Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Eşcinselliğini keşfetmek



Toplam oy: 1624
Alison Bechdel
BilgeSu Yayıncılık

“Kendi cinsel hakikatini saklamakla geçen bir hayatın yavaş yavaş varacağı yer vazgeçiştir. Cinsel utanç başlı başına bir tür ölümdür.” (s.228)

Çoğunlukla (belki de zorlukları unutulduğu içindir) özlemle anılsa da, hangi coğrafi, maddi ortamda dünyaya atıldığımıza bağlı olarak değişse de, masumiyetle birlikte her koşulda en azından bir nebze de olsa varolan şenliklilik eşlik etse de, çocukluk yaşamın diğer aşamaları gibi aslında pek kolay bir süreç değildir. Çocukluğun kimi zorlukları, yoksulluk, sorunlu aile yapısı gibi, bizzat o anlarda yaşanırken, bazı boyutları yetişkinlikte ortaya çıkabilir. Çocukken, yaşanıldığı anda tüm boyutları ile farkedilmeyen travmalar, olaylar... Çocuk bir kaşif gibidir, keşfedecek o kadar çok şey vardır ki, koskoca bir dünya, başka insanlar, başka canlılar... Hepsinden önemlisi de ergenlikle birlikte çocuğun kendisi, kendisi için bir keşif alanıdır: cinsel kimliğinin kurulması, keşfedilmesi...

Sırları, gizemleri olmayan ailelere doğmuş çocuklara ne mutlu! Küçük ya da büyük sırları olmayan bir aile var mıdır? Çocuk olarak kimi zaman mutlulukla, kimi zaman mutsuzlukla deneyimlenen o sahnenin arkasında ne vardır? Ebeveynlerin geçmişlerinde gömülü olanlar nelerdir, ailenin diğer üyelerinin görünenin dışında kimlikleri var mıdır? Anne babanın daha önce başka evlilikleri olmuş olabilir, öz kardeş bildiğimiz kardeşimizin bir gün üvey kardeşimiz olduğunu öğrenebiliriz, saklanmış bir dinsel inanç; siyasi baskılar, katliamlar nedeniyle kimlik değiştirmiş aile büyükleri; ideal bir koca gibi görünen baba, müthiş bir ev hanımı gibi gözüken annenin sırları...Liste uzar gider. Bu gerçekleri keşfeden genç kaşif artık eskisi gibi olamayacak biçimde değişir. Ama bunların içerisinde belki en etkileyicisi aile bireylerinin cinsel kimlikleri konusundaki gizlerdir.

Alison Bechdel, “Dikkat Edilecek Ablacılar” (Dykes To Watch Out For, www.dykestowatchoutfor.com) adlı çizgi bant ile tanınmış bir çizer.  2006 yılında basılan , Türkçeye “Cenaze Evi, Şenlik Evi” olarak çevirilen özyaşam öyküsel çizgi romanı “Fun Home” bir  çok satar olur. Prestijli bir çok gazete, dergi, web sitesi tarafından 2006'nın en önemli edebiyat olaylarından birisi olarak gösterilir. “Fun Home” adı, İngilizcede cenaze anlamına gelen “Funeral”den türetilmiş. Böylece “Fun”ın hem kendi başına “eğlence, şenlik” olan anlamı ile birlikte ikili bir çağırışım oluşturuyor.  Türkçe çeviri de bunu vurgulamak amacı ile yerinde bir seçim ile “Cenaze Evi, Şenlik Evi” adını almış. Çevirmen Barış Gümüşbaş'ın özenli çevirisi kendisini belli ediyor. Gerekli noktalarda açıklayıcı dipnotları eklemiş, çizgi roman olduğuna bakmayın, metinlerarası dolaşan (James Joyce, Colette, F. Scott Fitzgerald, Marcel Proust, Kate Millet) ciddi bir edebiyat yapıtı ile karşı karşıyayız, Gümüşbaş hiç yadırgatmayan bir Türkçe yeniden yazım gerçekleştirmiş.

Bechdel'in kitabı için çizgi roman olarak okuduğum en muhteşem yapıtlardan birisi diyebilirim rahatlıkla. Nefis ve farklı bir kurgusu var. Bechdel kurguda merak ögesini bir kenara bırakmış. Nefes nefese değil, sindire sindire okunacak, okundukça üzerinde düşünülecek, belki hüzünlenilecek, okuyanı kendi geçmişinde bir yolculuğa çıkarabilecek bir metin var. Metin ile çizimler olağanüstü bir uyum içerisinde. Bechdel dönüp tekrar tekrar okunulacak bir yapı kurmuş. Yedi bölümün her birisi ayrı, bağımsız bir öykü gibi, ama öte yandan bütün bölümler bir araya gelip kusursuz bir bütün oluşturuyor. Parçalar ve bütünün kusursuz sentezi...

İlk bölümde ailesi, yaşantısı ile ilgili bir özet aktarıyor. Bir kaç sayfada hikâyesinin ana hatlarını serimliyor. Sonra yavaş yavaş, her bölümde 10 yaşından itibaren tuttuğu günlüğün eşliğinde kendisini, ailesini, 60'ların sonu 70'lerin başı Amerikan taşrasının atmosferini açımlamaya başlıyor. Sanırım kimse bu kitabı bir kez okuyarak yetinmeyecektir. Siz bıraksanız da sizin peşinizi bırakmayan kitaplardan. Çizgiler, çizimlerde anlatılan konuyla ilgili detaylar, markalar unutulmamış. Ancak, ne kadar “şen” olabilirsiniz okurken, emin değilim. Okurken ve son sayfayı çevirdiğinizde içinizde kalanın derin bir burukluk olması olasılığı daha yüksek.

Alison'un babası, babadan kalma, çocukların “Fun Home” adını taktıkları, kasabanın tek cenaze evini işletmekte aynı zamanda lisede edebiyat dersleri vermektedir. Cenaze evi, cesetler, mezarlar, çocuklar için birer oyun nesnesi haline gelmiştir. Anne amatör olarak müzik ve tiyatro ile ilgilenmektedir. Baba, aynı zamanda çok yetenekli amatör bir restoratördür. Bir harabe olarak aldıkları evlerini yıllar içinde içiyle dışıyla bir müzeye dönüştürmüştür. “Restorasyon onun sevdasıydı, hem de sözcüğün her anlamıyla. Şehvetle, çılgınca. Kendini kurban edercesine.” Ancak bu sevda çocukları ile ilişkisini etkileyecek, onlara olan sevgisinin önüne geçecek kadar baskındır. “Onunla ilgili eski anılarımda , babam kötücül ve somurtkan bir varlıktır. Babamın işten eve gelişi, annem, Christian ve benim günlerimizi geçirdiğimiz huzurlu krallığın tadını kaçırırdı.” Alison zamanla evlerindeki karakterlerin hepsinin kendi işlerine, “yaratıcı yalnızlıklarına” gömülmüş olduklarını, birbirleri ile ilişkilerinde bir şeylerin eksik olduğunu hissedecektir. Bu ortam Alison'u da şekillendirecektir: “Onlara yaratıcı yalnızlıklarını besledikleri için kin duymam belki de çocukçadır. Ama onları besleyen tek şey buydu ve bu nedenle de her şeyi yutuyordu. Onları örnek alarak, ben de çok geçmeden kendimi beslemeyi öğrendim. Ama bu bir kısır döngüydü. Kendi yeteneklerimizden aldığımız doyum arttıkça, yalnızlığımız da artıyordu.”

Bir kız çocuğu olarak Alison, süslerden, süslü giyinmekten hoşlanmazken, babasının aşırı bir süsleme ve kitsch merakı vardır. Alison, ergenlikle birlikte kadın olmak istemediğini idrak etmeye başlar. İlk adet kanaması bir kâbustur, göğüslerinin büyümesini istemez, bir erkek gibi giyinmek ve görünmek ister. Eşcinselliğini, lezbiyenliğini dönemin baskıcı, muhafazakar atmosferi içerisinde kitaplar, sözlükler aracılığı ile keşfedecektir. Kendi cinsel kimliğini adlandırdığı, keşfini tamamladığı dönem aynı zamanda babası ile ilgili gerçekleri de öğrendiği dönem olacaktır. Geçmişin önemli bir parametresi değişirse tüm o geçmiş yeniden yazılmak, okunmak durumunda olmaz mı? Ama “Fun Home”un hikâyesi bu bilgiyle de bitmez, hayat yeni sırlar yaratmaya gebedir. Bundan sonrasını kitaptan öğrenmenizde yarar var: “Ey koca baba, ey koca sanatkâr”. (James Joyce'un, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'nin son cümlesi, kitabın ilk bölüm başlığı.)

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.