Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Cumhuriyetin Karikatürlerden Yansıyan Sureti


Zayıf
Toplam oy: 1651

İnsanların nelere güldüğü onlar hakkında bize dolaysız bilgiler verebilir. Gülmek, çoğu kez iradi olmadığı için gülen kişinin “aklının dibini” görmemize imkân sağlar - bir tür dil sürçmesi olduğunu düşünebiliriz. Ama aynı zamanda gülmek öğrenilir de; neye gülüp gülmeyeceğimizi ailede, okulda, toplumsal hayatın çeşitli kurumlarında farkında olmadan öğreniriz. Bir refleks olduğu gibi, kimi zaman şartlı refleks halini de alabilir gülmek. Bu durumda da, güldükleri gülen kişi hakkında bize bir şeyler söyler. Öte yandan, gülünen şeyler üzerinden varılacak sonuçlar, çoğu zaman, gülen kişi hakkında irili ufaklı ipuçları olmaktan öteye pek gitmeyecektir. Peki, ya elimizde 85 yıllık bir çetele, bir araya getirilmiş 900 sayfalık ipucu varsa ve bunlar iyi kötü birbiriyle tutarlıysa?

Turgut Çeviker’in dört yıl emek vererek hazırladığı Karikatürkiye/ Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi 1923-2008 başlıklı çalışma, Cumhuriyet tarihini karikatürler üzerinden takip etmek imkânının yanı sıra, bu 85 yıl boyunca nelere güldüğümüzü, nelere gülmemizin istendiğini/beklendiğini de gösteriyor bize. Bu nedenle kitabın bütününün gösterdiği aynı zamanda kendi suretimiz  bizim hikâyemiz.

Karikatürkiye’deki karikatürler yayınlandıkları dönemin başlıca süreli yayınlarında yayımlanmışlar; bu nedenle yayınlandıkları dönem hakkında bilgiler veren önemli birer belge niteliğindeler. Bize gerek okullarda, gerekse popüler tarih kitapları ve görsel medyada çoğunlukla belgelerle desteklenmeyen, klasik ezberlerin tekrarı olmaktan öteye gitmeyen bir tarih anlatılır. Karikatürkiye’deki karikatürler ezberlediğimiz tarihin dışındaki olayları hatırlatıyor, açığa çıkarıyor. Resmi tarih kimi olaylardan hiç söz etmez, o olayları yaşamış olanların da söz etmesini engellemeye, onları dilsizleştirmeye çalışır; bunun sonucunda da çok değil, bir iki kuşak sonra o olaylar neredeyse hiç yaşanmamış hale gelir. Bazen de yaşanan olayların anlatımında ufak tefek ya da büyük ölçekte tahrifat yapılır. Bu tahrif edilmiş haliyle ezberlerde yerini alır tarih ve aksini iddia etmek giderek imkânsızlaşır. Tarihin tahrif edilmesi için zamana ihtiyaç da duyulmaz her zaman. Daha olaylar yaşanırken bireylerin bu olayları nasıl değerlendirmesi gerektiği onlara çeşitli biçimlerde sunulur. Pek çok şey gibi karikatür de bu propagandanın (ve bir anlamda resmi tarihyazımının) aygıtı görevi görür.

Karikatürkiye’deki siyasi karikatürlere baktığımızda bunların çoğu zaman propaganda amacıyla kullanıldığını görüyoruz. Murat Belge de kitabın sunuşunda özellikle Cumhuriyetin erken dönemlerinde “karikatürler[in] (...) varolan ideolojiyi orasından burasından çimdikleme[k]” yerine ideolojinin amplifikatörü ol[duğundan]” söz ediyor. Turgut Çeviker’in kaleme aldığı “Ana Çizgileriyle Türk Karikatür Tarihi” başlıklı makalede de, o dönemde yayınlanan “gazetelerin kadrolarında karikatürcü” olmadığı belirtildikten sonra, “ressam olarak çalışan kişiler[in] bazen karikatür, bazen ululayan (abç) bir resim çiz[dikleri]” vurgulanıyor. Gerçekten de, Karikatürkiye’de bir araya getirilen bu döneme ait karikatürlerde propaganda ve ululamanın mizahın yerini almış olduğu açık seçik görülüyor. Propaganda amacıyla çizilmiş karikatürlerin yayımlandıkları döneme ait ilk elden bilgi vermesi de ironik. O gün yapılanları övmek, doğrulamak vb amaçlarla çizilen bu karikatürler bugün o döneme hâkim eğilimleri tanımamıza, öğrenmemize, giderek o döneme ilişkin eleştirel bir bakış edinmemize aracılık ediyor. Daha da ilgi çekici olansa şu: Bu eğilimler 85 yıl boyunca pek değişmeden devam etmiş. Değişmeyen sadece eğilimler değil; 85 yıl önce kurgulanmış kimi imgeler de Cumhuriyet tarihi boyunca aşağı yukarı benzer bağlamlarda kullanılmış.

Merkezde bulunanların çevredekilere, dindarlara, azınlıklara, Kürtlere bakışının pek değişmemiş olması da dikkat çekici örneğin. Akbaba’da Cemal Nadir’in Nazi zulmünden kaçan Yahudilere “Açiz, parasiziz... Allahaşkına beş dakika karaya çikmamiza izin verin da zingin olup yelelim!...” dedirtmiş olması örneğin çok tipik. Ya da mübadelede giden Rumların zengin, gelen Türklerin yoksul çizilmesi... Ramiz Gökçe’nin çizdiği, Aşkale’ye gönderilmiş Yahudi Bohor’un taşları çok düzenli olarak tanzim etmesini İstanbul’da da istifçilik yapmasıyla ilişkilendiren karikatür de... Akbaba’da Cemal Nadir’in çizdiği Dersimli Kürt karikatürünün altyazısı ise Başbakan Celal Bayar’ın bir cümlesi: “Cumhuriyet böyle vatandaş tanımıyor.” Cemal Nadir’in çizdiği Dersimli Kürt elinde kanlı bir hançer taşıyor, sırtında tüfeği var ve nefretle bakıyor. Cemal Nadir, belli ki “böyle vatandaş olmaz” demeye getiriyor, Celal Bayar’ı onaylarcasına. İnsanın aklına ister istemez 70 yıl sonra Kürtlerden “sözde-vatandaş” diye söz edecek olanlar geliyor. Yine Cemal Nadir’in 1944’te Cumhuriyet’te çizdiği karikatür de manidar. Masanın üzerindeki kitapta “Kemalizm” yazmaktadır, kadın üzerinde “sol” yazan pencereyi, adam da üzerinde “sağ” yazan pencereyi örtmektedirler. Altta da şu yazılıdır: “Kapıdan gelen ışık ve hava bize yeter.” Kapıdan görünen ışığın altı oku andırdığını söylemeye gerek var mı? Bu dönemde resmi görüşten farklı düşünceleri olanlara ve Türk olmayanlara karikatüristlerin iyi gözle baktıkları söylenemez. Bu saptama, elbette, Cumhuriyet döneminin siyasi önderleri ve kadroları için de geçerlidir.

Bu bakış açısını sonraki dönemlerde de görmek mümkün. Örneğin, 1966’da Akbaba’da Özcan Yaltı’nın çizdiği karikatürde de sağ ve sol cereyanlar var. Cemal Nadir’in karikatüründe cereyan yapan pencereydi, bu kez kapı  yirmi iki yılda kurgu hiç değişmemiş! Karikatüdeki hasta, dönemin Başbakanı Demirel; doktorun tavsiyesi ise şu: “Siz bu kapıları kapamadıkça hastalıktan kurtulamazsınız!” Aynı yıl yine Akbaba’da Cafer Zorlu’nun çizdiği kapak karikatürü de farklılıklardan duyulan rahatsızlığın ifadesi. Sağcı ve solcu pankartlarla yürüyen kalabalıklar bir takın altından geçiyorlar ve bir adam, “Aman Ata görmesin!” diyerek takın üzerindeki Atatürk resminin gözlerini kapatıyor. Ata’nın görmesi istenmeyen sağcı ve solcu sloganlar içeren pankartlardan biri çok anlamlı: “Biz de İnsanız.” Aynı yıl Turhan Selçuk Milliyet’te çizdiği hippi karikatürünün altına “Saçı uzun aklı kısa,” yazıyor  farklı olana duyulan bir başka tahammülsüzlük daha. Turhan Selçuk’un 1970’de çizdiği cenaze karikatüründe taşınan tabut değil, seçim sandığı ve sandığın üzerinde “sandıksal demokrasi” yazıyor. Halkın oyuna duyulan güvensizliğin bir ifadesi bu ibare de. Turgut Çeviker karikatürlerin seçimleri kadar, karikatürlerin sıralanması ve kitabın sayfa düzeni için de büyük emek harcamış olmalı. İlk anda tarih sırasıyla dizilmiş sandığımız karikatürler arasında geçişler, çakışmalar, çatışmalar mevcut. Örneğin, 22 Temmuz 2007’deki seçimlerin ardından merkez medyadaki iki karikatür peş peşe yer alıyor. Birincisinde, Haslet Soyöz’ün karikatüründe sandıktan üzerinde “demokrasi” yazan genç ve güzel bir kadın çıkıyor ve “Ben kazandım!” diyor. Turhan Selçuk’un fırçasından çıkan hemen yandaki karikatürde ise ayaklı bir lamba var, lambanın çevresinde ışık haleleri yerine örümcek ağları ve örümcek bulunuyor. Karikatürün altyazısında ise, “Karşı devrim kazandı” yazılı.

Karikatürkiye’nin sunuşunda Murat Belge de, “siyasi karikatür alanında bugün üretilen pek çok ürün[ün] (...) yirmilerin veya otuzların ‘angaje’ karikatürleriyle şaşırtıcı bir ortaklık içerisinde” olduğunu belirttikten sonra bu durumu, “Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin, ideolojinin temalarının ve temaları ele alma biçiminin değişmezliğiyle” açıklayabileceğimizi vurguluyor. Buna sembolleri de ekleyebiliriz. Karikatürkiye, sembollere ne kadar önem verdiğimizi ve sembollerle düşünmeyi yeğlediğimizi bir kez daha hatırlatıyor. Şöyle de denebilir: Düşünmek yerine sembolleri savunmayı ya da kötülemeyi yeğliyoruz. Görünenlerin altında bildiklerimizin ya da bildiğimizi sandıklarımızın dışında başka şeyler de olabileceğini hesaba katmamıza engel olan bir katılığa neden oluyor sembol tutkumuz. Bir zaman sonra olguların yerini onların sembollerinin alması kaçınılmaz oluyor. Olguları değil sembolleri tartışıyoruz  aslında tartışmıyoruz, çünkü hakkında konuştuklarımız gerçek şeyler değiller, onları temsil etmesi için onlarca yıl önce üretilmiş semboller. Karikatür sanatı yıllardır bu gibi sembollerin üretimine katkıda bulunuyor. Bir noktadan sonra sembolleri altüst eden karikatürcüler de çıkıyor ve ne güzel ki sembolleri üreten karikatür sanatı aynı zamanda gücünü çoğu zaman bir şeyleri alt üst edip farklı noktalardan bakma eğiliminden alıyor.

Yüzlerce karikatürün bir araya getirildiği Karikatürkiye Türkiye’nin siyasi tarihi hakkında önemli ipuçları veriyor. Türkiye’de nelerin değiştiğini, değişmekte olduğunu da takip etmek mümkün kitaptaki karikatürlere baktığımızda. Bunu sağlayan hiç kuşkusuz Turgut Çeviker’in konuya hâkimiyeti. Yıllardır Türkiye karikatür tarihini araştıran Çeviker, Türkiye’de karikatürün geçirdiği aşamaları, ekolleri, eğilimleri, siyasi duruşları, tavırları gözlerimizin önüne seren bir çalışma ortaya çıkartmış. Dolayısıyla bu kitap siyasi tarih hakkında olduğu kadar, karikatür tarihi hakkında da... Hatta karikatür geleneğimizde gündelik hayatın her zaman önemsendiğini hesaba kattığımızda, gündelik hayatın zaman içerisinde izlediği seyir hakkında da bilgilendirici bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz Karikatürkiye’nin. 3. Cildin sonunda bir de resimli “Karikatürcüler Sözlüğü” yer alıyor. Kitapta eserleri yer alan karikatüristler hakkında “Türk karikatüründeki yerlerini belirleyen” bu “kısa metinler” belki de bu kadar çok karikatürcü hakkında topluca bilgi edinilebilecek ilk kaynak. Kitabın kaynakçası da sadece Cumhuriyet dönemi karikatürünü araştırmak isteyecekler için değil, matbuat tarihini araştıracak olanlar için de önemli veriler içeriyor.

Karikatürkiye’nin içeriğinden kitabın hazırlık sürecinde kütüphanelerde Cumhuriyet döneminin neredeyse bütün süreli yayınlarının tarandığı anlaşılıyor. Turgut Çeviker bu yayınları tararken yayımladıklarının dışında da önemli bir arşiv elde etmiş olmalı. Bu arşivden başka kitaplar da mutlaka çıkacaktır. Karikatürkiye’nin sayfalarını çevirirken çıktığımız zaman yolculuğunun başka seferlerini şimdiden merakla bekliyoruz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.