Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

BaşkaDünyalar // Kanun dışı sanatların bir dalı olarak büyü


Zayıf
Toplam oy: 677
Jim Dodge // Çev. Ayşe Ünal
Monokl
Jim Dodge’un kurgusundaki fantastik, tıpkı romandaki büyülü taş gibi, tüm gerçekliğin ortasında elmas bir küreymişçesine parlıyor.

Taş Kavşak, babasının kim olduğunu bilmeyen, annesinin gizemli ölümünde kimlerin rol oynadığını bulmak isteyen, çocukken kendisini içinde bulduğu AMO (Büyücüler ve Kanun Kaçakları Birliği) adlı tuhaf bir derneğin çevresinde yetiştirilen, en sonunda kendisine verilen imkansız görevi yerine getirmek amacıyla gerçek dünyadan çıkıp fantastik bir boyuta nasıl adım atacağını öğrenen Daniel’ın öyküsünü anlatıyor. Thomas Pynchon, “bir kanun kaçağı destanı” ve “büyücünün Bildungsroman’ı” diye tanımladığı bu eseri, tanrısal bir figürün vücuda gelmesi olarak da okuyabileceğimizi söylüyor. Görüldüğü gibi bu eserin büyülü/fantastik yanı ile gerçekçi yanını dengeleyerek tanım yapmak zor. Bir açıdan bakıldığında David Eddings’in Belgariad serisinin yirminci yüzyıl Amerika’sına sızmış bir versiyonu ya da Yüzüklerin Efendisi’nin herhangi bir şehir fantazyasına taşınırken fazlasıyla törpülenmiş bir modeli gibi. Bu “sızma” ve “törpüleme”den elimize kalan, en saf haliyle bir büyüme öyküsü aslında. “Büyülü gerçekçilik” biraz kaçamak bir tanımlama, “fantastik” dememek için sığınılacak son liman gibi adeta. Halbuki Jim Dodge doğaüstü unsurunu öyle kullanıyor ki tüm bildiğimiz gerçeklik, olaylar ve kahramanımız Daniel, o doğaüstü hakikat tarafından tanımlanıyor nihayetinde. Kısacası fantastiğin var olmadığı yerde gerçekliğin de var olmadığına varıyoruz Daniel’ın öyküsünde.

 

Annesi Daniel’ı doğurduğunda on altı yaşındadır ve bir yetimhanede gözetim altındadır. Daniel’ın doğumuyla annesinin de yolculuğu başlar; yeni tanıştığı birinin teklifi sonucunda kanundan kaçan sıra dışı insanlarla aynı havayı soluyacaktır artık. Daniel büyürken kendini bu tuhaf yeraltı dünyasının içinde bulur. AMO adlı gizli derneğin üyeleri arasında kanun kaçakları olduğu kadar şamanlar, büyücüler, mistikler, çılgın bilim insanları da vardır. Kimileri Daniel’a şiiri, meditasyonu öğretir, kimileri de sabotaj sanatlarını, evrakta sahtecilik yapmayı… Eğitimi sırasında bu karakterlerle yakınlaşan Daniel, onlarda, yaşının da verdiği motivasyonla hiç tanımadığı babasını bulmaya çalışır. En büyük dileği babasının kim olduğunu öğrenmektir, ta ki annesi öldürülene dek. Cinayet mi, komplo mu, yoksa bir kaza mı olduğu bilinmeyen bu gizemli ölümden sonra Daniel’ın tek dileği annesinin katilini bulmak olacaktır.


Annesinin ölümünden sonra Daniel’ın eğitimi daha disiplinli bir şekilde devam eder. Kilitli kasaları açmayı, kılık değiştirme sanatını öğrenir ustalarından. İşte bu noktaya kadar gerçekçi bir izleğin peşinde takip ederiz Daniel’ın öyküsünü. Ancak öğreneceği çok önemli bir sanat daha kalmıştır; o da görünmez olmaktır. Daniel’a bu sanatı öğretecek olan ustasının adı Volta’dır. Volta, zamanında bedenini maddesellikten çıkarmayı, atomlarına ayırmayı başarmıştır. Bunu öğretebileceği tek kişi de Daniel’dır, çünkü kahramanımız bir nevi “seçilmiş kişi”dir. AMO’nun en önemli işini, kaynağı ve gücü bilinmeyen bir elmasın çalınmasını Daniel’e veren Volta, bu işin karşılığında annesinin katilinin ismini açıklamayı vaat eder.

 

İşte Taş Kavşak’ın asıl öyküsü bu noktada dönüşmeye başlar, fakat bir önceki kılık değiştirme öğrenimi de öykünün fantastik boyuta uzanışında bir ön ders niteliği taşır, çünkü Daniel’ın ustasından öğrendiği gibi, kılık değiştirmek demek başkası olmak demektir. Başkası olmak için onun kıyafetini giymek, mimiklerini kopyalamak yetmez. Bir kimlik arayışıdır bu, o yüzden de “fantezi” gerektirir. Daniel’ın ustasının dediği gibi: “Gerçek hayal gücüdür bu, yarattığın şey olduğun düzeydir. O kimlikler zaten senin içindedir. Kimliğin tekil, eşsiz olduğunu düşünürüz. Oysa bu yalnızca olasılıklardan birinin ifadesidir. Ölü, diri ya da henüz doğmamış her bir insan senin içindedir. O benlikler deposunu aç, kendi mecaz gövdeni geçir üzerine.” Böylece fantastik boyuta bir adım daha yaklaşmıştır Daniel. Başka bir kimliğin hayalini kurup ya da hiçlikten bir kimlik yaratıp onun yerine geçebilmeyi öğrenir. Fantezilerinin ikametgahı gerçekliktir artık. Tam da yeni öğrendiği bu sanat sayesinde hazırlanır yeni eğitimine. Son eğitimi görünmez olmak, daha doğrusu yok olmaktır. Yok olduktan sonra geri gelmeyi öğrenmek de bu eğitimin bir parçasıdır elbette. Görünmezlik, kılık değiştirmenin son noktasıdır, üzerine hiçliği giymektir. Eğer Daniel bu sanatı öğrenebilecek yegane kişiyse, gerçekten seçilmiş biri ve hatta tanrısal bir varlıksa, başarması gereken görev de bir o kadar ağır olacaktır tabii ki.

“Büyüyen” kahramanın kaderi

 

Fantastik yolculuk edebiyatının klasik unsuru olan arayış nesnesi, Daniel’ın öyküsünde de karşımıza çıkar nihayetinde. Bir nevi kutsal kase ya da Felsefe Taşı’dır bu. Aslı ise büyük bir elmas küresidir, ancak nereden geldiği, nasıl bir güce sahip olduğunu bilmek o kadar da kolay değildir. Daniel onu ele geçirene kadar da adeta hayali bir nesne olarak kalacaktır. Jim Dodge, klasik fantastik unsurları birbiri ardına sıraladığı için Daniel’ın görünmez olmayı becerip büyülü elması çalması sürpriz olmayacak okurlar için. Asıl önemli olan, görünmez olduktan sonra tekrar görünür olup olmayacağı ya da tamamen muammadan ibaret bir elmas küresiyle ne yapıp yapmayacağı. Burada Eddings’in kahramanı Garion ve onun arzu nesnesi Aldur Taşı’nı ya da Tolkien’in kahramanı Frodo ve onun yüzükle kurduğu ilişkiyi anmamak elde değil. Jim Dodge’un fantastik edebiyata yaptığı katkı da bu arzu nesnesinin peşinden giden, artık “büyüyen” kahramanın kaderinde, seçiminde yatıyor. Yirminci yüzyılda geçen bir öykü de olsa, bize sadece kendi içimize bakmayı hatırlatan tipik bir fantastik kurgu olmakla kalmıyor Taş Kavşak, aynı zamanda Garion ve Frodo’ya dönüp, onların öyküsünü tekrar düşünmeye de sevk ediyor.

 

Daniel’ın öyküsünde gerçeklik büyük bir yer kaplıyor kaplamasına, fakat kapladığı yere oranla daha ağırlık kazanan taraf fantastiğin alanı oluyor. Günümüzün Amerikan gerçekliği ham, hatta yer yer ironik bir şekilde yansıtılsa da, Jim Dodge’un kurgusundaki fantastik, tıpkı romandaki büyülü taş gibi, tüm gerçekliğin ortasında elmas bir küreymişçesine parlıyor, onda kendimizi kaybetmemiz ve elbette bulmamız için.

 

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Nihan Sarı

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.