Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?



Toplam oy: 1164

Perec okumak her zaman sarsıcı, etkileyici, fantastik bir maceradır. Perec'in dünyası adeta büyükler için bir lunaparktır. Dilin, romanın, edebiyatın sorgulandığı, büyük bir edebiyat tutkusunun sergilendiği metinlerdir bunlar. Neredeyse tüm romanlarında otobiyografik ögeler egemendir. Sigara tiryakisi Perec'in henüz 45 yaşında iken bronş kanserinden ölmesi ne kadar büyük bir kayıptır. Üstelik Magnum Opus'u Yaşam Kullanma Kılavuzu'nun 1978'de yayınlanması ile kazandığı başarı sayesinde 17 yıldır çalıştığı bir hastane laboratuarındaki arşivcilik görevinden ayrılması (bazı eleştirmenler bu arşivcilik işinin Perec'in geliştirdiği stil üzerinde etkisi olduğunu iddia ederler), tüm zamanını edebiyata verebilmesinin mümkün olmasının üzerinden henüz üç yıl bile geçmemişken...

 

Hayata çok şanssız başlayan insanlardandır Perec. Fransız ordusunda asker olan babası 2. Dünya Savaşının başlarında ölür, annesi ise Nazi toplama kamplarının kurbanlarından birisi olur. Bu ağır geçmişin izleri metinlerinde kesif koyu bir karanlık gibi yayılmasa da her daim bir melankolinin izerini hissetmek mümkündür.

 

Bir diğer başyapıtı Kayboluş'un Türkçe baskısını tanıtım metninde belirtildiği gibi Perec'in Fransızca'da en çok kullanılan sesli harf olan "e"yi hiç kullanmadan bir roman yazması bir mucizeydi. Ama bir diğer mucize de Cemal Yardımcı'nın aynı biçimde hiç "e" harfi kullanmadan bu romanı Türkçe'ye çevirmesiydi. Artık rahatlıkla Perec uzmanı diyebileceğimiz Cemal Yardımcı'nın son muhteşem çevirisi, Perec'in Fransızca olarak 1966 yılında yayınlanan ikinci kitabı olan Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?.

 

Bazı durumlarda çevirmek en az yazmak kadar takdire şayan olabiliyor. Normal, gündelik dille yazılmış metinlerde çevirmenin görevi oldukça kolaydır. Ama yazdığı dilin altını üstüne getiren, bozan, sözcüklerle oynayan, yenilerini üreten, dilin, gramerin ıcığını cıcığını çıkaran yazarların metinlerini bir başka dile çevirmek gerçekte çevirme eyleminden öte tam anlamıyla bir yeniden yazma sanatıdır. İnsanın kendi dilinde Perec'in Fransızca'da düşündüğü gibi düşünebilmeyi becerebilmesi, kendi dilinin Perec'i olması gerekir. Cemal Yardımcı bu çevirisinde de sözcüğün tam anlamıyla döktürmüş! Artık ona Cemal Perec desek yeridir. Elimizde kısa ama müthiş keyifli bir metin var. Gidonları kromajlı bir pırpırın sahibi olan Çavuş Henri Pollak Cezayir savaşının arefesinde Montparnasse'da beraber "Lukkaş, Elifor, Heygel ve bu ayarda başka ağır toplar üzerine" sohbet ettikleri arkadaşları ile birlikte, metnin sonuna kadar adı Kara'lı bir şey olarak her sayfada değişen, gerçek ismini hiç öğrenemediğimiz (Karamanlis, Karawo, Karabaş, Karafol, Karaşov, Karabinoviç, Karafon, Karaplaş, Karaschmerz, Karayorgoviç, Karabom, Karamela, Karabina, Karadigma, vs.) bir askerin savaşa gitmesini engellemek amacı ile bir plan yapmak durumunda kalır. "Bu arada, bizler, Pollak Henri'nin kafadarları, rütbesiz başıbozuklar işi örgütlemeyi üstlenmiştik." Arkadaş grubu farklı planlar üzerinde düşünürler, tartışırlar. Acaba işe yarar bir plan üretebilecekler ve uygulayabilecekler mi? Karalberg, Karaşey, ya da Karpoşet (yoksa Karafoş muydu?) gibi bir adı olan asker Cezayir Savaşında telef olmaktan kurtulabilecek mi? Bu arada romanda sözü geçen kahramanların ve sahnelerinin çoğunun Perec'in gerçek yaşamından alındığını da belirtelim.

 

Bu kısa romanı müthiş bir dil ziyafeti ile okuyoruz: "Hayretler içinde kalan kulaklarıma, beni aynı anda şaşkın şabalak; sersem sepelek, allak bullak, şallak mallak, cıscıbıldak bırakan bir haber çalındı: Yüksek, Pek Yüksek Komutanlık (celle celaluhu) tarafından alınan karara göre, acilen behemehal mi, yoksa müteaddit mütekamil mütalaaları müteakiben mi alındığını kesin olarak bilmediğimiz bu karar uyarınca, Yüksek Komutanlık Muvazzaf Erat Şube Komutanı yüzbaşıya, aramızda kimlerin önümüzdeki ilk fırsatta, şanlı tarihimizle Fransız toprağı haline getirdiğimiz Afrika'nın necip tepelerini kanlarıyla sulamaya gideceğini saptayan listeyi hazırlamak gibi zahmetli bir görev vermiş bulunuyor."

 

Gidonları Kromajlı Pırpır, genellikle Perec'in başyapıtları arasında sayılmıyor. Ancak Perec'in dünyasını yeni keşfedecek okur için çok uygun bir başlangıç. Perec hayranları için ise herhangi bir şey söylemeye gerek yok. Onlar için Perec'in metinleri arasında hiyerarşik bir sınıflama söz konusu olamaz. Romanı bitirince işiniz bitti sanmayınız, Perec'in kitabın sonunda size bir sürprizi var: "Belagat bahçesinin çiçekleri ve süslemeleri".  Yani "okunmuş olan metinde yazarın saptadığını sandığı söz sanatlarına ilişkin." Hadi bakalım, çıkın işin içinden! Cemal Yardımcı bu kısa dizine de büyük mesai harcayarak sözcüklerin yeni Türkçe anlamlarının yanısıra Eski Türkçe anlamlarını da büyük bir başarı ile karşılamış.

 

Bu gibi metinleri bir kere okumak kesmiyor insanı, şimdi sindire sindire, keyfini çıkarta çıkarta ikinci kez okumak için müsadenizi istiyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.