Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir başkalaşım hikayesi


Şahane
Toplam oy: 804
Han Kang // Çev. Göksel Türközü
April Yayıncılık
Et yemeyi reddettikçe kocasının cinsel zorlamalarının kurbanı ve sanat eserlerinin fetiş objesine dönüşüyor.

Yeong-hye bir geceyarısı bunaltıcı rüyalardan uyandığında, kendini bir vejetaryene dönüşmüş olarak bulur. Üstelik tıpkı Kafka'nın Gregor Samsa'sı gibi, Yeong-hye'ın başucunda da en başta kocası olmak üzere annesi, babası, kız ve erkek kardeşleri bekleşmekte, o reddettikçe inatla ve şiddetle onu yeniden etobur düzene dahil etmeye, Yeong-hye'ın sıkı sıkı kenetlediği dudaklarından içeri et parçalarını sokmaya çalışmaktadırlar. Yeong-hye'ın bedenine dair reddettiği ne varsa -ki buna kocasının cinsel arzularını tatmin etmek ya da sütyen giymek de dahil- hepsi bir bir zorla dayatılır. Yeong-hye'ın artık et yemediğini karısının anne ve babasına, kız kardeşine haber veren Mr Cheong defalarca aynı soruyla karşılaşır, “Sizin emirlerinize nasıl karşı gelebilir? Çok özür dileriz Mr Cheong.”

Güney Koreli yazar Han Kang'ın ilk romanı Vejetaryen et yemenin (ve elbette yememenin) politikasını, neredeyse tüy gibi hafif, yalnız ve yalnızca doğayla bir bütün olarak var olmak isteyen bir kadının bedenine uygulanan şiddet üzerinden dillendiriyor. Yeong-hye, et yemeyi reddetikçe toplumun tabuları bir bir çatırdamaya başlıyor.

Orhan Pamuk'un Kafamda Bir Tuhaflık ve Elena Ferrante'nin Kayıp Kızın Hikayesi ile aday gösterildiği 2016 Uluslararası Man Booker Ödülü'nün sahibi Vejetaryen, Yeong-hye'ın hayatındaki üç ayrı kişinin anlatıcı rolünü üstlendiği üç ayrı hikayeden oluşuyor. Fakat bu hikayeler Yeong-hye'ın tıpkı “bir yılanın derisini terk etmesi gibi” kendi etobur bedenini terk edişinin, diğer bir deyişle başkalaşımının da üç ayrı ayağını aktarıyor. İlk hikaye karısını yalnız ve yalnızca sıradan ve itaatkar olduğu için, fazla kitap okumak dışında hiçbir aşırılığı olmadığı için seçen Mr Cheong'ın gözünden aktarılırken her gün defalarca kez tekrar edilen yemek rutinleri, mutfak alışkanlıkları bir şiddet anlatısına dönüşüyor. Üstelik Yeong-hye yalnızca et yemeyi değil, kocası için et pişirmeyi de reddettikçe hem kocası hem de ailesi için bir “utanç” kaynağı oluyor. Carol J. Adams'ın Etin Cinsel Politikası'nda “kayıp gönderge” terimiyle belirttiği gibi, erkek egemen sistemin hayvanları ete, yani sanki canlı halleriyle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi bütünden parçalara bölen anlayışı kadını da aynı biçimde nesneleştirerek “gövdelerinden ayrılmış kimliksiz beden parçaların[a]” dönüştürüyor. Vejetaryen romanının Yeong-hye'ı ise işte tam da bu noktada, et yemeyi reddettikçe kocasının cinsel zorlamalarının kurbanı ve sanat eserlerinin fetiş objesine dönüşüyor. İkinci hikayede bir yandan Yeong-hye'ın kendi iç dünyasına çekilişinin, bitkilerle birlikte fotosentez yapmak ister gibi göğüslerini güneşe verişinin sanatsal bir objeye dönüştürülüşünde odaklanılırken, öte yandan Yeong-hye'ın başkalaşımında bir adım daha tamamlanıyor. Video sanatçısı eniştesi Yeong-hye'ın bedenine çiçekler, yapraklar çizdikçe Yeong-hye vücudundaki imgelere biraz daha dönüşerek kanlı canlı halinden de, etoburluğundan da aynı oradan uzaklaşıyor. Sanatsal hazzın erotizmini ve erotizmin sanatsallağını ustalıkla aktaran ikinci bölüm çiçek ve yaprak desenleriyle bezeli iki bedenin birleşmesini iki sarmaşığın birbirine karışmasını anlatır gibi, doğallıkla aktarıyor. Üçüncü hikaye ise bu defa akıl hastanelerinde hastalara uygulanan şiddeti, kendi bedeni hakkında karar alma özgürlüğünden bile mahrum bırakılan insan bedenini merceğe alıyor. Üçüncü hikayenin anlatıcısı In-hye ise, bir yandan kız kardeşi Yeong-hye'ınki de dahil olmak üzere, tüm ailenin sorumluluğunu sırtında taşırken öte yandan kendisine has bir başka dönüşümün eşiğinde duruyor. İki kız kardeş hayat boyu önce asker babalarının şiddeti, ardından kocalarının talepleriyle geçen hayatlarına rüyaların diliyle karşı çıkıyor.


“Abla artık hayvan değilim”


Vejetaryen üzerine belki de hiç düşünmeden yapılan et yeme eylemini ve hayvanın ete, nihayetinde de tabaklara geçiş sürecini son derece çarpıcı bir şiddet anlatısına dönüştürüyor. Üstelik bunu tıpkı Yeong-hye'ın vejetaryenliğin ardından aldığı pek çok karar gibi son derece doğal ve sakin bir dille, hiçbir zorlamaya ya da abartılı bir dile gerek duymadan yapıyor. Nitekim Yeong-hye'ın seçimi de, kadınları da hayvanları da kendi arzularını tatmin etmekten öte bir yerde konumlandırmayan ataerkil düzene karşı politik bir başkaldırışa dönüşüyor. Üstelik bu başkaldırı da zorlamasız, kendiliğinden, düzenin şiddetinin aksine, son derece “şiddetsiz” oluveriyor.  Romanın melodramatik bir dilden uzak duruyor oluşu Yeong-hye'ın sakin ve pasif başkaldırışını da yansıtır nitelikte.

Vejetaryen kanlı canlı bir etoburdan doğayla bir bütün olmaya doğru dönüşümün, tensel bir başkaldırının hikayesi. “Abla artık hayvan değilim,” diyor Yeong-hye heyecanla, “Artık yemek yemem gerekmiyor. Yemeden yaşayabilirim. Tek ihtiyacım olan günışığı.”

 

 


 

 

 

Görsel: Enes Diriğ

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.