Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Her şey zamanla



Toplam oy: 665
Muhyiddin Şekur
Timaş Yayınları
Bir tarafta bir erginleşme hikayesi, diğer tarafta 60'ların banliyö hayatını, Afro-Amerikanların mahalle kültürünü, dönemin modalarını, müziklerini, yemeklerini, sosyal hayatını da okumayı mümkün kılan bir belgesel...

19. yüzyılın ilk yarısında yaşayan İrlandalı şair Thomas Moore'un "Yazın Son Gülü" başlıklı meşhur bir şiiri vardır; Yahya Kemal'in "Ömrün Şu Biten Neşvesi Tâm Olsun Erenler" şiiriyle de ruh akrabasıdır. Güzelliklerin solduğu, sohbetten lezzetin çekildiği, ahbapsız kalmanın burukluğuyla yazılmıştır ikisi de. Bizim Yahya Kemal'de rindlik var elbet, o yüzden "Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde/ Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler" diyerek bitirir şiirini ama Moore iflah olmaz bir romantik. "Ve uçup gittiğinde sevgililer ah!/ Kim ama kim kalacak/ Bu çorak dünyada?" diye sorar şiirinin sonunda. Sufi kimliğiyle bilinen ve anlatı-denemeleriyle tanınan Muhyiddin Şekûr, romanı Yazdan Kalan Son Gül'ün tam da kalbi yerinde bu şiire nazik bir telmihte bulunuyor.

 

Şekûr'un romanı bir erginleşme hikayesi: 1960'ların Amerika’sında, Cleveland'da Afrika kökenlilerin yaşadığı bir mahalle ortamında, babasız büyüyen Carlos Jackson'ın 14 yaşına girmesini takiben, Afrika geleneklerine göre inisiye olmasıyla başlıyor yolculuk. Romanın bu ayağı, cesaret, savaşçılık, doğada hayatta kalma becerilerine paralel olarak Carlos'un manevi gelişimini de içeren bir usta-çırak ilişkisi üzerinden ilerliyor. Carlos'un ustası Dan Amca'nın bilge adam motifi olarak karşımıza çıktığı bu ilişki, Afrikalıların Amerika'ya köle olarak getirildikleri yolculukları ve bu süre içinde geleneklerini koruyup sürdürmelerine değinmesi bakımından da bir tarih okuması sunuyor. Diğer yandan Carlos'un hikayesi, 60'ların banliyö hayatını, Afro-Amerikanların mahalle kültürünü, dönemin modalarını, müziklerini, yemeklerini, sosyal hayatını da okumayı mümkün kılan bir belgeselin içinden akıp gidiyor. 60'lar Amerika’sının alametifarikalarından biri olan Vietnam Savaşı'na subay olarak katılan Carlos üzerinden savaş, kahramanlık, vatanseverlik gibi kavramlar da sorgulanıyor.

 

Bu perspektiften bir okumayla Yazdan Kalan Son Gül romanı, Amerikan panoraması çizmekte başarılı bir eser olarak görülebilir. Fakat romanın esas dikkat çekici yanı, Afrika geleneklerine göre yapılan inisiyasyonun ardından Carlos'un değer dünyasındaki gelişme ve olgunlaşmanın adım adım verilmesiyle çocukluktan erginliğe geçen birinin hayatındaki kırılma, kopma ve sıçramaları resmetmekteki başarısı. Genel bir çıkış çizgisinde seyreden bu hikaye, Carlos'un hayatındaki önemli birini kaybetmesiyle bir kırılma noktasına geliyor. Büyük bir yıkımın ardından gelen beyhudelik hissinin onulmazlığını hatırlayın. Zarif Moore göndermesi tam da burada avuçlarımıza bir gül yaprağının yumuşaklığını bırakıyor. Bu kırılmadan sonra hikayenin gidişatındaki tercihler ise romanın yazarının Afrika kökenli Amerikalı bir sufi olduğunu hatırlatan yegane bölüm. Nitekim, Carlos'un başa çıkmakta zorlandığı bu kaybın ardından "Afrikalı atalar," Dan Amca vasıtasıyla ipleri ellerine alarak Carlos'u bir rüya yolculuğuna çıkarıyorlar. Bir haftalık rüya yolculuğuyla hem orada hem burada olmanın ilmini tahsil eden Carlos, ustası Dan Amca'nın zamanla anlayacağını vaat ettiği düsturu kavrıyor: Her gözünü kapayan uyumaz, her veda eden gitmiş sayılmaz.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.