Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Dikkat Burroughs var! (III)



Toplam oy: 911
William S. Burroughs
Sel Yayıncılık
Tüm yaşayanlar ve ölüler, siz kendinizsiniz, olun.

Yine Burroughs, yine “baştan savma bir metin” ve “konu bütünlüğü olmayan” bir kitap (!) Yazarın anlam bütünlüğünü yıkmak için uğraştığını süzemeyenlerin ve uygarlığın yarattığı kalıp edebiyata bindirmelerini kavrayamayanların “haklı” suçlamaları karşısında gülünmez de ne yapılır? Kalıbı tekmelerken, onu yaratanlarla kafa bulan Burroughs’un Nova Ekspresi’ne bindik gidiyoruz.

 

Ağzı bozuk, ruh dünyası çatallı ve “pis” yazarımız masada son kartlarını açıyor. Bir yandan da tuhaf bir kovalamaca sürüp gidiyor. Koltuklarına yapışmış lacivert ve siyah takım elbiseli ebleh sürüsüne durmadan giydirmesi gezegenimizde rahatsızlık uyandırıyor.

 

Ekspres ilerlerken dışarı bakınca kallavi ilaçlar, güzel kafalar, kayıt boyu devam eden kopyalama ve imaj çalışmalarıyla mıntıkada ufak yollu korkuya yol açan virüs muhabbeti görülüyor. Burroughs, kesip biçerken zihni yoklayan belirlemeler de sıralıyor: “Hastalığı koruyun, toplumu hastalıktan korumak için suçlular yaratılmalı.” Öte taraftan “bir gezegeni patlatıp novaya yol açacak çatışmaları kışkırtmak” üzere iş tutan çeteden de söz ediyor.

 

Aklın sınırlarını zorlayan az absürd bol deli konuşmalar sürerken laf Nova’ya ve kahramanımızın gezegende kendini görüşüne geliyor: “Anlıyorsunuz ki nova benim başka hiç kimsenin tek parça halinde kurtulamayacağı kadar büyük acılar içinde doğduğum yerdir. Yaralı galaksilerde tekrar tekrar doğdum. Tek başımayım ama sizin ‘yalnız’ dediğiniz şey değilim ben. Yalnızlık, ikili memeli yapısının ürünüdür. ‘Yalnızlık’, ‘aşk’, ‘arkadaşlık’, daha ne varsa hepsi. Ben iki değilim. Birim ben. Ama birlik halimi korumak için başka yaşam biçimlerindeki bir ikilik gerekli bana.”

 

Adına uygun olarak oradan oraya; konudan konuya geçip garip bir zihinsel yolculuğa çıktığımız Nova Ekspresi’nde, Burroughs’un bizi dolaştırdığı gezegende tanıştığımız insanların da o yolculuktan farkı yok: Üçlemenin önceki kitaplarındaki gibi hepsi kafasına ne eserse onu yapıp aklına geldiği gibi konuşuyor. Anlayacağınız tam bir bilinç akışı ve çağrışım denizi. Kendine özgü bir evren yapısı yaratan Burroughs’un, oraya sürükleniş içindeki kahramanlar tıkıştırma nedenini de anlıyoruz böylece. 

 

Kayıt nereye götürüyorsa o tarafa doğru savrulan ve içinden geldiği gibi yürüyen bir işleyişi harekete geçirme çabası ya da en sondaki çağrı: “Tüm yaşayanlar ve ölüler, siz kendinizsiniz, olun.”

 

Burroughs, uyuşturucu trafiğini yönlendiren ama kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösteren devletlere de atıf yapıyor. Beri yandan sunulan gerçekle uyuşturucu deneyiminin yarattığı başka gerçek arasındaki farka da selam çakıyor. Her iki değini de iktidara dokunuyor: Uyuşturucu tekeli iktidar, denetleyen iktidar ve sanal gerçeklik yaratan iktidar. Bir de bunlara kuşbakışı bakan bir çift göz.

 

Geriye yaslanıp baktığımızda “cut-up” üçlemesiyle ilgili iri laflar etmeye de onları belli bir kategoriye sıkıştırmak için tırmalamaya da gerek yok aslında. Bırakalım öyle kalsın.

 

Nova Ekspresi döngüyü tamamladığında kayıtlar da bitmiş oluyor, belki de bu tam bir başlangıç. Herkese iyi uykular, tatlı masallar.


Dağılın…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.