Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Diğer işçileri biliyor musunuz?



Toplam oy: 1338
Selma James
Bgst Yayınları

“Bu garip bir metadır, çünkü nesne değildir. İşgücü yetisine, sadece üretim sürecinde hayatı tükenen insanlar sahiptir. Rahimde geçen dokuz aydan sonra beslenmeli, giydirilmeli, eğitilmeli ... cinselliği tatmin edilmeyip dindirilmeli, gece vardiyasından sabahın sekizinde de dönse yemeği hazır olmalıdır. İşte, fabrikada ya da ofiste her gün tüketilen iş gücü bu şekilde üretilir ve yeniden üretilir. Onun temel üretimini ve yeniden üretimini tarif etmek kadınların işini tarif etmektir.”

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Cinsiyet, Irk,  Sınıf’ı okurken sıkı durmak gerekiyor. Zira söz konusu çalışma, son derece eski olan bir olguya büyük bir doğrulukla önemli bir saptama getiriyor. Bu saptama, sıradan olguların arasına dahil edilecek, hayatın rutin sıralaması içinde yer alarak uslu uslu bir kenarda duracak cinsten bir saptama değil. Hayatın akışını değiştirecek ve ekonomik, sosyal, kültürel, cinsel ve psikolojik varoluşun derinliklerindeki sorunların kaynağında bulunan önemli bir noktayı çekip ayrıştırarak insanlığa sunan değerli bir hediye niteliğinde. Selma James, Cinsiye, Irk, Sınıf’ta, kadınların kapitalist sistem tarafından köleleştirilmesi gibi genel bir doğru üzerinden, asıl olana, yani hayatın içindeki gerçekleşme süreçlerine yöneliyor. Sadece kapitalizmin, kadınları ve tüm güçsüzleri yok saydığı araçların ve meşrulaştırma mekanizmalarının derinlemesine bir analizini yapmakla kalmıyor; somut pratiklerden de yola çıkarak tüm kadınları, ezilmişleri ve güçsüzleri çözüm yollarıyla tanıştırıyor.

Aslında 1930’lardan bu yana tarih sahnesinde yer alıyor Selma James. 1930’ların hareketi içinde eğitilen James, “altı yaşındayken 1936-1938 İspanya Devrimi için alüminyum folyo” topluyor. Genç kızlığında Trinidadlı C.L.R. James’in (kocası) önderliğinde politik bir örgüte katılıyor. Ailesinin de hareketin içinde olduğu James, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan Amerika’ya gelen Yahudi bir ailenin kızıdır. Yahudi bir göçmen olan babası, New Yok Brooklyn’da Kamyon Şoförleri Sendikası’nı kurmak için mücadele eder. Enternasyonalist ve anti-siyonist olan James’in babası gibi annesi de Yahudi’dir. Ev kadını olan James’in annesi, “cemaatin haklarının savunulmasında” aktif olarak çalışır.

Yok sayılan ev içi emek ve kadınlar

Cinsiyet, Irk, Sınıf’ın ana tezi, ev içi emeğin ücretlendirilmesi. Peki nedir ev içi emek? Kocasına, çocuklarına hizmet edip evin her türlü işini yapan kadını kimin, niye ve ne için ücretlendirmesi gerekir? Kapitalist sistemin mantığı gereği (ki varlığı emeğin yarısına ücretsiz el koymasına dayanır), emeğinin karşılığını alamayan erkek bir de karısına niye borçludur? Kapitalizm, yaşamın mantığını ve rollerini belirlemede erkeklerin konumlanmasından nasıl yararlanır? Başta ev içi emeği yok sayılan kadınlar olmak üzere fahişeler, göçmen kadınlar, çocuklar ve tüm işsizler kapitalizm tarafından nasıl yok sayılır, ama yine de kapitalizm çarkını onların üzerinden nasıl döndürür? Buna benzer daha bir birçok soruyla şekillenen Cinsiyet, Irk, Sınıf,  sol’un yanlış, eksik, indirgemeci anlayışının, sendikaların, bürokrasi sarmalına girmiş düşüncelerin, kariyerist ve elitist yaklaşımların da içinde olduğu alanları açığa çıkararak sorunun gerçek kaynağından öznelere gidiyor. Ve ilginçtir, son derece basit, şimdiye kadar ‘niye düşünülmedi, görülmedi?’ dedirtecek temel bir meselenin özüne iniyor. Saptamalarında tümüyle Marksizm’i referans alan James, getirdiği yaklaşım, saptama ve çözümlerle gerçek hayatla dokusal bir uyum sağlıyor. Gariptir; bugünlerde –her ne kadar bastırılsa da– kendini daha bir şiddetle hissettiren yaşamsal sorunlar, James’in de işaret ettiği gibi, insanların yaşamak için, karnını doyurma, barınma, var olma gibi en temel ihtiyaçlara dayanıyor. Gelgelelim, bu en temel şeyleri insanların elinden alan bir mekanizma (kapitalizm) var. Söz konusu mekanizma çok derin çalışıyor. Zamanların içinden sinsice süzülerek gelen yabancılaşmanın adresi, her türden üretimin yapıldığı ilk kaynağı gizliyor.

Yapılan her plan kadın emeğine dayanıyor

“Daha önce işçi, serbest bir kimse olarak şeklen sahip bulunduğu kendi emek gücünü satardı; şimdi ise karısını ve çocuğunu satmaktadır. Artık o bir köle tüccarı olmuştur. Çocuk işçi aranırken verilen ilanlar çoğu zaman, eskiden Amerikan dergilerinde çıkan zenci köle aranırken verilen ilanlara biçim olarak benzer. (Kapital) ... Kadınların ücretsiz emeği hem erkeklerin aldığı düşük ücretler hem de sosyal hizmetlerdeki kesintiler aracılığıyla ‘toplumsal ücretin’ azalmasını karşılamaktadır. Bu durum çok uzun zamandır Ev İçi Emeğin Ücretlendirilmesi Kampanya’sının gündemidir. 1976’da şöyle yazmıştık: ‘Ücretli ya da ücretsiz işi sınıfının işe direnmesi, kârı dünya ölçeğinde krize soktu. Buna karşılık sendikalar ve hükümetler el birliğiyle kadınları merkeze alan bir saldırı tertiplediler. Fiyatlar arttı, reel ücretler kesintiye uğradı ve sosyal hizmetler azaltıldı veya ortadan kaldırıldı ... İşçi Partisi ile sendikalar el ele verip kadınları İkinci Dünya Savaşı’ndan beri gördükleri en organize saldırıya maruz bıraktılar. Ücretsiz olarak, iki kat fazla çalışmak üzere evlerimize geri gönderildik. Evdeki ‘esnek’ iş günümüz, devletin diğer kesimlere yönelik saldırılarını telafi etmek için, tahammül sınırlarına kadar çekiştirildi. Devlet, ücretsiz ev işimizin, ücretlerdeki ve sosyal hizmetlerdeki tüm açıkları kapatacağını hesaplıyor. Yaptıkları her plan, bizim emeğimize dayanıyor.”

Küresel mutfak...

Kitap okuyucusuna şu ana başlıklarla sesleniyor: Kadının Yeri, Kadınlar, Sendikalar ve İş ya da Ne Yapılmamalı; Aile Yardımı Kampanyası: Taktik ve Strateji; Cinsiyet, Irk ve Sınıf; Fahişeler ve İşsizlik; Tanrı’nın Evindeki Fahişeler; Marks ve Feminizm; Yabancılar ve Kız Kardeşler; Küresel Mutfak; Kadınlar Değerlidir, Kadınların İşine Değer Verin: Tüm Hükümetlere, Tüm Kadınlar Adına Bir Dilekçe; Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı: Reddedemediğimiz Bir Teklif; Evi İçi Emeğin Ücretlendirilmesi ve “Refah” Feminizmi; Farklılık Sınavı: Yüksek Öğretimdeki Irk, Etnisite, Sınıf ve Toplumsal Cinsiyet; Ücretsiz Ev İşi Perspektifiyle Örgütlenmek: Uluslararası Ev İçi Emeğin Ücretlendirilmesi Kampanyası; Bakıcılar Toplumu Emziren Anneler Nereye Kayboldu?; Küresel Kadın Grevi Çağrılarından; Öldürmeye Değil Yaşatmaya Yatırım: Küresel Kadın Grevi Üzerine Notlar; Venezüella: Kitle Devrimi ve Orta Sınıf; Küresel Kadın Grevi’nin Talepleri

Belirtmek gerekiyor ki her bölümde yer alan yazılar şimdiye kadar yaşanan –ve tüm kadınların ve ezilmişlerin sezgisel olarak bilse de dile getiremediği– bütün acılara ve çıkmazlara isabetli, yerinde, abartısız şekilde dokunan, kaynakları ve adresleri doğru gösteren bir kılavuz niteliğinde.

Şimdiye değin çözüm olarak gösterildiği gibi, özgürlüğün ve karın doyurmanın yolunun hiç de  kutsallaştırılmış çalışma (tabii kapitalistler için çalışma) ve işgücünü satma olmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Aksine, tüm çalışmayanların, görülmeyen emeklerin ve kadınların görülmeyen ev emeğinin erkeklerden ve kapitalistlerden büyük bir alacağı olduğunu öğreniyoruz. Sadece bu kadar değil tabii; James’in de kalınca altını çizdiği gibi, “işçi sınıfını hümanizmin kaynağı olarak mitleştirmenin âlemi yok. Marks, işçiler –kocalar ve babalar– diğer işçilere –kadınlara ve çocuklara– zalim davrandıkları için devrimin başarısız olacağından endişe duymuyordu.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.