Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Arka bahçelerden dolaşmadan


Vasat
Toplam oy: 791
Ursula K. Le Guin // Çev. Kemal Baran Özbek
İthaki Yayınları
Anlatış, hiçbir zaman eskimeyecek meseleler üzerine, hiçbir zaman bir öğretmen edası takınmadan, anlatmak istediklerini tane tane aktarıyor okura.

İçine düştüğümüz küçük veya büyük bataklıkların farkına varabilmemiz için, "içeride" ama "dışarı"dan bakan gözlere ihtiyacımız var. Ursula K. Le Guin'in gözleri gibi. Duvar, sınır, tanıdık-yabancı, erkeklik-kadınlık, kapitalizm, meta fetişizmi, evlilik, cinsellik... O kadar çok bataklık var ki. Gözetim mekanizmaları, kapatılma, özgürlük, biz-onlar... Le Guin, fena halde tanıdık ve bir o kadar da yabancı ortamlarda, mekanlarda tüm bu bataklıkların ne menem olgular olduğunu müthiş bir netlikle gözler önüne getiriyor. Hem neredeyse tamamıyla buralar gibi hem de tuhaf ve yabancı evrenlerde anlıyoruz "aslında" nasıl hayatlar yaşadığımızı, hangi çamura ne kadar battığımızı.

 

Dikkatli bakıldığında, görmek istendiğinde bir bilgisayar oyununun (Age of Empires, Empire Earth gibi) özünde kamu maliyesi veya uluslararası ticaretin temel kurallarının yattığı fark edilebiliyorsa, neden iyi bir bilimkurgu romanı da en temel felsefe, ekonomi, sosyoloji kitaplarının işlevini edinemesin? Mülksüzler mesela; kurumlar, kuruluşlar, "yönetmek" hakkında o kadar iyi sorular sorduruyordu ki! Ayrıca üniversite, sınav sistemi, bilgi, neyin "gerçek" olup neyin "gerçek" olmadığı, kapitalizm hakkında da. İdealistlerden oluşan küçük bir komün ile plütokratik-oligarşik ve kapitalist bir düzeni çarpıştırıyordu Mülksüzler. Yer yer iyi bir kent/mekan sosyolojisi kitabına da dönüşüyordu: Le Guin'in Abbenay ve Nio Esseia kentlerini anlattığı kısımlar, değme kent sosyolojisi kitabına taş çıkarır!

 

Le Guin'in –Karanlığın Sol Eli ve Mülksüzler gibi eserlerinin de bir parçası olduğu “Hainli Döngüsü”nün (The Hainish Cycle) son halkası olan ve Mülksüzler’in geçtiği Ekumen’e tekrar döndüğü– Türkçede yeni romanı Anlatış'ta ise din sosyolojisi ön plana çıkıyor. Fizikçi Shevek yerine bu kez Sutty var: Yine başka bir evrenden adeta bir toplumbilim müfettişi. Değişmezler tarafından Ekumen’in Aka gezegenindeki dört temsilcisinden biri olarak seçilen Sutty. Yerküre’nin bir yerlisi olan bu kız, yine başka gezegenden gelmiş bir yabancı. Zıtlaşmaların bağrından kopup gelmiş Sutty, “taşraya doğru seyahate çıkma” ile görevlendirilince esas hikayemiz başlıyor. Teknoloji-din ikilemi, sürekli ilerlemeci pozitivist bilimsel anlayış ve büyük sosyal değişimler derken nehir boyunca yolculuğumuz sürüyor: Sutty’nin yolu, yolculuğu çok uzun; güzergahı çetrefilli.

 

Anlatış, Mülksüzler'den daha sürükleyici, daha macera dolu, daha sinematografik; ama Mülksüzler'in altyapısı daha fazla siyaset felsefesi barındırıyordu. Bu kez sanki Amerika'dan Nepal'e, Hindistan'a, Vietnam'a bir Uzakdoğu seyahati yapıyoruz. Le Guin, yine hem tanıdık hem de yabancı mekan ve olayların fazlasıyla hakkını veriyor. Bir yandan kitapta yaşananların çok daha ağırları, vahşileri, acımasızları her an her saniye dünyamızın bir köşesinde yaşanıyor, yaşanmakta. Sosyal medyada, ana haber bültenlerinde en fazla birkaç saniyelik, dakikalık şaşırmalara, ses tonu değişimlerine, “hashtag”lere (etiketler) dönüşmekte. Şaşıracak ne kaldı sahiden de? Ne olursa, yaşanırsa gerçekten şaşırabiliriz artık?

Huzur, mantık, barış ve akıl

 

Gözetim, modern dünyanın detaylı kontrol ve kapatma mekanizmaları fazlasıyla cirit atıyor Anlatış'ta da. Yine kısa zamanda efsaneye dönüşecek bol miktarda aforizma mevcut (“Fikir tepkiyi bitirir,” [s.66], “Nesnelere sarılma, onlar seni yavaşlatır,” [s.100] vb). Ursula K. Le Guin'in kent sosyolojisi püsküren detaycı gözü bu kez Okzat-Ozkat’ı kat ediyor. Satır satır, sokak sokak. Muhtelif yabancı diller peşimizi Anlatış'ta da bırakmıyor.


Toplumsal ve cinsi kastlar, kadınlara karşı sergilenen Tekçilik’e özgü önyargılar ve hoşgörüsüzlükler ve homofobi, coğrafya ve zamanlar değişse de tüm gücüyle sürüyor. Huzur, mantık, barış ve akıl Anlatış'ta karşıt olgularıyla mütemadiyen çatışadursun, Sutty sık sık “Yanlış!” “Yanlış!” diye diye kendi kendini uyarmaya çalışacak.

 

İlginç baharatlarıyla Hindistan yemekleri, yitik sözcüklerle el ele ilerlerken, Okzat-Ozkat'ın ara sokaklarında Sutty ile birlikte okur da kaybolacak: “Yasaklanmış öyle çok şey var ki!”

 

 

 

Kitaplardan izolasyon malzemesi yapmak

 

Mülksüzler'de Urras'a 170 yıldır Anarres Yerleşim Bölgesi'nden gelen ilk ziyaretçi olan Shevek'e emanet ediyordu okuru Le Guin. Sutty de başka gezegen, başka topraklardan. Göç, göçmenler, tarihin yükü ve taşıdığı önyargılar, "ahlak" sorgulamaları Anlatış'ta da bol bol karşımıza çıkıyor. Bir zamanlar zihnimiz pinpon topu gibi Urras ve Anarres arasında gidip gelirken, Le Guin yeni romanında da okuru bol bol yeni düalitelerin uçurumuna salıveriyor. Iziezi’nin nefis yemekleri, yitip giden kelimeler, diller derken Anlatış’ı okumaya başlayıp da yarıda bırakmak güç. Le Guin’in tespitleri ve sistem eleştirileri her zamanki gibi sert. Üstelik dili Anlatış’ta olabildiğince akıcı.

 

Bir düşünsenize, herhangi bir kitap veya yazılı metin bulsalar, hemen imha ediyorlar. Şiir ve Sanat Merkez Bakanlığı’nın esas bürolarından biri Kitap Konumlandırma Ofisi. Bu ofisin görevi, kitapların yerini tespit edip onlara el koymak ve inşaat malzemesine dönüştürülmesi amacıyla ezilip adeta püre haline getirilecekleri fabrikalara göndermek. Kitaplardan izolasyon malzemesi yapıyorlar. Tekçiler, Doğu Asya ve Avrupa’yı ele geçirmiş. Washington Kütüphanesi bombalanıyor. Kendi tarihini yok eden bir dünyada kayıtları silmek, bir sanata dönüşüyor!

 

Anlatış, din tanımayan teröristler ile tapınmadan duramayan teröristler üzerine de önemli sorular sorduruyor okurlarına. Kitabın orijinalinin 2000 yılında yayımlandığı hesaba katılınca, Le Guin’in ne kadar ileri görüşlü olduğunu itiraf etmemek imkansız. Özgürlük Günü’nde Soluk Diyarlar’ın kapılarını açtıkları gün mesela: İnançsızlar üzerindeki iletişim araçları, kitaplar, kadınların giyim tarzı, seyahat, ibadet etme ve etmeme kısıtları kaldırılıyor. Anlatış, hiçbir zaman eskimeyecek meseleler üzerine, hiçbir zaman bir öğretmen edası takınmadan, anlatmak istediklerini tane tane aktarıyor okura. Durumları, meseleleri eğip bükmüyor, arka bahçelerden dolaşmıyor; o kadar doğrudan sorunların özüne iniyor ki, Le Guin’in cümlelerini uzatıp çekiştirip başka çerçevelere katmak mümkün değil.

 

Gezegenin hükümeti teknolojik bakımdan güç edinmek ve fikirsel özgürlük kazanabilmek için geçmişle ilgili ne varsa yasa dışı ilan eder. Kimi ebeveynler, rahipler, genç beyinlere batıl olgular aşılamaya çalışan öğretmenler ile gericilik çığırtkanları mı başarılı olacak? Yoksa tüm bu kıskaçlardan kurtulup özgür kalabilen cesur genç adamlar ile kadınlar mı? Nehir boyunca ilerleyen bir tekneyle bir çöl aşılarak devam eden yolculuk onuncu gün Okzat-Ozkat’ta tamamlanacak gibi görünüyor. Ama hayır, esas Anlatış bu noktada başlıyor!

 

 

 


 

 

 

Görsel: Seda Mit

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.