Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Buradayım Tanrım, görmüyor musun?


Zayıf
Toplam oy: 903
Jonathan Safran Foer // Çev. Begüm Kovulmaz
Siren Yayınları
Herkesin kendine yöneldiği, kimsenin burada olup olmadığını bilmediği ancak sürekli benliğini duyurmaya çalıştığı günümüz dünyasının kırılganlıklarında ve güvensizliklerinde odaklanan bir kitap Buradayım.

Eski Ahit’in ilk bölümü olan “Tekvin”de Tanrı, İbrahim peygambere “İbrahim,” diye seslenir; yanıt “Buradayım”dır. (Yaygın çeviri “Buradayım,” olsa da, sözün “İşte ben” olduğu da rivayet edilir.) Her Şey Aydınlandı ile dünya çapında büyük sükse yapan ABD’li genç yazar Jonathan Safran Foer’in son kitabının adı da işte buradan geliyor.


Buradayım, ABD’li Yahudi bir ailenin varoluş mücadelesini konu ediyor. Kendi dini kimlikleriyle, bireysel aidiyetleriyle, arzularıyla ve çıkarlarıyla dolu modern ailenin karşılaştığı zorluklar, çekinceler ve daima ve zaten yaşanmak zorunda olan karşılaşmaları tasvir ediyor Foer. Ailenin kırılganlığını bu hacimli kitabın daha ilk sayfalarında Bloch’ları tanıdıkça öğreniriz. Washinton DC’de yaşayan görece varlıklı Bloch ailesinden Jacob, televizyonlar için metin yazarlığı yapmakta, senaryo yazmaktadır. Jacob önceden epey konuşulan bir kitap da yazmıştır ama bir şekilde, kendi iç çelişkileri, çekingenliği ve genellikle cinselliği merkeze alan korku ve gerilimleri sebebiyle kitap yazmayı, kendisine ait, kendi imzasının merkezi konumda olduğu yazarlığı sürdürmez. Julia’nın durumu da eşi Jacob’ınkinden farklı sayılmaz: O da mimardır ancak bugüne kadar tek bir çizimini hayata geçirebilmiş değildir. Bir de çocuklar vardır. En küçüğü olan 13 yaşındaki çocuk, ergenliğe girişin nişanesi olarak Bar Mitzvah töreni için hazırlanmaktadır. Onunla tezat oluşturacak biçimde dede ise ölmeyi beklemektedir, ama önce torununun törenini görmek istemektedir. Tek dileği de budur. Ailenin bir de köpeği vardır. Jacob’ın ısrarıyla alınmış, Julia’nın istemediği ama üstüne kalan, epey de yaramaz bir köpek.

 

Foer, epey ideal bir aile modeli oluşturarak geniş bir kesime hitap ediyor. Yazar burada alışılageldik anlatı biçimine bağlı kalsa da, yoğun ironiye, Yahudi kültürüne ve ABD’li yaşam tarzına yönelik alaycı tavra, okuru neredeyse rahatsız edebilecek bir biçimde yer vermiş.

 

Ailenin kırılganlığı ve içe kapanıklığının nasıl bir dağılmaya yol açacağını, Jacob’ın bir kadına cinsel fantezilerle dolu mesajlar göndermesiyle anlıyoruz. Julia’nın mesajları fark etmesiyle işler kızışır ve eşler arasına soğukluk ve güvensizlik girer. Ailenin paradoksal biçimde bir arada kalarak dağılmasının işaretidir bu. Yaşanan krizler tüm karakterler kendi bireysellikleri içinde etkilese de, nihai parçalanma asla gerçekleşmez. Sanal bir bütünlük ve yapmacıklık herkesi bir arada tutar.

 

Foer’in dili ve anlatımı kendi meşrebince bozduğu yerleri de burada görmeye başlıyoruz. Anlatımdaki sıçramalar, konular arasındaki bütünlük ve uyumun bozulması, daha doğrusu anlatımın bir gidip bir gelen, radikal uçlarda salınan bir yapıya sahip olması Buradayım’ı anlatım ve konu açısından fazlasıyla ahenkli bir yapıya kavuşturuyor.

 

Kitabın genelinde Foer, bir taraftan metaforlara, dolayısıyla Eski Ahit’e sık sık referansta bulunmasına karşın, örneğin, Ortadoğu’da çıkan büyük savaş söz konusu olduğunda epey basit bir dil kullanabiliyor. Aynı şekilde roman metninden gazete haberlerine, cep telefonu mesajlarından Twitter sayfasına ve akıldan geçen fragmanlara kadar geniş bir metinsel yelpaze oluşturan Foer, akışın kopmasına hiçbir şekilde müsaade etmiyor. Bilakis okuru yoğunluğu ile aşırı uyarılma halinde tutmayı başarıyor. Foer’in başarısı tam da burada yatıyor.

 

Komedinin ve hazzın her boyutu

 

Buradayım’da genel bir tema olarak görülebilen bütünlük ve dağılma arasındaki samimiyetsiz salınım, İsrailli yerleşiklerle ABD’ye göç etmiş diasporalar arasındaki gergin farkta kendini en iyi biçimde gösteriyor. Kimliklerin, özünde aynı olmasına rağmen farklı yönlere doğru kayması iki taraftan birini ev, diğerini de yuva kılıyor. Tüm sıcaklığı ve içtenliğiyle yuvadan kopup sadece barınma ihtiyacını gideren bir evde yaşamaya başlayan (ya da zaten hep böyle olan ama kendilerine bunu itiraf etmeleri için manasız bir fantezi sırrının açığa çıkmasını bekleyen) Bloch ailesi de, bu kimlik farkının ve çatışmasının merkezi durumunda.

 

Bu çatışmayı aile içinde ve dışında yaşanan ikili kavgalarda ve Foer’in bu diyalogları sertliğinden ödün vermeden okura aktarmasında görebilmek mümkün. Çünkü Buradayım’daki diyaloglar asla roman formuna girmiş “mantıklı” sohbetleri değil, gündelik hayatın bütün çıplaklığı ve tekinsizliğiyle kendini gösteriyor. Zaten kitabın büyük bölümünün diyaloğa dayandığını ve öykünün seyrinin nereye gideceğini diyaloglar vasıtasıyla anlamanın mümkün olduğunun altını çizmek gerek. Foer, tasvirlerin okurun zihninde oluşturduğu rastgele izlenimden ziyade, diyalogların kesinliğine ve onların öznelerarası gelgitleri üzerine oturtuyor öyküsünü.

 

Bu uzun, birbirini tekrarlayan konuşmalar komedinin ve hazzın her boyutunu barındırıyor. Suçlayıcı ifadelerin getirdiği haz ile bir bütün halinde bakıldığında hepsinin aslında saçmalık olmasının yarattığı komik durum roman boyunca el ele yürüyor. İşin ironik kısmı ise, kitaptaki tüm karakterlerin hazdan ve mutluluktan yoksun olması ama yine de onları bir arada tutan bir çimento varmış gibi davranması.

 

Dikkatimizi vermemiz gereken onlarca şeyin bulunduğu, herkesin kendine yöneldiği, kimsenin burada olup olmadığını bilmediği ancak sürekli benliğini duyurmaya çalıştığı günümüz dünyasının kırılganlıklarında ve güvensizliklerinde odaklanan bir kitap Buradayım. Foer ise iyi bir gözlemci ve genç bir yazar olmasından ötürü bunu başarıyla aktaran bir yazar.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Dilem Serbest

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.