Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Baştan sona doğru okumak mı; çok sıkıcı!


Gayet iyi
Toplam oy: 268
“Sayfaların arasında dilediğince gezin. Unutma! Bu kitabın başkahramanı sensin.”

Zamanla pek bir korkutuculuğu kalmıyor, hatta sıkıcı hale bile gelebiliyorlar ama, benim lunaparklarda en sevdiğim kısım, korku tünelleri. Bir arkadaşımızla birlikte yan yana bir “araba”ya biner (yalnızken o kadar eğlenceli olmuyor), yol boyu çığlık efektleri ve çoğunlukla kırmızı-yeşil yanıp sönen loş ışıklar eşliğinde korkutucu kuklaların, plastik iskeletlerin üzerimize doğru ani hamlelerine maruz kalırız... Ancak bir keresinde, bir arabayla değil de, yürüyerek dolaşılan bir korku tüneline girdiğimi hatırlıyorum. Diğerleri gibi bu korku tüneli de karanlıktı elbette, dolayısıyla el yordamıyla ilerliyorduk. Bir süre sonra karanlıkta önüme çıkan yollardan hangisini seçeceğime karar verememiş, duvarlarda birtakım ne olduğunu bilmediğim "şeyleri" ellemiş ve gerçekten de kaybolmuştum. Altımda rotası belli bir araba yoktu ne de olsa, her şey bana bağlıydı... İşte o korku tünelinde hem gerçekten korktuğumu hem de gerçekten eğlendiğimi hatırlıyorum.

 

 

“Macera Tüneli” serisindeki kitaplar da, tam olarak işte o yürüyerek dolaşılan korku tünelleri gibi. Uzayın derinliklerinden okuyanusların derinliklerine, Antik uygarlıkların gizeminden perili köşklerin esrarına türlü macera (aventür, demeliyiz belki de) vaat eden “Macera Tüneli” serisindeki kitapların kuşkusuz en ayırt edici özelliği başkahramanın -gerçek anlamda- okurlar olması. Şu cümlelerle başlıyor her bir kitap: “Macerasever dostum! Bu kitabı okurken değişik bir macera yaşayacaksın. Onu alışık olduğun diğer kitaplar gibi baştan sona okuma. Sayfaların arasında dilediğince gezin. Unutma! Bu kitabın başkahramanı sensin.” Örneğin Zaman Tüneli kitabının bir yerinde önümüze şöyle iki seçenek çıkıyor ve seçim bize bırakılıyor: “Soğuktan ve rüzgârdan korunmak üzere kendinize bir barınak arayacaksanız sayfa 6'dan devam edin” ya da “Eğer dondurucu rüzgâra meydan okuyup çevrenizde olan bitenleri görmeye niyetliyseniz sayfa 16'ya ilerleyin” gibi... Üstelik her bir kitapta 20'ye yakın “son” bekliyor bizi. Kimi zaman her şeyin bir rüya olduğunu öğrenerek bitiriyoruz hikayeyi, kimi zaman da maceranın devam edeceğini düşünerek girdiğimiz bir mağarada korkunç irilikte bir kaplana yem olabiliyoruz. Kimi zaman bir dedektif, kimi zaman bir kaşif, kimi zaman geçmişle gelecek çağlar arasında dolaşan bir zaman gezgini gibi davranmamız gerekiyor bu maceralarda. “Macera Tüneli” kitaplarının sayfaları arasında dolaşırken atıldığımız serüvenlerin haddi hesabı yok!

 

 

Türkçede 80'li yılların sonunda yayımlanmaya başlayan seriye, nedense yirminci kitaptan (bazı kaynaklara göre otuz) sonra devam edilmemiş. Oysaki yurt dışında orijinal seriden, “Choose Your Own Adventure” (Maceranı Kendin Seç) üst başlığıyla 1979 yılından başlayarak 90'lı yılların sonuna kadar tam 185 kitap yayımlanmış; Edward Packard ile R. A. Montgomery imzasıyla. Türkçede orijinal serideki sıra izlenmemiş, o dönemde yayımlanan kitaplar şunlar: Tibet'in Gizli Hazinesi, Uzay Şeytanı, Ufo'nun Tutsakları, Uzay Dışında Yolculuk, Bay Thrombey'i Kim Öldürdü?, Dikili Taşların Esrarı, Öldüren Gölge, Lanetli Şato, Yeraltı Krallığı, Tehlikeler Evi, Zaman Tüneli, Zaman Tüneline Dönüş, Deniz Altında Macera, Kara Şatonun Esrarı, Dünya Tehlikede, Süper Bilgisayar, İpek Kralı Kayboldu, Uzay Kartalı, Denizde Tehlike, Piramitteki Sır. “Macera Tüneli” serisine Türkçede devam edilmediği gibi, ilk çıkan kitapların yeni baskıları da yapılmıyordu; sahaflarda bulmak bile pek kolay değildi artık. (Doğan Egmont etiketiyle zaman zaman bazı maceralar yayımlandı ama bir seri mantığı yoktu.) Ancak bu cümleyi artık şöyle bitirebiliriz: “şimdiye kadar”... April Yayıncılık, 2013 yılında yayımlamaya başlayıp devamını getirmediği bazı “Macera Tüneli” kitaplarını yeni bir tasarımla yeniden basmakla kalmamış, seriye yeni kitaplar da eklenmiş. Böylelikle R. A. Montgomery imzalı altı Macera Tüneli kitabına kolaylıkla ulaşmak mümkün artık: Atlantis: Denizler Altında, Himalayalar: Yeti’nin Peşinde, Uzayın Derinliklerinde, Robotum ve Ben, Mayaların Gizemi, Kaçinaların İzinde.

Eğlence konusunda benzersiz bir deneyim sunan bu kitaplar, her ne kadar içimizdeki çocuğu henüz kaybetmemişsek de, bir süre sonra “yeterli” gelmeyebilir elbette. Bu noktada da imdadımıza, Türkçede yine April Yayıncılık’ın yayımladığı, “Şahane Hatalar” serisi yetişebilir. “Gerçek hayatta geçmişinizi değiştiremezsiniz ama Şahane Hatalar'da imkansız diye bir şey yok!” Hatta, henüz Türkçede değil belki ama bu eğlenceye biraz daha “edebi” olarak katılmak isteyenler için de alternatifler mevcut. Örneğin Ryan North imzalı To Be or Not to Be’de kendinizi Hamlet’in seçimlerini kontrol ederken bulabilirsiniz ya da seçiminiz Emma Campbell Webster imzalı Lost in Austen da olabilir... Hangi kitaptan başlayacağınızın kararı tamamen size ait ya da bu dergiyi okumaya devam etmek istiyorsanız, 60. sayfaya geçebilirsiniz!

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.