Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

BaşkaDünyalar // Lovecraft’ın karanlık kozaları



Toplam oy: 789
W. Scott Poole // Çev. Hasan Fehmi Nemli
Alfa Yayıncılık
Lovecraft arkasında sadece popüler kültürde heba olan fantastik bir dünya değil, bir edebi zihniyet, öykücülük anlayışı ve benzersiz bir üslup bıraktı.

Edgar Allan Poe ile birlikte çağdaş korku edebiyatının üzerinde en çok etki bırakan iki yazardan biri olan H. P. Lovecraft’ın, ölümünün 80. yılını geride bırakırken, Poe’ya kıyasla özel hayatı hakkında daha fazla bilgiye sahip olduğumuz bu usta kalemin etkilerinin hangi noktalara uzandığını özellikle son zamanlarda daha fazla görür olduk. Yaşadığı dönemde, iki dünya savaşı arasındaki karanlık zaman diliminde yazdıklarıyla çok küçük de olsa belli bir edebi çevreyi, ölümünden sonraysa dallanıp budaklanan “Cthulhu mitosu”yla hem korku, fantastik kurgu ve bilimkurgu edebiyatını hem de bu türlerin doğurduğu popüler kültürü etkileyen Lovecraft, kurgu eserleri dışında yazdığı yüzlerce mektupla, hayatı ve görüşleri de tartışılan biri haline geldi.

 

W. Scott Poole’un H. P. Lovecraft: Delilik Dağlarının İçinde başlıklı araştırma kitabı, yakın zamanda korku edebiyatı okurlarını meşgul eden, özellikle ABD’de ilgili birçok kişiyi birbirine düşüren ırkçılık tartışması henüz gündemdeyken yayımlandı. Güncelliğini korumasının ve Türkçeye de gecikmeden çevrilip yayımlanmasının bu eserin en önemli özelliği olduğunu söyleyebiliriz.

 

Lovecraft birçok yoruma, farklı okumaya ve eleştiriye müsait eserleriyle uzun yıllardır mercek altına alınıyor. Hayatı, kurgu ve kurgu dışı eserleri ve özellikle de mektupları bağlamında birçok önemli araştırmaya konu olan Lovecraft üzerine yayımlanan eserler arasından Türkçeye çevrilmesi için Poole’un kitabının seçilmesinin sebebi, belki de genel olarak içeriğinden ziyade güncel tartışmalara yer veriyor olması. Aslında Lovecraft’ın eserleri ve hayatı söz konusu olduğunda aklımıza ilk gelen isim, Hint asıllı Amerikalı eleştirmen S. T. Joshi’dir. Lovecraft üzerine araştırmaya dayalı bir şey yazarken ya da söylerken Joshi’ya atıfta bulunmamak imkansızdır. W. Scott Poole da bu mecburiyetle Joshi’nin izinden gidiyor ve ona sık sık referansla ele alıyor iddialarını. Edindiği bilgileri kimi zaman yeniden yorumlamaya çalışıyor ve Joshi’yle ters düştüğü noktaları da belirtiyor.

Bir Lovecraft hayranı

 

Poole’un kitabı temelde üç bölümden oluşuyor. “Zebaniler” başlıklı ilk bölümde yazar, Lovecraft’ın küçük yaşlarda okuyup ya da dinleyip etkilendiği eserlerde ve ailesinin öyküsünde odaklanıyor. Binbir Gece Masalları, Grimm Masalları, on sekizinci yüzyıl gotik romanları, Gustave Doré’nin resimlediği Kayıp Cennet gibi eserlerle Lovecraft’ın nasıl tanıştığını anlatırken, bir yandan da evdeki aile hayatının karanlığını, Lovecraft’ın yaratıcılığındaki etkileriyle ele alıyor. “Ailesi onu karanlıkla sarmaladı,” diyor Poole ve ekliyor: “Lovecraft onu bir kefen değil koza olarak kullandı.”

 

Yazarın bu bölümdeki asıl hedefinin ise Lovecraft’ın annesinin –Sarah Susan Phillips Lovecraft’ın– saygınlığını iade etmeye çalışmak olduğunu söyleyebiliriz. Lovecraft üzerine yapılan yorumlarda sık sık onun hastalık hastası ve münzevi bir karaktere bürünmesinde, kasvetli bir çocukluk geçirip psikolojisinin erken yaşta bozulmasında gerçek suçlu olarak ilan edilen annesinin Lovecraft’la kurduğu ilişkiyi aydınlatmaya çalışıyor ve iddiaların aksine, Lovecraft’ı bugün bildiğimiz haliyle korku edebiyatının ustası yapan süreçte en önemli payın annesine ait olduğunu kanıtlamaya uğraşıyor. Lovecraft’ın hayal dünyasını zenginleştiren, onu bilimle tanıştıran, güçlü ve zayıf olduğu yönleri keşfetmesi için ona olanaklar sunan, yeni tecrübeler edinmesi için kapılar açan kişinin Sarah Susan Lovecraft olduğuna işaret ediyor. Ayrıca bu bölümde içine kapanıklığıyla tanınan yazarın nasıl farklı bir sosyallik anlayışı olduğunun da üzerinde duruyor Poole. Bir mektup yazarı olarak Lovecraft’ın nasıl bir sosyal çevre kurduğunu bugünkü dijital sosyal medya ortamlarıyla karşılaştırarak yorumlayan Poole’un tespitlerinin de nokta atışı olduğunu belirtmek gerek.

 

“Yasak Kitaplar” başlıklı ikinci bölümde ise Lovecraft’ın yetişkinliğindeki kişisel hayatına daha yakından bakmaya başlıyoruz. Lovecraft’ın evliliği ve cinselliğiyle paralel bir şekilde yazdığı öykülerin gelişimini takip ediyoruz. “Cthulhu Diriliyor” başlıklı son bölümde de özellikle August Derleth’in ve Arkham House yayınevinin Lovecraft’ın edebi mirasında nasıl paradoksal bir yer kapladığını yorumluyor Poole. Korku edebiyatı ve sinemasındaki Lovecraft etkisini Stephen King, Thomas Ligotti, John Carpenter ve daha birçok isim ve eser üzerinden ele alıyor. Bugünlerde gündemde olan Lovecraft’ın ırkçılığı hakkında ise, Poole’un tartışmayı isabetli bir şekilde özetleyip yorumladığını söyleyebiliriz.

 

Ortaya koyduğu her türlü tartışmaya rağmen bir Lovecraft hayranı olduğunu açıkça dile getirmekten çekinmeyen Poole, bu kitabı öncelikle Lovecraft’ı kulaktan dolma bilgilerle tanıyan insanlara hitaben kaleme aldığını söylüyor. Gelgelelim, içerik olarak yazarın niyet ettiği şekilde dengelenmiş bir araştırma kitabı olduğunu söylemek zor. Bir nevi Lovecraft’a giriş kitabı olmak için fazla detaylı, ama halihazırdaki Lovecraft okurları için de kimi zaman yüzeysel kalacak bilgilere yer verildiği de bir gerçek. Hem bir biyografi, hem bir öykü eleştirisi hem de sosyolojik/politik tespitlerde bulunmaya çalışan bir kitap olma gayreti, Lovecraft’ın dünyasına giriş niteliği taşımak gibi zor bir niyetle birleşince, eserdeki içerik dengesizliği daha görünür oluyor. Türkçeye çevrilmiş bir muadili olmadığı için her korku, fantastik kurgu ve bilimkurgu okurunun elinin altında bulunması gereken bir kitap da olsa, özellikle Lovecraft’ın edebi mirası hakkında değerli yorumlarda bulunma potansiyeli olduğunu gösteren bu eser, kimi bölümlerde altı çizilecek soruları gündeme getirmeyi başarırken kimi bölümlerde vasat bilgileri sıralamaktan öteye gitmiyor.

 

Lovecraft arkasında sadece popüler kültürde heba olan fantastik bir dünya değil, bir edebi zihniyet, öykücülük anlayışı ve benzersiz bir üslup bıraktı. Bilinmeyenin, ölümün ve insanın evrende kapladığı küçük yerin ifade edilmesindeki güçlüğü gösterircesine engin bir kelime hazinesi oluşturdu. Poole’un dediği gibi, “Lovecraft kendimiz ve geçici olarak ikamet ettiğimiz evren hakkındaki sırrı açığa çıkardı.” Bu sırrı öğrenmek için gideceğimiz kaynak ise elbette Lovecraft’ın kendisi; edebiyatı.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Onur Aşkın

 

 

 


 

 

 

Lovecraft'ı niçin okumalıyız? Ayrıntılar için tıklayınız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.