Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Edebiyata övgü, yaşam ve düşlere güzelleme



Toplam oy: 1613
Carlos Fuentes, Mario Vargas Llosa
Notos
Edebiyata Övgü, edebiyatın farklı konu ve sorunlarıyla ilgili cümleler kuran, esin dolu bir çalışma.

"Onsuz edilemeyen bir şeydir şiir, ama neden onsuz edilemez bir bilsem…" Jean Cocteau

 

Bilmeyi arzulamak, kendi kimliğimizi inşa ederken, daha önce az tanıdığımız birinin tedirginliğinden halas olmak çoğu zaman. Dilin bize biçtiği türlü çeşit kimliğin içinde öz olanı, gerçek ismini anımsamak…

 

Edebiyata Övgü, söz ve yazı tutkunlarının yakından takip ettiği önemli iki Latin Amerikalı yazarın, Carlos Fuentes ve Mario Vargas Llosa'nın, düşünme pratiğimizi çoğulcu bir yurda dönüştüren üç metnini bir araya getiren, yazı ile dile dair tüm edinim ve deneyimlerimizi temize çeken bir çalışma. Kitap, Mario Vargas Llosa'nın, 2001 yılında ABD'nin önemli yayın kuruluşlarından The New Republic'te yayımlanan "Neden Edebiyat" metni ile, 2010 yılında değer görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülü'nün Stockholm'deki töreninde yaptığı konuşmanın metnini, bununla birlikte Carlos Fuentes'in 2005 yılında Berlin Uluslararası Edebiyat Şenliği'nde yaptığı "Romana Övgü" adlı açılış konuşmasının metinlerini bir araya getiriyor.

 

"Neden edebiyat," sorusu ile Llosa, kendisi için önem teşkil eden konu başlıklarını, dil ve yazının problematiği haline getirken, okuru da sınırlar ötesi bir eylemin öznesi haline getirir. İmza ve söyleşi günlerinde sık sık kızı, eşi, sevgilisi ya da annesi için imza isteyen erkeklerin "kadınların edebiyata bayıldığı" vurgusunu dillendirerek bu vurgunun doğruluğu ve gerçek dışılığı hakkında fikir pratikleri yapar. Giderek okuma eyleminin kadınların bayraktarlığıyla devam ettiği tespitinde bulunurken, bu durumun hayalbazlığa kadınların meyyal olduğu şeklinde açıklandığını dile getirir. Ancak hiç kuşku yok ki Llosa bu resmi bizimle paylaşırken sözün dişi bir eylem olduğunu, onu maskülen olana yani yazı alanına çekenin de erkek olduğunun farkındadır. Zira kitabevlerinde, yazarların verdiği konferanslar ve okuma günlerinde dahası üniversitelerin beşeri bilimlere ayrılmış bölümlerinde, kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olması, edebiyatı erkeğin alanından çıkarma gayreti olarak, metnin bizlere sunduğu bir okuma imkânı olacaktır.

 

Llosa bu izlenimini okuyucu ile paylaştıktan sonra, edebiyatın gücünün yok sayıldığı ya da düşünce dünyamızın gizli kovuklarına sürgün edildiği bir yaşamın, nasıl bir tavır yoksunluğuna ve çölleşmeye sebebiyet vereceğine işaret eder. Üstelik biz okurlara her türlü sefaletine karşın dünyayı, zamanın ve sınırların önümüze kurduğu barikatları aşarak, büyük bir ormana çevirebileceğimizin imkânlılığını önerir. Bu öneriyi edebiyatın kaleleriyle yapar. Cervantes ile, Dostoyevski ile, Faulkner ile… İçimizde seslenen Dr.Jekyll'ı ve karanlığımızı kuşanan Mr.Hyde'ı anlamamızı, kim olduğumuzu ve olduğumuz kişiyi esenlikle kabullenmemizi salık verir, dilin ve düşüncenin zenginliğiyle.

 

Öte yandan teknoloji ve bilimde kat edilen mesafenin, edebiyatı ayrıştırıcı hatta bölücü deneylerle çoğaltmak yerine gettolaştıracağını ve yaprağıyla, dalıyla, ağacıyla birlikte duyumsayamadığımız bir uygarlık ormanının mutlaka farkında olmamızın şiirin, öykünün, romanın, tragedyaların varlığıyla mümkün olacağı konusunda uyarır okuyucuyu. Hem bunu yaparken Jean Cocteau'nun "bir bilsem" arayışının da yanıtını bulmuş gibidir.

 

Llosa bu metinde son olarak yazmanın bir form olduğunu Jorge Luis Borges, Franz Kafka, George Orwell üzerinden örneklendirir. "Borges'vari" denildiğinde, "Kafkaesk" ya da "Orwell'vari", dilin ve biçimin zenginliklerini, ustaların buluşlarıyla görme ve anlamamızın saadetinden bahseder.

 

Don Quijote'nin bahçesi

 

"Romana Övgü" adlı metniyle Carlos Fuentes ise, La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote'nin bahçesini gezerek okuyucuya edebiyat ve okuma pratiği sunar. Cervantes'ten günümüze modern roman formunun edebiyata, okuyucuya ön gördüğü olgunlaşma ve zenginliği şu önemli tespitle dile getirir. "Roman, Cervantes'in döneminden günümüze, hem yazarlığı hem de okurluğu çoğaltarak demokratik bir araç olmuştur. Benliğin, dünyanın, kendimle ötekiler arasındaki ilişkinin değişkenlik gösteren yorumlarının seçim alanı olmuştur." Bununla birlikte Fuentes, bu yaratıcı asilzadenin düşünme biçimini anlayabilmemiz için, Cervantes'in bağlı olduğu Erasmus geleneği ve Deliliğe Övgü'den de bahseder. "Deliliğe Övgü, tüm gerçeklerin kuşkulu olduğu, her şeyin bir belirsizlik denizinde yüzdüğü Erasmus'vari bir evrende dolaşan Don Quijote'nin övgüsüdür, böylece modern roman doğum hakkını kazanır." Böylelikle Fuentes okuyucuya, edebi bir metnin muğlak olma ayrıcalığı bulunduğunu da müjdeler.

 

Romana Övgü'nün belki de en harika ön görüsü Fuentes'in tarihin sonu ve uygarlıklar çatışması gibi iyi düşünülmemiş kavramlara getirdiği, hiçbir kelimesi unutulmayacak şu cümlelerindeki yorum ile parlar: "Ben, İberli, Yerli, Kırma, Siyah ve Melez, Atlantikli ve Pasifikli, Akdenizli ve Karayipli, Hristiyan, Arap ve Yahudi, Grek ve Latin bir kıtadan İspanyol dilinde yazan bir yazar olarak konuşuyorum. Eğer kendi kültürümün başarmış olduğu her şeye, ama hepsinden önce de amaçlarına, edinimlerine ve olanaklarına bağlıysam, bir uygarlıklar çatışmasında yaşadığımızı kabul edemem; çünkü kafamda canlanan tüm o uygarlıklar benim uygarlıklarım; çatışmıyorlar, konuşuyorlar, birbirleriyle konuşuyorlar…" Aynı ürpertiyi Yaşar Kemal'le, Yusuf Atılgan'la, Selçuk Baran'la, bir zamanlar kimin var olup kimin yok olduğu Anadolu için duyumsayarak…

 

"Okumaya ve Kurmacaya Övgü" adlı son metinde ise, Llosa okuyucularla kendi edebi serüvenini tarihselleştirerek halleşir. Onlara Peru'daki ve Avrupa'daki hayatı arasında bir fark hissetmediğini, sürgünlük ya da özlemin hasıl olmadığını dillendirir. Yazarak ve okuyarak dünyayı kendine yurt edinmiştir yazar. Ama öte yandan hem Peru'da hem Avrupa'da meydana gelen gelişmeler-askeri cuntalar, baskıcı rejimler- edebiyatın insanlık haysiyetine ve erdemlerine de sahip çıkan politik bir tavır, bir protesto olduğunu da kararlı şekilde savunur. Okumanın ve yazmanın aynı kalmak istemeyen, daima başka şeye dönüşen bir kendiliğin, yaşamın anahtarı olduğunu vurgular. Üstelik dünyalı olmanın, ölümlü olmanın ağırlığını sağaltacak en etkili yolun kitap okumaya devam etmek olduğunu hatırlatarak.

 

Edebiyata Övgü, yetmiş sayfalık, kısa soluklu ancak etkisi uzun zamanlara yayılan, edebiyatın farklı konu ve sorunlarıyla ilgili cümleler kuran, esin dolu bir çalışma. Celâl Üster'in de çevirisiyle, soluğumuzu edebiyatın ritmine bırakabilir, yaşama dair önerileriyle tazelenebiliriz…

 

 


 

 

* Görsel: Dilem Serbest

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.