Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Lütfen bir oturuşta okuyun bu kitabı...”


İyi
Toplam oy: 637
Selçuk Demirel
Yapı Kredi Yayınları
Yazarın kelimelerinin ressamın çizgileriyle buluştuğu, yazarın hatıralarının ressamın hatıralarına karıştığı bir kılavuz kitap...

Sanırım bu yılın ilk aylarıydı; Selçuk Demirel bir röportajında son aylarını satırların altını çize çize, notlar ala ala Kara Kitap’ı okuyarak geçirdiğini, desenler çizip alıntılar seçtiğini belirtiyor, Orhan Pamuk’la işbirliğinin müjdesini veriyordu. İşte haberini bu şekilde önceden aldığımız, Selçuk Demirel’in resimleriyle Orhan Pamuk’un elyazmalarını buluşturan Sen Surat Okumayı Bilir misin? geçtiğimiz günlerde yayımlandı.

 

Başkahramanı Galip’in, karısı Rüya ve kuzeni Celâl’i arayışını konu alan Kara Kitap, birincil hikayesiyle tipik bir polisiye roman gibi okunabilecek olsa da, Pamuk’un roman boyunca hem alıntılarda, hem anlatım tekniğinde hem de içeriğindeki arayış hikayesinin alt metinlerinde Attâr'a, Mevlâna'ya ve Şeyh Galip'e atıfta bulunması, böylelikle postmodern bir kurguyla Doğu anlatı geleneğini bir araya getirerek yepyeni bir anlatı kurması Kara Kitap’ı Türk edebiyatının eşsiz eserlerinden biri yapıyor. Kara Kitap yayımlanalı yirmi yedi sene olmuş; kitaba dair tartışmalar da yayımlandığı günden beri sürüyor. Kimi eleştirmenlerce Orhan Pamuk’un şimdiye dek yazdığı en iyi roman olarak görülen, kimilerince de modern romanın gereklerini yerine getiremeyen Kara Kitap, edebiyatımızda üzerine en çok düşünülen, en çok yazılıp çizilen romanlardan biri kuşkusuz.

 

 

Selçuk Demirel, Sen Surat Okumayı Bilir misin?’de kitabı resimlemiyor elbette. Kitabın kurgusundan bağımsız olarak kitaptan seçtiği, muhtemelen bir okur olarak kendisini etkileyen bölümleri alıntılayıp romanın temel izleklerinden bazılarını konu ediyor çizimlerine. “İnsanın yalnızca kendisi olabilmesinin bir yolu var mıdır acaba?” alıntısıyla açılan kitaptaki çizimlerde romandaki temel izleklerin; kendi olmanın, kendini aramanın, kaybolmanın, yolculuğun, kişinin her hareketini izleyen yabancı gözlerin, kesik başların, cellatların, toplumsal baskının, başkalaşmanın izleri seziliyor. Orhan Pamuk’un yazdığı önsözde kitabın macerasını anlatırken sorduğu bir soru var: “Selçuk’un çizgisi, kaleminin ucu, benim kelimelerim arasında acaba nasıl kaybolabilirdi?” Bu sorunun cevabı Selçuk Demirel’in vapurlarla, Boğaz’la, Alaaddin’in dükkanıyla, uzaktan izleyen gözlerle, birbirine karışan sayfalar ve yazılarla, izleyenler ve izlenenlerle, sarmallarla, labirentlerle, harflerle, hüdhüd kuşlarıyla, yüzlerle, “yüzlerin gizli bakışları”, “bakışların korkunç esrarı”yla bezenmiş harikulade resimlerinde.


Yazının resme konu olduğu Sen Surat Okumayı Bilir misin?, yazarın kelimelerinin ressamın çizgileriyle buluştuğu, yazarın hatıralarının ressamın hatıralarına karıştığı bir kılavuz kitap. Kara Kitap-severlerin bu kitabı okurken kafalarındaki imgeleri ressamın çizdikleriyle karşılaştırıp romana dair bambaşka çözümlemeler yapacaklarına kuşku yok.

 

Orhan Pamuk’un sözleriyle bitirelim: “Kitap birlikte yapıp geliştirdiğimiz bir şeyden çok yavaş yavaş Selçuk’un kitabı oluyordu. Öyleyse bana da bu kitabın üzerine adımı koymak değil, ona bir önsöz yazmak düşer diye düşünmeye böyle başladım. Acaba önsözde ne yazacaktım? Şunu söylemek isterdim: Lütfen bir oturuşta okuyun bu kitabı... Kelimelerin ve resimlerin ruhunun aynı olduğuna inanan ve yazdıkları ve çizdikleri birbirine kardeş olan biri yazar diğeri ressam iki kişinin kaleminden, fırçasından çıktı her şey.”

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.