Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Evler, tabutlar, kalabalık odalar



Toplam oy: 650
Onat Bahadır
İthaki Yayınları
Onat Bahadır, öykülerinde okura korku/gerilim mekânları yaratırken güçlü bir anlatım dili kuruyor.

Psikolojik gerilim ve korku  türünde yazan Onat Bahadır’ın son kitabı Yaklaşan Dip, yakın bir zaman önce İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. On öyküden oluşan kitap, okura edebiyatta gerilim ve korku türlerinin klişeleşen ya da başkalaşarak yazarın hayal gücünün anlatım diline dönüşen unsurlarını yeniden gözden geçirme ve sorgulama olanağını tanıyor. Bunu yaparken de edebiyatla dirsek teması içinde olan ve bu ilişki biçimiyle beslenen sinema sanatının bu türlerle inşa edilmiş geçmiş örneklerini de hatırlayıp, Türk korku edebiyatındaki yansımaları üzerine zihinsel bir etüt yapmamızı mümkün kılıyor.


Onat Bahadır, bahsi geçen edebiyat türlerinin, Doğu ve Batı literatüründeki yerini, olanaklarını, anlatım dilinde ve biçiminde klasikleşen ve de dönüşen argümanlarını takip eden bir yazar. Yaklaşan Dip’te yer alan on öykü, korku edebiyatının yapmaya çalıştığı/yapmaktan sakındığı şeyleri de gösteriyor aynı zamanda. Elbette bir korku/psikolojik gerilim metninin yapmaya çalıştığı tek şey, okurunu delicesine korkutmak, korkuyu zevk ve hazzın bir parçası hâline getirmek değil kuşkusuz. Tabii bunu da yapabilir sadece, bu amaca da hizmet edebilir, ancak her zaman değil… Metinler onları var eden karakterlerle, eşyalarla, mekânlarla bir hafızaya, bir ruha sahip. Okur korkarak kaçmak yerine her defasında kendine döner bu unsurlarla. Gerçek bir korku/fantazi vaat eden metin bizi kendimize yaklaştırandır, söylediklerimizi ve söyleyemediklerimizi görünür kılandır. Yoksa Shakespeare’in hayaletleri, yol kesen cadıları ya da Poe’nun ölüm olgusu ile kendini deneyimleyen kahramanları ya da Morgan Dexter’ın/Darkly Dreaming Dexter karanlık yolcusunun nihai hedefi okurunun aklını almak değildir yalnızca. Yaklaşan Dip’teki öyküler de, bu türün mağaraya inen, dipteki dehşeti gösteren, insan ruhunun kıvrımlarını, sırlarını anlamaya çalışan metaforlarını meselesine harç ediyor.  “Av” adlı öykü bir çeşit sirenlerin daveti gibi.  Anlatıcı yaşadığı hayatın alışkanlıklarına bir çağrının daveti ile karşı koymaya çalışıyor. Bir cinsellik metaforu olarak kadın, siren imgesine dönüşüyor. Arzu ve coşkunun cisimleşmiş hâli ile anlatıcının alışkanlıklar altında ezilmiş arzusunu görünür hâle getiriyor. Ve bu noktada erkeğin/anlatıcının cinsellik/haz korkusu yaratıklara yem olması ile bir tür “tutkusunun kurbanı” mitini yeniden güncelliyor. “Havada yüzen tabutlar” adlı öyküde de ölüm bir metafor olarak okurun karşısına çıkıyor.  Fanilikle yüzleşemeyen anlatıcı, gerçek ve rüya arasında gidip gelen bir tecrübe ile sonluluk fikrini evcilleştirmeye, bir otomatizme dönüşen yaşamak uğraşını,  varılamayan cenaze merasimi ile bir dert, bir mesele hâline getiriyor.

 

Zamanın ruhu

 

“Sakinler Sitesi” adlı öykü ise konusu ile diğer öykülerden bir farklılık gösteriyor. Bahadır, diğer öykülerinde korku kurgusunun tanıdığımız öğelerini kullanırken bu öyküde en söylemleşen şeyi, bir kadınla bir erkek arasında gelişen ilişkiyi gerilim unsuru hâline getiriyor. Bu anlamda fikir gerilim/korku yazınında başka bir yerde duruyor. Kadının ve anlatıcı olan erkeğin aşkı yaşama biçiminin gündelik ayrıntılarla tırmanıp, “ilişki” dediğimiz gerilim hattı içinde nasıl yükseleceğini ve aynı biçimde nasıl alçalacağını göstererek, türün içinde temel bir malzeme olabileceğini, yaratıklardan, hortlaklardan ve cinlerden perilerden uzak durarak da kendi gerilimini yaratabileceğine okurunu tanık ediyor.


Onat Bahadır mekânı bir korku/gerilim unsuru olarak hemen hemen tüm öykülerde kullanıyor. Kitaba adını veren “Yaklaşan Dip” ve “Kaybolduğum Yer” adlı metinler mekânın yokluk, yalnızlık ve yabancılaşma gibi zamanın ruhunu yansıtan duygusal/kültürel semptomlarının birer göstergesi hâline dönüşüyor. Bu anlamda türün yakınlaşma içinde olduğu mekânın yarattığı tekinsizlik olgusu, Yaklaşan Dip’teki öykülerin merkezinde ve bu da okurda yoksunluk, eksiklik duygusunu çoğaltan bir duruma işaret ediyor. Öte yandan da yaşam alanlarının yetersizliğinin yarattığı buhran duygusu da var bu kurgusal mekânlarda.


Onat Bahadır, öykülerinde okura korku/gerilim mekânları yaratırken güçlü bir anlatım dili kuruyor. Ancak  öykü baş karakterlerinin ruhsal süreçlerini okura daha çok açacak, tahlil edecek, ruh haritalarını tercüme edecek bir gerilim duygusuna da yer vererek  okurun bu sesi daha çok işitebileceği bir “korku iklimi” de kurgulayabilirdi elbette, böyle bir his özellikle “Sakinler Sitesi” adlı öyküde var. Karakterlerin “iç ses”lerinin  küçük harflerle fısıldadığı öykülerde Bahadır, durumların yarattığı bir estetik kurmayı tercih ediyor metinlerinde.


Yaklaşan Dip, yaşadığı hayatın tekinsiz duyguları ve yoksunluğu çoğaltan gündelik alışkanlıkları arasında  denge kurmaya ve kaosla başa çıkmaya çalışan kahramanlarının kâbuslarını, sıkıntılarını bir korku/gerilim efektine dönüştüren durumları/olayları hikaye ediyor.

 

 


 

 

 

Görsel: Servet Kesmen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.