Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir tercüme-i gotik



Toplam oy: 970
Ann Radcliffe
Dergah Yayınları
İlk kez Tanzimat döneminde, Ahmet Mithat Efendi çevirisiyle yayımlanan Udolf Hisarı, edebiyatımızın önemli yazarlarının çeviri anlayışlarını deneyimleyebilmek için güzel bir örnek.

Kapakta yazarın değil de çevirmenin resmi kullanılarak kaç roman basılmıştır acaba? Yazının konusu olan Udolf Hisarı bu ilginç duruma bir örnek; zira, İngiliz gotik edebiyatının erken dönem örneklerinden biri olan, 1794 tarihli The Mysteries of Udolpho’nun Ahmet Mithat Efendi tarafından çevrilmesi söz konusu. 

 

Kitabı elimize alıp kapakta Ahmet Mithat Efendi’nin resmini görünce, bir an, “Bu bir Ahmet Mithat Efendi romanı mı?” sorusunu soruveriyoruz. Tanzimat ve Tanzimat’ı takip eden dönemlerde Batı edebiyatından yapılan çevirilerin günümüzde yeniden yayımlanmaları pek rastladığımız bir durum olmadığı için bu algıya kapılıyoruz ve kitaba bir gotik klasiğini yeniden okuma denemesine girişmekten ziyade “Ahmet Mithat Efendi çevirisi” olarak yaklaşarak ilginç bir okuma deneyimine dalıyoruz. Dergâh Yayınları’nın çeviri edebiyat dünyamıza verdiği bu tarihi hediye, 19. yüzyılın önde gelen Osmanlı yazarları tarafından yapılan diğer tercümelere karşı da bir merak uyandırıyor. Türkçeye çevrildiğini dahi bilmediğimiz ya da unuttuğumuz metinleri bize hatırlatıyor. Keza Ahmet Mithat Efendi üzerine yapılan bibliyografik çalışmaların çoğunda onun The Mysteries of Udolpho’yu çevirmiş olduğu atlanabilen bir bilgi.

 

Udolf Hisarı’nın başında, akademisyen ve eleştirmen İnci Enginün’ün çeviri hakkında -sınırlı da olsa- bilgi verdiği bir sunuş yazısı ve hemen ardından Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı “İfade” adlı bölüm yer alıyor. Enginün, Ahmet Mithat Efendi’nin kitabı orijinal dili olan İngilizceden değil, Fransızcasından çevirdiğini tahmin ediyor. Bu tahmini Ahmet Mithat Efendi İngilizce bilmediği ve Tanzimat dönemi aydınlarının büyük çoğunluğu Fransızca konuştuğu için mi yapıyor? Açıklamadığı için anlayamıyoruz. Fakat kitabı değerlendirirken Ahmet Mithat Efendi’nin Fransızcadan başka romanlar da çevirdiğini hatırlayabiliriz.

 

Ann Radcliffe’in eseri dört ciltten oluşuyor ve her cilt kendi içinde bölümlere ayrılıyor aslında. Ama Ahmet Mithat Efendi’nin cilt ayrımına bakmaksızın, ciltleri yazardan farklı sayıda bölümlere ayırdığını ve orijinal bölümleri kısalttığını görüyoruz. Onun metinle kurduğu ilişki, “uyarlama çeviri” tanımlamasına uyarken, Tanzimat dönemi tercümelerinin genel eğilimine de işaret ediyor. Örneğin bilinen ilk tercüme roman olan Tercüme-i Telemak, Yusuf Kâmil Paşa tarafından 1862 yılında çevrilmişti ve Fénelon'un Telemaque adlı kitabının bir özeti sayılabilirdi. Bunun gibi, Ahmet Mithat Paşa da çevirdiği eseri yer yer özetleme yoluna gidiyor. Ancak sadık bir çeviri yapmak konusunda yol katedildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 

 

Enginün, Minâ Urgan’ın İngiliz Edebiyatı Tarihi’nde benimsediği yaklaşımı takip ederek, Udolf Hisarı’nın İngiliz edebiyatı tarihinde önemli bir yer tutmadığını söylüyor. Bununla birlikte roman pre-romantik döneme etki eden ve bugün dahi “Gotik roman mı, romans mı?” tartışmalarına malzeme olacak özelliklere sahip. Tanzimat döneminde, Batı edebiyatındaki romantik eserlerin daha çok rağbet gördüğünü, çevirilerin de genellikle bu minvalde yapıldığını görüyoruz. Ahmet Mithat Efendi’nin çevirmek için bu metni seçme nedenlerinden biri, tıpkı diğer “çoksatan” türleri çevirmeye ve bu türlerde telif eserler yazmaya meyletmesi gibi, gotik roman(s) türünün Batı’daki popülerliği ve Osmanlı’da da rağbet göreceğine ilişkin inancı olabilir. Zaten “İfade” kısmında 100 sene öncesinde bile yazarına 25 bin frank kazandıran bu eserin mutlaka önemli olması gerektiğini açıkladığı bir paragraf bulunuyor. 

 

Ödüllendirilen erdem

 

 

Udolf Hisarı’nın baş kahramanı Emily, başına gelen her türlü “gotik” felakete rağmen erdemlerini ve sağduyusunu elden bırakmayan, sonunda da bu çabasının karşılığını alan biri. Yazar Radcliffe’in “kıssadan hisse” tutumu ise Tanzimat dönemi romanlarının -en çok da Ahmet Mithat Efendi romanlarının- ahlaki tonuyla birebir örtüşüyor. Udolf Hisarı’nda okuyucuya açıklama yapan, olayları ve karakterleri yorumlayan, iletmek istediği değerlerin altını çizen anlatıcı ses ile Ahmet Mithat’ın romanlarında karşımıza çıkan anlatıcı birbirlerine belirgin şekilde benziyor; bu durum Ahmet Mithat Efendi’nin bu metni çevirme dürtüsünü de daha anlaşılır kılıyor. “Ödüllendirilen erdem” temasını okuyucuya telkin etme yolundaki bu yazar niyeti sanki Radcliffe’in kaleminden değil de, romanlarında meddah/öğretmen karakterli anlatıcısıyla bizleri karşılayan Ahmet Mithat Efendi’nin kaleminden çıkmış gibi. Nitekim “İfade” bölümünün sonunda, çevirinin okuyucuyu eğlendirirken eğitme amacı güttüğünü ifade ediyor.

 

Udolf Hisarı’nın Ahmet Mithat Efendi’nin “ideal poetika” anlayışıyla örtüşen bir diğer özelliği de, romanın tüm gotik esrar perdelerini darmadağan eden sonu; batıl inançları bertaraf etmesi ve ne olursa olsun aklı yüceltmesi. Kahraman Emily’nin yolculuğu ve Udolph Şatosu’nda geçirdiği zaman zarfında yaşadığı her türlü esrarengiz ve ürkünç görünen olay mantıklı açıklamalarla çözümleniyor. Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında da, daha sonra Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani vd romanlarında alametifarikası haline gelen, hurafelere, olağanüstü olaylara okuyucuyu eğlendirme ve germe, sonuçta ise gerilim sağlayan unsurları akılla açıklayarak gülünçleştirip ders verme kaygısı sıklıkla görülür. 

 

Ahmet Mithat Efendi’nin çevirisinin başlığını görür görmez akla The Mysteries of Udolpho’yu neden “Udolf’un Esrarı” gibi bir başlıkla çevirmediği sorusu ile bir diğer İngiliz gotik roman(s) klasiği, Otranto Şatosu geliyor. Horace Walpole’un Ann Radcliffe’den daha önce yazdığı bu romandan Ahmet Mithat Efendi’nin haberi var mıydı bilemesek de, şatoların dönemin gotik romanlarının şanından olduklarını hatırlıyoruz. 

 

Dergâh Yayınları, Ahmet Mithat Efendi’nin çevirisini aynen sunduğu için okuyucular metnin Türkçesini kolaylıkla takip edemeyebilirler ama dipnotlar ölçülü ve açıklayıcı bir biçimde verildiği, okuyucuyu metinden uzaklaştırmadığı için anlamı bilinmeyen kelimeler sorun yaratmıyor. 

 

Udolf Hisarı edebiyatımızın önemli yazarlarının çeviri anlayışlarını deneyimleyebilmek için güzel bir örnek; Emily’nin 16. yüzyılda geçen gotik maceralarına Osmanlıcanın yarattığı atmosferin içinden dahil olmak ise oldukça eğlenceli ve paha biçilmez.

 

 


 

* Görsel: Dilem Serbest

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.