine vuracaktır. Yeraltı, yalnızca insanın “karanlık dünyası”na dair bir film değil, aynı zamanda Türkiye’deki entelektüel dünyaya ve ilişkilerine yöneltilmiş sert bir eleştiridir de. Demirkubuz, Muharrem karakteriyle bir anlamda kendi zaaflarını, öfkelerini ve bencilliklerini de ortaya dökmekten çekinmez. 

 

Yönetmenin “birebir” uyarlama olarak kabul edebileceğimiz tek yapıtı, Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak romanını aynı adla uyarladığı filmidir. Film Demirkubuz’un çok sevdiği “İnsan kötüdür” mottosuna bu kez “kıskanmak” üzerinden bakar. Zonguldak’a gelen genç bir çift olan Halit ve güzel karısı Mükerrem’in güzel görünen hayatları, genç kadının kentin önde gelen çapkınlarından birisi tarafından baştan çıkartılmasıyla altüst olur. Ama biz asıl olarak Halit’in kız kardeşi Seniha’nın “kıskançlık” sonucu yarattığı durumlarda odaklanırız. Kıskanmak, hikayesi itibariyle Demirkubuz’un vazgeçilmezi olan “suç ve ceza” kavramlarının içine rahatça sığabilecek bir romandır. Ancak yönetmen bu kez serbest uyarlamayı tercih etmediği için hikayenin olanaklarını fazla genişletemez; buna bir de oyuncu tercihlerindeki hatalar eklendiğinde duygusunu geçiren ama Demirkubuz filmografisinde üst sıralarda yer almayacak bir film ortaya çıkar. 

 

Bazı yaratıcılar, aynı şeyi anlatmanın değişik yollarını deneyip dururlar. Hayatla olan dertlerini ya da hayata karşı söylemek istediklerini değişik hikayelerle, bambaşka karakterlerle anlatmaya çabalarlar. Zeki Demirkubuz da ilk filmi C Blok’tan bu güne aynı şeyi birçok değişik yoldan söylemeye çalışıyor. Sinema serüveninde geride bıraktığı yirmi yıla bakıldığında anlatmak istediklerini mükemmele yakın olarak ele aldığı filmleri de oldu, ortalama olanlar da; ama hiçbir zaman “vasata” düşmedi. Çünkü iyi bir eser ortaya koymanın ilk şartlarından birisi ne anlatacağınızdan emin olmaktır. Nasıl anlatacağınız ise size kalmış. 

 

Bu ay gösterime girecek olan Bulantı’nın nasıl bir film olacağını izlediğimizde göreceğiz ama Demirkubuz’un alametifarikaları olan “kötülük, suçluluk, ceza, karanlık” gibi kavramlarla bezeli olduğunu ve bütün filmografisinde olduğu gibi, yine güçlü bir metinle karşılaşacağımızı öngörmek yanlış olmayacaktır. 

 

 

 


 

 

* Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.