Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bizi ısıran hayata karşı bir çağrı



Toplam oy: 500
Paul Nizon // Çev. Feza Şişman
Everest Yayınları
Paul Nizon, rutine hapsolmuş ama kendisini özgür hisseden herkese selam gönderiyor; harekete geçmemiz için bir çağrı olabilir bu...

Varoluşsal öğelerle kurduğu kitaplarına kendi yaşamından veya izlenimlerinden parçalar da katan Paul Nizon, 20. yüzyılda filizlenen yeni roman akımının Almanca edebiyattaki en önemli isimlerinden. Türkçede ilk kez yayımlanan Köpek ise yazarın dahil olduğu bu akımın hatırı sayılır kitaplarından.

Önceki hayatını terk eden, hesapsız ve riyasızca kendisini sokaklara atıp “serseriliğe” soyunan Nizon’un kahramanı, bir bakıma araştırdığı benliğini yeniden kurar. Sokakta yaşamaya başlayan kahramanımız, insanların gözlerini kendisinden kaçırışından bahsederken çocukluğuna dair anıları da paylaşır. Yani şimdi ile geçmiş arasında gidip gelir. Evvelden köpeğini gönderdiği sokaklar, onun sınırsız özgürlüğü yaşadığı ve bunun nasıl bir duygu olduğunu tarttığı bir alandır artık. Sokaklarda dolanır ya da hiçbir şey yapmadan otururken hayatta nelerden neden kaçtığının muhasebesine de girişip “kararlı” insanların ortalıkta gezindiği bir dünyada kararsızlıklarının tadını çıkarır. Herhangi bir hikayesinin bulunmaması, onun zincirlenmesini engeller; aynı şekilde içindeki köpeğin de: “Hayat hikaye yazmaz. Yaşanmışlığa farklı anlamlar vererek hikayelere çeviren ve oraya tıkıp tüm kapıları kilitleyen biziz.” Bütün hayatını amaçlar ve koşturmayla geçirdikten sonra zinciri kopunca gerçek hayatın farkına varan kahramanımız, hikayelere de dışarıdan bakabilir hale gelip, “gerçekte nerede durduğumun önemi yok,” diyebilir.

Gündelik yaşamın boğucu döngüsünden düz bir çizgiye evrilen yolda, Nizon bize bir an bakıp geçtiğimiz hakikati anlatıyor.

“Yaşam bir hikayeye sığdırılamaz”



Sonsuz-sınırsız özgürlük anlatımı, sokaktaki kahramanımız ve köpekle ete kemiğe bürünürken Nizon, rutine hapsolmuş ama kendisini özgür hisseden herkese selam gönderiyor. Köpeğin saflığını, bizim olmak ve ulaşmak istediğimiz şeyle özdeşleştiriyor; yalnızca yaşamak, burada kilit kavram.

Nizon, aklımıza önemli bir soru düşürüyor: Her şeyi geride bırakmak özgürlük mü, yoksa sırtımıza daha büyük bir yük mü biniyor? Bunun arkasından bir başka sorunun gelmesi kuvvetli bir ihtimal: Yalnızlık, insanın kafasını mı boşaltır yoksa daha çok mu doldurur?

Aynı veya benzer soruları, kendisine örtük biçimde defalarca soran kahramanımız, daha önceki hayatında yaşadığı çevreye artık kendisini ait hissetmediğini anlıyor. Sonsuz-sınırsız özgürlüğün kollarına atılmasını sağlayan da zaten bu. Belki de, “Yaşam bir hikayeye sığdırılamaz,” derken aklından geçenlerdir onu sokağa çağıran, olamaz mı?

Bir ihtimal daha var, o da peşindeki yazar. Tıpkı Köpek’le nefesini ensemizde hissettiren Nizon gibi. Bizi ısıran hayata karşı harekete geçmemiz için bir çağrı olabilir bu.

 

 


 

 

Görsel: Ali Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.