Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İki yazar, iki detektif



Toplam oy: 1117
Andrea Camilleri, Carlo Lucarelli
Sel Yayıncılık

İki yazarın birlikte kaleme aldıkları roman sayısı azdır. Daha baştan deneysel bir metin üretildiğini düşünürsünüz. “Kırmızı Balık Cinayeti”ni okuduğunuzda, düşüncenizde haklı olduğunuzu anlayacaksınız. Andrea Camilleri ve Carlo Lucarelli’nin 2005 yılında bir belgesel çekimi için biraraya geldiklerinde doğmuş böyle bir polisiye yazma fikri. 

 

Polisiye okuyucuları Andrea Camilleri isminin yabancısı değildir. Birisi hikaye, ikisi roman olmak üzere üç kitabı Türkçeleştirilen İtalyanın bu ünlü yazarı, Salvo Montalbano adlı detektif tipinin yaratıcısı. Montalbano’yu Türkçedeki üç kitapta yakından tanımıştık. Carlo Lucerelli ve yarattığı kadın detektif Grazia Neg¬ro ile ilk kez karşılaşıyoruz.

 

Tuhaf bir yazma serüveni


Aralarındaki yaş farkına rağmen edebiyata yaklaşımları benzeşen bu iki yazarı karşısında bulan belgeselin yapımcısı Daniele di Gennaro, eğer detektifleri aynı soruşturmayı birlikte yürütürlerse nasıl bir sonuç çıkacağını sormaktan kendisini alamamış. Verdikleri yanıtlar kışkırtıcı olmalı ki, hemen bir deneme yapmaya girişmişler. Sonuçta oracıkta başlayan işi genişletme ve romana dökme kararı alınmış. İki yazarın mektuplaşarak geliştirdikleri hikayenin anlatım tekniği de değişmemiş; iki detektifin birbirine yazdıkları mektuplarla gelişen çok değişik bir polisiye çıkmış ortaya. Değişiklik sadece iki yazar, iki detektif ve mektup tekniği ile sınırlı kalmıyor; kitapta soruşturma belgeleri, roman kişilerinin fotoğrafları, nüfus cüzdanları gibi görsel malzeme de kullanılmış. Roman kişilerinin foroğrafları nereden alınmış, sorusu gelebilir aklınıza. En azından Montalbano için bir yanıtım var; İtalyan RAI kanalında gösterilen detektif Montalbano dizisinin baş rol oyuncusunun yüzü, “Kırmızı Balık Cinayeti”nde de kullanılıyor.

 

Hemen belirtelim; polisiye roman tarihinde bu tarz gösteriler daha önce de yapılmıştı. Camilleri ve Lucarelli’ye ilhamı veren Denise Wheatley’in 1936 yılında yayımlanan “Miami’de Cinayet” romanı olmuş. Ancak her bir bölümü -aralarında Agatha Christie’nin de yer aldığı- yanılmıyorsam ondan fazla tanınmış klasik dönem polisiye yazarının elinde çıkma bu tarz bir polisiyesi yıllar önce okumuştum. Bizde ise 2004 yılında beş yazarın (Celil Oker, Elif Şafak, Faruk Ulay, Murathan Mungan, Pınar Kür) ortak imzasıyla tamamlanan “Beşpeşe” adlı polisiyeyi örnek gösterebilirim.

 

Buraya kadar işin magazin tarafı üzerinde durdum. İster iki, ister beş, isterse daha fazla yazar eli değsin, bir romanı başarılı kılmaya yetmiyor. Hele ki söz konusu ettiğimiz bir polisiye romansa,  bakış açısının dağılması tehlikesi de var. Aslında sayfa sayısı hem kısıtlı, hem de görsel malzemenin istilasına uğramış kitabı elime aldığımda fazla umutlu değildim. Ancak Andrea Camilleri ve Carlo Lucarelli ustalıklarını konuşturmuşlar ve “Kırmızı Balık Cinayeti”nde iyi bir iş çıkarmışlar.

 

Bologno-Sicilya hattı

 

Olaylar Bologna’da işlenen bir cinayetle başlıyor. Üstü başı ıslak halde bulunmuş balıklara alerjisi olan bir erkek cesedi ve ortalığa saçılmış üç kırmızı süs balığından başka elinde herhangi bir kanıt bulunmayan başmüfettiş Grazia Negro, soruşturmayı derinleştirmek istese de amirleri tarafından engellenmiştir. Bunu Salvo Montalbano'ya yazdığı mektuptan anlıyoruz. Zaten pek çok şey açıkça anlatılmıyor, mektuplarda söylenenler ve gizlenenler sayesinde sezilebiliyor.  Çok ekonomik bir anlatım kullanmış yazarlar. 

 

Grazia Negro, işin aslını öğrenebilmek için, Sicilya’da görev yapması nedeniyle mafya ve derin devlet bağlantıları hakkında deneyimli meslektaşı Montalbano’ya başvurur, ama tuhaf biçimde terslenir. Ne var ki başka bir kanaldan yolladığı ikinci mektupta, Montalbano kabalığı için özür dileyecek ve güvenlik açısından mektuplarını büyük bir gizlilikle, hatta şifreli cümlelerle yazmaları gerektiğini hatırlatacaktır. Detektif Grazia işin mahiyetinin farkına varmıştır. O da gizlice soruşturma raporlarını gönderir Montalbano’ya. Montabano öldürülen kişiyi ve kirli bağlantılarını bildiği için soruşturmanın derinleştirilmesi gereken noktalar hakkında meslektaşını bilgilendirecek ve her seferinde uyarmayı ihmal etmeyecektir. Çünkü karşılarındaki teşkilat polis ve orduyla bağlantılıdır ve soruşturmanın kendilerine dokunacağını hissettiklerinde detektiflerimizi hedef almaktan çekinmeyeceklerdir. Gerçekten de can güvenlikleri tehdit altındadır. Bologno-Sicilya arasındaki mektuplaşmalar olayı çözümlemeye yetmediği anda Grazia ve Montalbano bir araya gelecekler ve kıyasıya bir çatışmaya girişeceklerdir…

 

Andrea Camilleri ve kahramanı Montalbano'yu “Montalbano ile Bir Ay” adlı kitaptaki otuz kısa hikaye ile tanımıştık. Sicilya’ya özgü tuhaf ve biraz da komik olayları Sicilyalılara özgü mantığı, pragmatizmi ve hoş görüşüyle çözümleyen Camilleri, ustası L.Sciasca, hatta ünlü İtalyan yazar Luigi Pirandelo kadar Sicilyalıydı.  İtalya'nın; feodal ilişkilerin tümden tasfiye edilemediği ve Mafya'nın neredeyse yasal bir güç sayıldığı bu en geri kalmış bölgesinde yaşanan "gündelik" olaylar, herhalde polisiye kurgularda bulabilirdi en iyi temsilini. Ardından “Tindari  Gezisi”ni okuduğumda Montalbano hakkındaki kanaatim kesinleşti. Hayat okulunda pişmiş bir detektif o; Sicilya'nın, Sicilyalı'ların ruhunu çok iyi tanıyor. Bir çok öyküde kafasını yormuyor bile. Kadın-erkek ilişkilerinin veya maddi çıkarların insanları nelere sürükleyebileceğinin farkında. “Kırmızı Balık Cinayeti”nde de iyice ortaya çıkacak; yüce bir adalet duygusu yok Montalbano'nun. Siyasetçi, iş adamı, mafya, polis işbirliğinin hüküm sürdüğü İtalya’da suçluları yakalamanın adaleti tesis etmekte yeterli olmayacağını biliyor. “Montalbano ile Bir Ay”ı okuduğumda şu notu almıştım; “Montalbano, suç işleyen hemşerilerini sorgulamayarak, Sicilya'da sürüp giden yaşamın kendisini sorguluyor. Çünkü suçlar ve cinayetler, o toprakların yüzlerce yıllık siyasi/toplumsal/ekonomik tarihini taşıyorlar.”

 

Yirmi kadar roman yazması dışında senaryolar ve radyo oyunları yazan, gazetecilik ve TV programcılığı yapan Lucerelli ilk kez Türkçeleştiriliyor. “Kırmızı Balık Cinayeti” de yazar ve detektifi hakkında kesin bir yargıda bulunmamıza kuşkusuz el vermiyor. Ancak eğitimi sırasında İtalyan faşizmi üzerine tez yazmışlığına, detektif tiplemesine ve detektifin olaylara yaklaşımına baktığımızda, Lucerelli’nin de geleneğin takipçisi olduğunu anlayabiliyoruz. Siyasi polisiye yazma geleneğinden, siyasi polisiyelerin İtalya’daki saygınlığından söz ediyorum. 

 

Gerçekten de İtalya’nın kirli tarihini sergilemek konusunda İtalyan polisiyeleri gözüpek ve açık sözlüdür; belki de “temiz eller operasyonuna” ilham verecek kadar. 1925 doğumlu Camilleri ile 1960 doğumlu Lucerelli’yi, yani iki farklı kuşağı bir araya getiren “Kırmızı Balık Cinayeti”, siyasi polisiye türüne dünya genelinde gerek biçim gerek içerik açısından büyük katkı sağlayan İtalyan geleneğinin iyi bir örneği. Siyasi entrikalar etrafında kurgulanmış, eğlenceli, dinamik ve süprizlerle dolu bir roman…

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.