Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Doğuştan liderlere



Toplam oy: 964
... Kitaplar yüz binler satar, reçeteyi uygulama iddiasında danışmanlık veya eğitim şirketleri ortaya çıkar; ‘4 adımda deveye hendek atlatma’ , ‘yeşil köstebek’, ‘müşteriye ohhh dedirtme’ gibi eksantrik başlıkların markaya dönüştüğü bile görülür.

İş dünyası ve yönetim ile ilgili popüler kitaplar, her zaman ihtiyatlı yaklaşılması gereken bir alan oluştururlar. Daha açık söylemek gerekirse bu kitapların büyük çoğunluğu beş para etmez.  Moda, reklam ve tüketim kavramlarının egemenliklerinin hüküm sürdüğü bu çağda zaman zaman ortalığı kasıp kavuran bir sihirli reçete ortaya atılır. Bir tür çağdaş simyacılık. En sonunda satışları patlatmanın kesin yolu bulunmuştur, bir diğeri ise çalışanın mesaisini en verimli kullanma yöntemini keşfetmiş, iş gücü verimliliğini aya taşıyacak bir formül üretmiştir.  Şirketler, yöneticiler, tıpkı bireysel tüketicinin yeni bir elektronik aletin peşine takılması gibi bu reçetenin peşine takılırlar. Kitaplar yüz binler satar, reçeteyi uygulama iddiasında olan danışmanlık veya eğitim şirketleri ortaya çıkar; ‘4 adımda deveye hendek atlatma’ , ‘yeşil köstebek’, ‘müşteriye ohhh dedirtme’ gibi eksantrik başlıkların markaya dönüştüğü bile görülür. Bu eğitimleri ABD’nin en büyük şirketlerinin bile aldığını öğreniriz, biz de onlar gibi olmak isteriz ve sıraya gireriz. Senede bir iki defa bu müthiş gurular ülkemize gelerek bize şeref bahşederler ve kendi çaplarına göre katılımcı başına 300-500’den 3000-5000 ABD dolarına kadar çıkabilen ücretlerle takipçilerini aydınlatırlar.

 

 

Sonra her şey yavaş yavaş unutulur. Her birisi için yüzlerce dolar ödenmiş süslü kitapçıklar, setler dolapların arkalarına itilir, bir bahar temizliğinde de çöpü boylarlar. Bir zamanlar tuhaf rakamlara satılan kitaplar eski kitapçıların ne alırsan 2-3 TL raflarında umutsuz bir bekleyişe düşerler. Lüks gazinolardan pavyonlara düşen şarkıcılar gibi. Tam bu sırada yeni bir fırtına esmeye başlar: RTKY-MH3TA yöntemi:  ‘Rakipleri Ters Köşeye Yatırmak – Müşteriye Havada 3 Takla Attırmak’ 
Bu türün bir alt kategorisi de iş dünyasında başarılı oldukları düşünülen, kendisi öyle olduğunu düşünen, çevresinin gazına gelen vs. deneyimli iş adamları / yöneticilerin yazdıkları kitaplardır. Bunların kimileri otobiyografik nitelikte olup şirketlerini nasıl kurduklarını anlatırken, bir kısmı da (GM’ın efsane yöneticisi Jack Welsh ya da Bill Gates örneklerinde olduğu gibi) kendi isimleri ile anılan yöntemler üzerinedir. Elimizdeki kitap da bunlardan birisi. İş hayatına ABD’de NCR’da başlayan, sonra P&G’de çalışan, Coca Cola’daki üst düzey görevlerinden sonra Türkiye’de Komili’nin başına geçen ve Turgut Özal’ın genç prenslerinden birisi olarak THY’ye atadığı Cem Kozlu’nun “Liderin Takım Çantası – Araçlar ve Yaklaşımlar” başlıklı kitabı. Elimizdeki nüshanın üzerinde 10. baskı yazdığına göre Türkiye koşullarında gayet iyi bir satış grafiği yakaladığı söylenebilir.

 

 

Kozlu, kitabında kendi deneyimleri çerçevesinde liderlik olgusunu tartışıyor. Liderlik tartışılması zor bir konu. Özellikle de iş hayatında liderlik konusu. Nitekim Kozlu da bu konudaki literatürün zayıflığından dem vuruyor. Yukarıda söz ettiğimiz pop kitapların dışında özellikle akademik camiada az irdelenmiş bir konu. Üstelik tehlikeli bir konu da.

 

 

Pompalanan başarı öyküleri

 


Ancak bu konunun Kozlu’nun da kıyısından geçmediği esaslı bir boyutu var: Sınıfsal boyut. Liderlik konusu tartışılırken kullanılan klişelerden birisi de bu özelliğin bireylerde doğuştan gelip gelmediğidir. Bizce daha önemlisi doğumdan sonraki ya da doğulan ortamın koşullarıdır. Özellikle bilgisayar endüstrisindeki ‘sıfırdan’, ‘garajdan’ yaratılan başarı öyküleri pek pompalanır, ama sıfırdan gelen bu tüysüzlerin sınıfsal kökenleri, aile ortamları, kültürel çevreleri, bitirdikleri ya da yarım bıraktıkları okulların niteliği pek dikkate alınmaz. Sanki gerçekten en dipten, gerçek sıfırdan geliyorlarmış gibi bir atmosfer yaratılır. 2. Savaş sonrası Amerikan rüyası kavramının 1980-90’lardaki versiyonudur bu. Oysa ne Silicon Vadisi’nde ne da başka bir yerde çok az rastlanan istisnalar dışında iyi bir aile ortamında yetişmemiş, iyi okulların kapısından geçmemiş olup da küresel ölçekte yırtana ya da lider olana pek rastlanmaz. Nitekim Kozlu’nun kitabın içine serpiştirilmiş yaşam öyküsünden de kendisini lider adayı yapacak koşulların yaşamında eksiksiz bir biçimde var olduğunu öğreniyoruz. Çocukları ile çok ilgili, münevver, hali vakti yerinde, deniz ve yelken dahil olmak üzere değişik hobileri olan bir bankacı babanın çocuğu olarak dünyaya gelen, babasının ‘koçluğunda’ yetişen Kozlu, doğuştan gelen bu artıların üzerine bir de iyi bir eğitimi ekleyince, kendi iştahı da olunca,Tanrının ilaveten ‘yürü ya kulum’ demesine bile ihtiyaç duymaz.  Dolayısıyla siz de Kozlu ile benzer koşulları paylaşıyorsanız, yani potansiyel bir lider adayı iseniz, liderlerin sınıfındansınız, kitapta işinize yarayacak öneriler bulabilirsiniz, yok başka bir yerde doğdu ve büyüdü iseniz okuyacağınız hikâye başkalarının hikâyesidir.

 

 

Öte yandan konunun bir başka boyutu var: Her ne kadar yazının başında özellikle pop kitaplara verdik veriştirdik ise de organizasyon, örgütlenme, üretim, dağıtım teknikleri, pazarlama-satış, genel olarak strateji, taktik geliştirme konularında kapitalist iş dünyası son 30-40 yılda müthiş bir teorik-pratik birikim gerçekleştirdi. Ülkemizden de bildiğimiz gibi (eski solcuların değişik sektörlerde yönetici, girişimci olmaları) bu birikime soldan epeyce teorik ve pratik katkı geldi. Bir zamanlar siyasi örgütlenme, mücadele içinde edindikleri becerileri kapitalizmin hizmetine sundular. Kapitalizmin teorisyenlerine bakmayınız, çok kurttur onlar, solun birikiminden de faydalanırlar ama iş siyasete geldi mi anti-komünizmin en önde giden bayraktarı olurlar. Bu süreçte solun unuttuğu konu, kapitalizmin bu birikiminden kendisi adına faydalanmak. Marx’ın, Engels’ın, Lenin’in teorik katkılarını gerçekleştirirken yaptıkları da bundan farklı değildi. Sol siyasi hareketlerin bu kitaplardan öğrenecekleri çok şey var, mesela Peter Drucker. Kafalarını kaldırıp, dünyada son 30-40 yılda neler oldu, kapitalizm yediği tüm darbelere rağmen sürekli nasıl ayağa kalkmaya çabalıyor, bunu anlamaları gerekiyor.

 

 

Profesyonel yönetici sınıfının yetkinliği



Sonuca gelince, yazdıklarından Kozlu’nun ideal ve iyi bir yönetici olduğunu anlıyoruz. Meraklı, gelişime açık, egosuna teslim olmayan, cam kulede değil, sahada nefes almayı tercih eden, iş dünyasının dar kalıplarının dışına taşıp, sanat kültürle de haşır neşir olan, burjuva kavramının altını, arkasını dolduran bir profil. Mutlaka okuyun diyeceğimiz düzeyde, orijinallikte olmasa da konuyla ilgili literatürü çok iyi izlemiş, iş dünyasında gerçekten başarılı olmuş bir yöneticinin, içeriğini biliyor olsanız da bilgilerinizi tazeleme olanağı verecek bir çalışması. Özellikle İyi Lider - Kötü Lider bölümleri kayda değer. Kişinin kendi becerilerini ve yeteneklerinin sınırlarını anlamaya çalışması ve buna uygun mevkilere/işlere adaya olması konusu her çalışan, hatta kâr amaçlı olsun olmasın, her türlü örgütlenme içinde yer alan bireyler açısından çok önemli. Zira kişinin altından kalkamayacağı yüklerin altına girmesi sadece kendisine değil, tüm çevresine de ağır hasarlar verir.

 


Aslında kitaptan en fazla yararlanabilecek kesim, bir şekilde bir iş yaratmış para kazanmış, ama lider olmayan ve lider olamayan patronlar. Onların liderlik taslamayı bırakıp bir an önce gerçek liderler bulmaları gerekiyor ama ne yazık ki çok kolay bir süreç değil bu.  Kozlu’nun kitabı samimiyeti ve yerelliği ile benzerlerinin arasından sıyrılıyor ve Türkiye’de profesyonel yönetici sınıfın eriştiği yetkinlik seviyesinin bir göstergesi oluyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.