Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Elbette güzel ve elbette dedektif: Julia



Toplam oy: 1180
Julia Bir Kriminoloğun Maceraları, süper kahraman destanları yerine, bir kadının zekasıyla çözdüğü gerçekçi hikayeler arayanlara sesleniyor.

Çizgi roman bir tutku meselesi... Örneğin her seferinde ısrarla aynı çizgi roman dükkanından alışveriş yapar, dükkanın çalışanlarıyla mutlaka biraz sohbet edersiniz. Sevdiğiniz çizgi roman serisini takip etmeyenlere bu seriyi okumaları için yoğun bir baskı uygularsınız, ara sıra çizgi romandakilere benzeterek siz de bir şeyler çiziktirir, sevdiğiniz karakterlerin oyuncaklarını bulduğunuzda sevinçten çıldırabilirsiniz. Uzun yıllar bir seriye bağlı kalmak da bu tutkunun omurgasını oluşturuyor. Kriminolog Julia Kendall’ın New Jersey’deki hayali şehir Garden City’de geçen maceralarını anlatan Julia -Bir Kriminoloğun Maceraları adlı çizgi roman, Türkiye’deki okurları için işte böyle tutkuyla, yıllardır takip edilen bir seri. İtalya'da Ken Parker’dan Zagor’a en şöhretli çizgi romanların kaynağı olan Bonelli Comics’ten yayımlanan seri, Türkiye’de 1990’lı yıllarda Aksoy Yayıncılık tarafından Kadın Dedektif Julia adıyla çıkartılıyordu. Yaklaşık bir yıldır 1001 Roman tarafından Julia-Bir Kriminoloğun Maceraları adı altında üçer bölümlük ciltler halinde çıkan çizgi roman, geçtiğimiz ay yine yayınevi değiştirdi. Bu kez Çizgi Düşler’den çıkan Julia-Bir Kriminoloğun Maceraları yine üçer bölümlük ciltler halinde iki ayda bir yayımlanacak.

 

 

 

 

 

 

 

Serinin baş karakteri Julia, gerçekten özgün biri. 30’lu yaşlarda, üniversitede kriminoloji bölümünde akademisyen, kitap kurdu, zeki, işkolik ve yalnız bir kadın. Genelde çizgi roman serilerinin başrolünde kadınlar oldu mu, güzel olmaları şarttır. Julia da Audrey Hepburn'den ilham alınarak çizilmiş oldukça çekici bir tip. Hepburn’un Tiffany'de Kahvaltı filminde dudaklarının arasına sigara ağızlığı sıkıştırarak verdiği poz, Julia’da entelektüel kimliğini temsil eden gözlüklerle çizilen portreye dönüşüyor.

 

 

 

Julia, üniversitede kriminoloji üzerine verdiği derslerden kalan vaktinde şehrin polis merkezine suçluları yakalamaları ve cinayetleri çözmeleri için yardımcı oluyor. Macera da burada başlıyor. Suçlunun psikolojisini anlamak onun uzmanlığı, sezgileri ise en önemli yol göstericisi. Cinayeti işleyen bir kiralık katil mi, delinin teki mi; bir anne mi, tanıdık mı... Yoksa suçlu, cinayeti ihbar edenle aynı kişi mi; amacı intikam mı, yoksa para mı? Tüm bu sorulara, en hızlı yanıtları Julia veriyor. Davaları çözerken bir nevi özel dedektif olan ve şehrin karanlık taraflarını da iyi tanıyan yakışıklı dostu Leo Baxter’dan da yardım alıyor.

 

 

 

 

 

 

 

Kitap öneren kitap

 


Julia; beyaz, güzel, uzun tüylü İran kedisi ve yardımcısı Emily Jones ile birlikte yaşıyor. Çizgi romanda Hollywood’dan ilham alarak çizilen tek karakter Julia değil. Emily, Whoppy Goldberg’e; polis merkezindeki komiser Alan Webb, John Malkovich’e; Leo Baxter ise Nick Nolte’a fena halde benziyor. Aşk hayatına gelirsek... Pek çok bölümde farklı sevgilileri olsa da Julia, bir erkeğe bağlanmayı beceremeyenlerden. Bunca suçlu şehirde kol gezerken onun bir koca ya da sevgiliye ayıracak vakti pek yok. Yalnızlığıysa en çok yardımcısı Emily’ye dert oluyor. Emily’nin tüm isteği Julia’nın bir an önce bir koca bulması. Zira Emily’nin dört çocuk, sayısız torun, yeğen ve kuzenden oluşan ailesine karşılık Julia’nın huzurevinde kalan bir büyük annesi ve sürekli seyahat eden manken kız kardeşinden başka kimsesi yok. Üç yaşındayken anne ve babasını kaybeden Julia, yalnızlığa alışkın bir kadın. Sık sık piyano çalıyor, bolca da roman okuyor. (Julia’nın maceralarını okurken Julia'nın elinden düşürmediği kitapların izinde, okuma listenizi bir hayli zenginleştirebilirsiniz.)

 

 

 

Julia’nın Çizgi Düşler’den yayımlanan son kitabında da edebiyat dünyasından bolca iz var. İlk bölümde Julia, işinin ehli bir katilin peşine düşüyor. Katil artık emekliye ayrılmış ama peşindekiler böyle düşünmüyor ve karısını öldürüyorlar. O da bir dizi cinayetle intikam alıyor. Ama bu katil, bir kitap kurdu aynı zamanda. Bu vesileyle bu bölümde pek çok kitap adı geçiyor, Dalton Trumbo'dan Johnny Silahını Kaptı, Thomes Bernhard’dan Eski Ustalar, Joyce’dan Ulysses bunlardan bazıları…

 

 

 

Son sayıdaki diğer bir macerada ise Julia’ya gizli bir hayranı bir dizi hediye gönderiyor. Önce gonca güller, ardından telesekretere okunan şiirler:“Ruhum benim, gözlerini yavaş yavaş yum/ Rüyanda derin sulara gömülür gibi, çıplak teninde bembeyaz bir giysi/ Rüyaların en güzeli seni içine alacak/ Ruhum benim, gözlerini yavaş yavaş yum / Kendini benim güçlü kollarıma bırakır gibi bırak/ Rüyanda beni hiç unutma/ Gözlerini yavaş yavaş yum/ O kahverengi gözlerini yemyeşil bir ateşin içinde yanan o gözlerini…”

 

 

 

Şiiri duyan Julia’nın yardımcısı Emily, “Bunlar Martin Luther King’den olmalı, hiç bunun kadar insanın içine işleyen bir şey duymamıştım.” diyor. Julia ise, “Bu Nazım Hikmet’ten, benim çok sevdiğim bir Türk şairden.” diyerek onu düzeltiyor. Bir süre sonra bu kez Nazım Hikmet’in “Rüyamda güzelimi gördüm/ Dalların üzerinden bana göründü/ Tıpkı ay gibi geçip gidiyordu/ Bulutların arasından süzülüp/ O gidiyor ben de onu izliyordum/ Ben duruyordum, o da duruyordu/ Ben ona bakıyordum o da bana/ Ve burada her şey bitti” dizeleri telesekretere okunuyor. Julia bu jestten çok etkileniyor. Ama açıkçası Julia söylemese dizelerin Nazım Hikmet’e ait olduğunu anlamak pek kolay değil. Türkçeden İtalyancaya, İtalyancadan tekrar Türkçeye çevrilen şiirler tabii epeyce değişmiş. Bu sebeple çeviriyi yapan Emel Altan Ege, dizelerin Ruhum ve Piraye için yazılmış: Saat 21-22 şiirlerinden alındığını tahmin ettiklerini ama kesin bir yargıya varamadıklarını bir notla belirtmiş. Araştırmak isteyenlere bol şans diliyoruz.

 

 

 

Julia’yı merak edenlere, önce sahafları dolaşıp Aksoy Yayıncılık'tan çıkan sayıları edinmeleri önerilir. İlk sayıdan başlamak, takip için önem taşıyor. Zamanla şimdiki sayıya ulaşabilirsiniz. Ya da hemen bu sayıyı edinip okumaya da başlayabilirsiniz elbette. Kararınız ne olursa olsun belirtelim, Julia Bir Kriminoloğun Maceraları, süper kahraman destanları yerine, bir kadının zekasıyla çözdüğü gerçekçi hikayeler arayanlara sesleniyor.

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Gerçekten güzel bir yazı olmuş.Yazgısı kötü bir kahramanımızdır julia.Kaç el değiştirdi oysa harika bir kahramandır severek okuyorum ama diken üstünde duruyorum her an bir aksilik çıkacak seri bitecek gibi bir his var içimde.Umarım bitmez ve seri tamamlanır.bu arada almanaklar bir türlü yayınlanmadı.

33%
67%

ellerinize saglik...cok guzel yazmissiniz....yeni sayilar da pespese cikiyor....elestirilerinizi beklerim...iyi okumalar dilerim.... E.A.E.

36%
64%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.