Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hayat anlarda saklı


Şahane
Toplam oy: 237
Onur Bütün
Alakarga
Onur Bütün'ün ilk öykü kitabı Gülümsemeler, umudu sürekli canlı tutabilmenin hiç de kolay olmadığıyla bizi yüzleştiren ama yine de umutla dolduran anlarla dolu.

Hepimiz yaşamın içinde heyecanlı ya da çaresiz hissettiren birçok olayın ya da durumun bizzat öznesi oluruz. Olup bitenlerin bu sürekli akışında aklımızda kalan, yaşananların bütünü değil, bütünden kesitler halinde çekip çıkardıklarımızdır. İşte çekip çıkarılanlar da anlardır aslında; hiç unutamadığımız, bizimle birlikte yaşayan anlar...

 

Bu anlar, aynı zamanda her birimize ait öyküleri, her birimizin tanık olduğu, gördüğü hikayeleri oluştururlar. Onur Bütün’ün Gülümsemeler’i de bizlere kimi zaman çaresiz, kimi zaman umut dolu hissettiren birkaç ânı, yaşamın içinden karakterlerle sunan bir öykü kitabı. Kitap, Murathan Mungan’ın “En kısa hikâye parçasına an denir. Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. ‘Bütün yaşamımız’ dediğimiz de o birkaç âna bakar aslında... Bu yüzden yıllar sonra en çok hatırladığımız anlardır. Gerisi bulanıktır. Geçmişi anlar berraklaştırır. Niye hikâye yazıyorum sanıyorsun?” saptamasıyla başlıyor ve üç başlık altında toplanan öykülerle devam ediyor.

 

Onur Bütün, müzik bölümünü bitirip meslekten birkaç yıl önce emekli olana kadar müzik öğretmenliği de yapmış bir yazar ve dolayısıyla müzikle sıkı bir bağı var. Kitabın sonunda “Gülümsemeler Müzik Kutusu” başlığı altında karşılaştığımız liste de, bu bağı gösterebilmek için uygun ve güzel bir yol olarak değerlendirilebilir.

 

Kitaba da adını veren ilk bölüm olan “Gülümsemeler”de iki öyküyle karşılaşıyoruz. Öykülerden ilkinde geleneksel bir aile yapısına gözlerini açan, otuzlu yaşlarda, kitaplarla hastalıklı bir ilişki içinde olan, antropoloji okumuş, hiç evlenmemiş bir kadının hem ailesinin hem de -biri dışında- karşılaştığı erkeklerin bakış açısıyla mücadelesine tanık oluyoruz. Kadın, karşıl*popaştığı dört erkekle ilgili şunları dile getiriyor: “Kabul edelim, görüştüğüm dört adamda da garip bir düzlük vardı. Sığlığa benzeyen, güvenli görünse de rutini çağrıştıran bir ilişki vaadi taşıyordu hepsi... Hayatın güzelliği, benim 'evet' dememde gizliydi sanki... Aşk, cümle içinde çok kullanılıyor, ama tutkunun zerresi bile okunmuyordu gözlerinde... Onların iyi insanlar olduğunu hâlâ da düşünüyorum, ama nasıl denir, hayata nasıl ve nereden tutunduklarını bilmemeleri yeterince tatsız olduklarını göstermiyor mu yani...”. Sahi, hayata nasıl ve nereden tutunulduğunun bilin(e)memesinin bir tatsızlık olarak düşünülmesi çok mu ileriye gitmek demek?

 

 

 “Yeldeğirmeni Öyküleri” bir sonraki bölüm olarak karışımıza çıkıyor. Bu bölümde tek tek karakterlerin yaşamlarını daha yakından gözlemleyebileceğimiz altı öykü var. Her bir öykü bir gerçekliği mercek altına alıyor sanki. Öykülerden sonuncusu yine bir kadın aracılığıyla bize ne kadar zor yaşam koşullarıyla karşı karşıya kalınsa da emeğin, kendi kendine yetebilmenin, her şeyden önce kendine güvenebilmenin ve “bir şey yapabilme gücü”nü kendinde bulabilmenin çok önemli olduğunu, dahası bütün bunların umudu beraberinde getirdiğini hatırlatıyor. Kadın, kendi ifadesiyle “Sokakta kir pas, evde toz rutubet derken geçip gidiyor hayatımız,” diye söylense de çalışarak hayatını kendi emeğiyle devam ettirmekten hiç vazgeçmiyor.

 

Son bölüm “Tedirginlikler”de ise dört öykü görüyoruz. Son öyküde, bir hastaneye ultrason çektirmek için gelen insanların gayet sıradan bekleyişleri anlatılıyor gibi görünse de, hikâyenin sonlarına doğru bekleyenler içinde hastaneye annesiyle gelen bir erkek çocuğunun ve babasıyla gelen bir kız çocuğunun travmalarıyla karşılaşıyoruz. Maalesef, bir kez daha, bir insan olarak umudu sürekli canlı tutabilmenin hiç de kolay olmadığıyla yüzleşmek zorunda kalıyoruz böylece.

 

“Birbirimizin duvarlarından hikâyelerle geçeriz”

 

Peki, bir öykü kitabı bize aslında neyi göstermek ister ya da en sonunda bizde bırakmak istediği mesaj nedir? Kitabın ikinci bölümü “Yeldeğirmeni Öyküleri” yine Murathan Mungan’a ait şu alıntıyla başlıyor: “Birbirimizin duvarlarından hikâyelerle geçeriz”. Aslında bu cümle bir öykü kitabı olarak bu kitabın -ve belki de her öykü kitabının- yazılış amacını, niçin bunca sayfanın anlarla doldurulduğunu da açıklığa kavuşturuyor. Her birimiz birbirimizin yaşamında tutunurken, var olurken, o yaşama eklenirken, o yaşamın bir parçası olurken hatta, bütün bunlar bir yana, bazen sadece sınırlı bir zamanda küçük bir karşılaşmayla bile tutunduğumuz ya da karşılaştığımız yaşama bir öykü de bırakıyoruz; belki farkındayız bunun belki de farkında bile değiliz. İşte bıraktığımız öyküyle veya öykülerle de hatırlanıyoruz ya da hatırlandığımızda hemen silinmek isteniyoruz kimilerince. Öyküsünü kimin, nasıl bıraktığına göre her iki seçenek de mümkün!

 

 

 


 

 

Görsel: Seda Mit

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.