Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Antonio Tabucchi ile algıda yolculuklar



Toplam oy: 979
Yolculuk yazılarında entelektüel birikimiyle bizi etkileyen Tabucchi, bir edebiyatçı olarak hünerini asıl öykülerinde sergiliyor; hem de ne müthiş bir hüner...

Antonio Tabucchi öyle bir yazar ki, yolculuk etmek konusunda hayatı "ah keşke"lerle geçen benim gibi bir okuru, daha kitabının önsözünde avucunun içine alıyor. "Çok yer gezdim ve çok yerde bulundum," diyor Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar'ın başında. "Bunu büyük bir ayrıcalık olarak düşünüyorum çünkü bütün bir yaşam boyu ayaklarını aynı yere basmak tehlikeli bir yanlış anlamaya yol açabilir; sanki orası bizimmiş, dünyada her şey gibi ödünç olarak verilmiş değil de bize aitmiş sanırız."

 

 

Ve Tabucchi öyle iyi bir tur rehberi ki, onunla birlikte dolaşırken sadece yabancı diyarları değil, daha önceden haberdar olmadığınız bir edebiyat atlasını da keşfe çıktığınızı hissediyorsunuz. Sanatçıların, bilhassa yazarların ve şairlerin ayak izleriyle bezeli bir yolculuk kitabı Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar. İnsanda merak uyandıran, kısa ve çoğunlukla neşeli gezi yazılarından oluşuyor. Bu metinlerde Tabucchi'nin entelektüel kimliği ve zarif mizahı öne çıkıyor. "En iyisi boş vermektir," diyor Séte isimli bir sahil kentini anlatan ve Fransız şiirinin derin sularında dolaşan yazısının sonunda, "çünkü o sırada eski bir mermer lahtin üstüne oturmuş olursunuz, terli poponuz azıcık serinler, hafif bir meltem esmektedir ve gözleriniz denizin birbirinin tıpkısı dalgacıklarına dikilmiştir. Gerçekten kendinizi çok iyi hissedersiniz. Zaten önemli olan da budur."

 

Tabucchi'nin yolculukları Avrupa'nın doğusundan başlayıp Kahire ve Hindistan üzerinden Japonya'ya, oradan da Amerika kıtasına kadar uzanıyor. Bizim memleket yok mu diye soracak olursanız, arada kısa bir Kapadokya molası var. Edebiyat meraklısı okurların en çok ilgisini çekecek bölüm ise, sanırım Portekiz'i ve Pessoa'yı anlattığı sayfalar olacaktır. Neden Portekiz'e iltimas geçtiğimizi merak edenler için burada bir parantez açıp Tabucchi'nin hayat öyküsünü anımsayalım.

 

 



Portekiz tutkunu bir İtalyan

 


Portekiz tutkunu bir İtalyan olan Antonio Tabucchi, gençliğinde Álvaro de Campos isimli bir şairin şiirlerine hayran kalmış ve orijinal dilinden okuyabilmek arzusuyla Portekizce öğrenmiş. Malum, Álvaro de Campos, Fernando Pessoa'nın onlarca heteronym'lerinden, yani eserlerini kaleme aldığı hayali kimliklerinden bir tanesi. Tabucchi Portekizce öğrenmekle kalmamış, Portekiz dili ve edebiyatı konusunda İtalya'nın önde gelen akademisyenlerinden birisi olmuş. Pessoa'nın eserlerini İtalyancaya çevirmiş, Portekizli bir kadınla evlenmiş ve 2012 yılında ölene kadar yıllarının neredeyse yarısını Lizbon'da geçirmiş.


Pessoa, Antonio Tabucchi'nin Tersyüz Oyunu adlı öykü kitabında da sık sık karşımıza çıkıyor. Fakat iki kitap arasındaki benzerlikler sanırım sadece bundan ibaret. Çünkü yolculuk yazılarında entelektüel birikimiyle bizi etkileyen Tabucchi, bir edebiyatçı olarak hünerini asıl öykülerinde sergiliyor. Hem de ne müthiş bir hüner.


 

Varoluşun belirsizliğini mesele etmiş Tabucchi, öyküleri için şöyle diyor: "Hepsi bir keşfe bağlıdır. Günlerden bir gün, hayatın önceden kestirilemeyen koşulları sonucu, belli bir şeyin 'öyle' olmakla birlikte, aynı zamanda başka türlü de olduğunu fark edişime. Beni tedirgin eden bir keşifti o."


İşte o tedirginlik hissini okura da yaşattırıyor Tabucchi. Bu öyküleri okurken, bir olay ya da bir karakter hakkındaki algımız, aniden tamamen tersine dönebiliyor. Dahası, birbirine zıt bu iki algıdan hangisinin doğru, hangisinin yalan/yanılsama olduğunu anlamamız mümkün olmuyor. Şeylerin, hem “öyle” hem de “böyle” olabileceğiyle yüzleşmemiz gerekiyor.


Yazar, kitaba adını veren öykünün en başında önemli bir ipucu sunuyor okura: Velázquez'in Las Meninas isimli tablosu. Sanat tarihinin en çok tartışılan eserlerinden biri olan Las Meninas'ın kapakta yer alması, elbette rastgele bir seçim değil. Ancak oyunu çözebilmek -daha doğrusu oynayabilmek- için, kapak tasarımında görünen kare yeterli olmayacaktır. Meraklı okuyucu, biraz araştırma yapar ve resmin tamamını incelerse fark edecektir ki, kompozisyonun can alıcı kısmı (ya da bulmacanın çözümü) sadece kapağın değil, tuvalin de dışında yer alıyor. Diğer bir deyişle, önümüzde bir anahtar duruyor fakat ona bir türlü ulaşamıyoruz.


Tabucchi'nin metinlerinde de meselenin özü yazarın anlatmayı değil anlatmamayı tercih ettiği ayrıntıların arasında gizleniyor. Örneğin, “Tiyatro” isimli öykünün son satırlarında, "Onları aktarmanın bu öyküye bir şey eklemeyeceğini düşünüyorum," diyor anlatıcı. Oysa sözünü ettiği, okurun merak ettiği, hatta öyküyü anlaması için mutlaka öğrenmesi gerektiğini düşündüğü detaylar. İşte o noktada, yine Las Meninas'ı anıyoruz: İzleyici göremediklerini zihninde tamamlayarak nasıl resmin bir parçası oluyorsa, burada da okuyucu anlatının içine girip yazma eylemine dahil oluyor. Eksik kalan ayrıntıları kendi zihninde tamamlayarak öyküyü "yazıyor."


İyi yazılmış tüm öyküler, okura bu sorumluluğu, bu zihinsel oyun imkanını verir. Tabucchi ise bunu edebiyatının temel taşlarından biri haline getirmiş. Okurla yazarın yer değiştirmesi, onun için tersyüz oyununun farklı bir boyutu.


Tersyüz Oyunu'ndaki öyküler kesinlikle tek okumalık değil; edebiyat tutkunlarının defalarca geri dönüp yeni anlamlar keşfetmesine imkan tanıyan metinler. Öykü yazmaya hevesli okurlar için ise ders gibi; "Bu böyledir!" diyen aforizmacı üslupların buyurganlığından sıyrılmak için adeta bir serum sunuyor.


Üstüne üstlük Tabucchi bize edebiyatta oyunun, içinden çıkılması imkansız bir bulmaca kurmak olmadığını gösteriyor. Oyunu, okurun kendi zihninde çok katmanlı bir öykü oluşturabilmesi için, metinle arasındaki ilişkiyi sorgulaması için kullanıyor. Daha da önemlisi hayatla, gerçeklikle, varoluşla arasındaki ilişkiyi sorgulaması için.


Son olarak müstakbel okura bir de naçizane bir tavsiyem var: Tabucchi okurken mutlaka elinizin altında bir Pessoa kitabı da olsun. Çünkü henüz tanışmadıysanız merak edecek, tanıştıysanız ne kadar özlediğinizi fark edeceksiniz.

 

 

 


 

 


Görseller: Ece Zeber - Velázquez, Las Meninas

 

 


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.