Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Betto'nun Brezilya’sı



Toplam oy: 813
Frei Betto // Çev. Serap Gezer
Ayrıntı Yayınları
Brezilya Oteli, tam bir kara roman ama aynı zamanda –Brezilya'nın içler acısı halini gözler önüne seren– trajikomik bir roman.

Çok sayda dile çevrilen 60 kitabı bulunan Frei Betto’nun polisiyesi Brezilya Oteli, bir otelde işlenen seri cinayetler etrafında gelişiyor. Katilin ve bir sonraki kurbanının kim olacağı sorusuyla hikayenin gizemini sonuna kadar koruyan Betto, aslında ülkesinin siyasi, ekonomik ve sosyal panoramasını ortaya koymuş. Diğer bir deyişle Brezilya Oteli, ironik ve radikal bir Brezilya eleştirisi...

Carlos Alberto Libânio Christo, ya da kısa adıyla Frei Betto, 25 Ağustos 1944 yılında Brezilya’nın Belo Horizonte kentinde doğmuş. Gazetecilik eğitimi aldığı yıllarda -20’li yaşlarında- Dominiken Klisesi’ne katılmış. Ayrıca antropoloji, felsefe ve teoloji eğitimi görmüş. 1970’lerde askeri diktatörlük tarafından Brezilya dışına insan kaçırdığı gerekçesiyle dört yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Hapisten çıktıktan sonra da Brezilya’daki açlık sorunuyla mücadele etmek amacıyla siyasetle ilgilenmeyi sürdürüyor Frei Betto. Barış, sosyal adalet, Latin Amerika ve Karayipler'de insan hakları evrensel kültürünün yerleşmesine katkıları nedeniyle 2013 yılında UNESCO tarafından José Martí Ödülü’ne değer görülüyor. 2007 yılından bu yana da São Paulo Adalet ve Barış Komisyonu İstişare Konseyi üyesi olan Betto, siyasi ve felsefi çalışmalarının yanı sıra edebi yapıtlarıyla da tanınıyor; 1982 yılında Batismo de Sangue romanıyla Brezilya'nın önemli edebiyat ödülü Jabuti’yi kazanmış. A noite em que Jesus nasceu (İsa'nın Doğduğu Gece) romanı da São Paulo Sanat Eleştirmenleri Derneği tarafından verilen En İyi Çocuk ve Gençlik Çalışmaları (1998) ödülünü kazanıyor. Brezilya Oteli romanı ise, yine Jabuti ödülü finalistleri arasında yer almış.


Bir otel, bir ülke


Bir roman kahramanı önemine haiz Brezilya Oteli ile başlayalım özetimize: “Neoklasik Fransız tarzı, gri bir binaydı, köhne ve kasvetli görünüyordu, ama coşkulu mangueira’larla gölgelenmişti. Giriş, trabzanı kanatlı karıncalar tarafından harap hale getirilmiş, çürük bir merdivenin üst tarafında bulunuyordu. Paslı bir eski levha okunuyordu: ‘Bekar bay ve bayanlar için odalar. Aile ortamı.” Bakmayın aile ortamı dendiğine; bir zamanlar bu eve hizmetçi olarak girmiş yaşlı bir kadın tarafından işletilen otel pek de mazbut sayılmaz. Bir travesti, kendisi de fahişelikten gelme bir kadın satıcısı, aklı fikri televizyon yıldızlığında taşralı bir kız, kardeşi cinayet ve soygundan hüküm giymiş otel görevlisi, tekinsiz bir değerli taş satıcısı, siyasete soyunan eski bir solcu, bir gazeteci ve bu hikayenin kahramanı Cândido...

Cândido küçük bir kasabada doğup büyümüş, bir manastırda papazlık eğitimi görmüş, inancı sarsılıp papaz cübbesi giymekten vazgeçtiğinde bir köy okulunda öğretmenlik yapmış genç bir adam. Rio'da bir yayınevinde redaktör –daha doğrusu gölge yazar– olarak çalışıyor ve devlet şiddetine maruz kalan sokak çocuklarını korumakla uğraşan bir sivil toplum kuruluşunun aktivisti. Yani polisin hiç hoşlanmadığı tiplerden. Haksızlık etmeyelim, cinayet soruşturması ilerledikçe polisin hoşnutsuzluğunun sadece Cândido'ya yönelmediğini anlıyoruz. Polisin gözünde bütün Brezilyalılar –hele ki yoksul ve düşkün olanları– potansiyel süpheli, hatta suçlu konumunda.

Bu renkli şahısları barındıran otel hiç kuşkusuz bir Brezilya metaforu. Hele ki ilk cinayet işlenip işin içine polisler karıştığında ve hemen ardında Cândido sayesinde hikayeye yazarlar, yayıncılar, üniversite çevreleri ve favelalarda yaşayan sokak çocukları da katıldığında Brezilya'nın hemen her kesimi, cinayetten tutun da tacize, tecavüze, enseste kadar her türden suç temsiliyet kazanıyor. Cinayetlerin ABD kökenli seri katil hikayeleri kadar şiddet ve gizem içerdiğini söyleyebilirim. Ne var ki her yeni cinayetle hikayenin toplumun bir başka kesimine açılması, toplumun her kesimine yayılan çürümeyi sergilemesi, özellikle de kapkara mizahı Brezilya Oteli’ni seri imal edilen polisiyelerden farklılaştırıyor. Brezilya Oteli, tam bir Latin Amerika polisiyesi.




Brezilya polisiyeleri


Brezilya’daki polisiye yazımı geç başlamış, 20. yüzyılın sonuna doğru yavaş da olsa gelişmiş ve gerek nitelik gerekse de nicelik açısından –uluslarası düzeyde– hatırı sayılır bir polisiye külliyatı birikmişti. Daha ilk Brezilyalı detektif romanının, jürinin resmi yetkiliyi suçsuz bulduğu bir mahkeme sahnesiyle son bulması, akımın izleyeceği yolu göstermesi açısından simgesel bir öneme sahiptir. Gerçekten de 1970’ler ve 80’lerde, suç kurgusu sosyal protesto için bir araç olmuş, otoriter bir devletin ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü sosyoekonomik sistem hedeflenmişti. 1980’lerden başlayarak sosyal protesto polisiyeleri –“contros policias”– Brezilya’da özgün bir “tarz” olduklarını kabul ettirdiler. İronik ve alaycı üsluplarıyla, geç ve yavaş bir başlangıca rağmen Brezilya polisiyeleri toplumun sosyal hastalıklarına ve ekonomik eşitsizliklerine ışık tutan önemli bir rol üstlenmiştir. Ciddi problemleri ve büyük değişiklikleri olan bir ülkeyi anlamak için önemli bir pencere açan bu akımda yer alan pek çok önemli yazar var. Mesela Jair Francisco Hamms, Ulisses Tavares, Glauco Rodrigues Correra, Rubem Fonseca, Frei Betto, Luis Fernando Verissimo...

Brezilya’nın en büyük yazarları arasında sayılan Rubem Fonseca konumuz açısından iyi bir örnek. 1925 doğumlu Rubem Fonseca, parlak kariyerini bütünüyle polisiye yazımıyla sürdürmemekle birlikte, “çirkin gerçekçilik” adını verdiği roman anlayışıyla Brezilya’nın büyük kentlerinden taşrasına kadar uzanıp çok sayıda insan tipini bir araya getiren polisiyeler yazmış, Brezilya toplumunun bilinçaltına, aslında gerçek tarihine temas etmiştir; “kontrolsüz güç, korku, aptallık ve yoksulluk”… Frei Betto da kariyerinin ilk polisiyesi Brezilya Oteli’nde Fonseca'nın yolunu izleyerek hem toplumun çeşitli katman ve tabakalarını hikayesine katmış hem de hikaye boyunca Brezilya toplumunun kenarına itilmişlerine hayat vermiş: Rio’nun istismar edilmiş ve peşine düşülüp avlanmış, ama aynı zamanda uyuşturucuya bağımlı ve şiddet suçlarına eğilimli gecekondu çocukları başrolde. Ama gerçek suçlular onlar değil, devleti temsil edenler, aslında sistemin ta kendisi...

Brezilya Oteli, tam bir kara roman ama aynı zamanda –Brezilya'nın içler acısı halini gözler önüne seren– trajikomik bir roman. Le Monde gazetesinin tanıtım yazısında roman şöyle özetlenmiş: “Türünün en iyi standartlarında yazılmış harikulade bir klasik gizem romanı. Çözümlenemeyen bir cinayet soruşturmasının katmanları arasında, Betto yaralı ve kanayan gerçek Brezilya’nın görüntüsünün içine giriyor.”

 

 

 


 

 

Görsel: Dilem Serbest

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.