Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kendimize acımamız yoktur*


Vasat
Toplam oy: 854
Yan Lianke
Final Kültür Sanat Yayınları
Yeni nesil Çinli yazarların en sivri dillisi olduğu düşünülen Yan Lianke, hiciv diliyle ağır toplumsal eleştiriyi bir araya getiriyor Lenin'den Öpücükler’de.

Zadie Smith, enfes romanı NW'da yetişkinlerin çocukların anlamayacakları şakalar yaparak (upuzun saçlarını kestirelim, oyuncak ayın benim olsun, senin yatağında baban yatacak, bisikletine amcan binecek vb) ufaklıkları nasıl da -birkaç dakikalığına da olsa- üzüntüden tarumar ettiklerine (sanırım o “işkence” kelimesini kullanıyordu) şaşırdığını anlatır. Benim de hep garibime gitmiştir; ufacık çocuğun dudakları aşağı sarkar sesi titrerken bile ısrar eder bazı büyükler bu kötü şakalarda... Halbuki bir küçük insanın gerçekten de çocuk olduğunun delili, istihzadan anlamaması, sinik cevapları gerçek sanması, bizim akabinde “Şaka şaka” diyeceğimiz kara mizah varsayımlara hüngür hüngür ağlamasıdır. Dört yaşlarına yaklaşan bir çocuk sizin eşek şakalarınıza kıkırdayarak mukabele ettiğinde, “büyüdü” diye düşünürsünüz, belki de sadece bizim ucuz espri anlayışımızı öğrenmiştir...

 

Yeni nesil Çinli yazarların en sivri dillisi olduğu düşünülen Yan Lianke, hiciv diliyle ağır toplumsal eleştiriyi bir araya getiriyor. Bu yüzden seçkin edebiyat ödüllerine layık görülmüş sayısız eseri, gerçekleri olduğundan daha kara göstermekle suçlanarak Çin'de yasaklı durumda. Şahsına münhasır köylerini Lenin'in naaşını satın alarak turistik bir ilgi merkezine dönüştürmek ve bu sayede zengin olmak isteyen Canlanan halkının hikayesini anlatan Lenin'den Öpücükler, yazarın absürtlükte sınır tanımayan yeni romanı. Öte yandan tüm anlattıkları o kadar da olası ki...

 

Lianke'nin çoğu romanında olduğu gibi yine her şey küçük bir köyde başlıyor. Tarihin unuttuğu, harita üzerinde yeri belirsiz, gitmesek de görmesek de dediğimiz cinsten uzak bir köyde. Yazar doğum yeri de olan Henan'a dair bir hikaye anlatıyor yine. Canlanan köyü bir fabldaki gibi farklı değerleri simgeleyen 197 kör, sakat ve sağır-dilsiz karakterden oluşuyor. Bütünler'in azınlıkta olduğu köy, her şeye rağmen yıllardır ismine yaraşır biçimde iyi hasat, bolluk bereketle “şenlenmiş”, sınıfsız bir toplum. Fakat bir yaz günü yağan sıcak kar, köy halkını kıtlık tehlikesiyle yüz yüze getiriyor. Bunun üzerine ilçe amiri Liu parlak bir fikirle çıkageliyor: Bir yaprağın düştüğü yeri çıkardığı sesten anlayabilen kör kız veya sakat ayağını bir şişeye sığdırıp yürüyebilen felçli çocuk gibi özel yeteneklere sahip Canlanan sakinlerinden gezici bir gösteri topluluğu kurup sermaye biriktirmek. Bu kara komedide, hükümet yetkililerinin hepsi rüşvetçi, hepsi birer kifayetsiz muhteris; “sağlam vatandaşlar” da (bütünler) acımasız ve sahtekar. 

 

Bir yandan bir zamanların meşhur eğlencelerinden olan “freak show”ları (ucube gösterisi?) hatırlatan Canlanan kumpanyası, bugünkü eğlence anlayışımızdan da çok uzak değil. Son on yıldır televizyonlarda reyting rekorları kıran “Yeteneksizsiniz” gibi yarışmalara çıkan karakterlerin yaptıkları şeyin acayipliği üzerinden takdir topladığını kim inkar edebilir! Lianke'nin çok iyi aktardığı çelişki, bando gibi genellikle totaliter toplumlarla özdeşleştirdiğimiz bir kavramın, aslında bütünüyle gösteri mantığıyla işleyen kapitalist düzenimizle ne kadar uyumlu olduğu... Dünün devrimci Çin'iyle bugünün kapitalist Çin'i arasında büyük bir fark yok diyor yazar. Özellikle de konu bireysel özgürlükler (farklılıklar, ihtiyaçlar) olduğunda.

 

Köyün ve karakterlerin geri planda kalan hikayesi, dipnotlar ve “İlave Okuma” başlığıyla anlatılıyor. Dolayısıyla yazar esas hikayeyi, sanki fark edilip sansüre uğramasın diye ana metnin dışına gizlemiş gibi. Zaten tüm bölümler, dipnotlar ve ilave okumalar Çin'de hâlâ devam eden edebi ve tarihsel sansüre vurgu yapmak için tek sayılar şeklinde (1, 3, 5) sıralanmış. Bu açıdan romanın en temel sorunsalının totaliter rejimlerde (kapitalist olsun olmasın) tarihsel gerçeğin bastırılması olduğu söylenebilir. Zerre kadar zorlanmıyor devlet bir insanı, bir köyü ya da bir kitabı yok hükmüne sokmakta.

 

 

Yayımlanmadan yasaklanan

Lianke, 2012'de, New York Times için kişisel ve siyasi hayatı hakkında oldukça umutsuz bir yazı kaleme almış. O yazıda 20 yıldır üzerinde çalıştığı ve son iki yılda yazdığı, Büyük Atılım (Çin'in, 1958-1963 yıllarını kapsayan ikinci beş yıllık kalkınma planı) sırasında yaşanan ve 20 ila 40 milyon arasında insanın hayatına mâl olan kıtlık hakkında bir roman bitirdiğini, fakat eserinin daha yayımlanmadan yasaklandığını söylüyor. Şimdiye kadar 20 yayınevi kitabı basmayı reddetmiş ve hepsi de aynı gerekçeyi sunmuş: Bu kitabı Çin'de basmaya cüret edecek yayınevi kapısına kilit vurulacağına kesin gözüyle bakmalıdır. Hemen akabinde bir yol genişletme çalışması yüzünden evinin yıkılacağını öğrenmiş ve diğer mahalle sakinleriyle birlikte kahrolmuş. Vatandaşlık onuru denen şeyin beş para etmediğini fark etmiş, ceberut devlet karşısında efendisine yemek için yalvaran bir köpekten farksız hissetmiş. Bir anda her şey iç içe geçmiş gibidir, yazamazsın, yaşayamazsın. 

 

İçinde yaşadığımız siyasi baskı ortamını Çin'le kıyaslamak belki haksızlık olur. Yine de ülkemizde de gün geçmiyor ki söylemek istediklerimiz sansürlenmesin, eylemlerimiz yasaklanmasın. Bugünleri yıllar sonra araştırmak isteyen çıkarsa acaba ne kadar “kamusal kanıt” bırakabiliyoruz diye merak ediyorum. 1 Mayıs mitingi yaptırılmıyor, Google'a şerh konuluyor, basın yayın özgürlüğü mütemadiyen engelleniyor, güzelim duvar yazıları bir gecede siliniyor... Bizim de elimizde Lianke gibi bir tek hiciv kalıyor.

 

Zaytung henüz isim yapmamışken, yaşlıca bir teyzenin, huzurevleri hakkında bir “haber”i (Sakinlerine En Geç 1 Yıl İçerisinde Vefat Garantisi Veren Özel Kapanak Huzurevi, Gördüğü Yoğun İlgiden Memnun), “Ay bu nasıl bir utanmazlık” diye “ciddi ciddi” Facebook'ta paylaştığını hatırlıyorum. Demek ki şakadan anlamamak illa ki yaşla ilintili değil. Hiç komik olmayan şeylere gülebilmek için ciddi bir öğrenme sürecinden geçiyor insan. Büyük hak ihlallerinin, korkunç adaletsizliklerin, ağza alınmayacak kötülüklerin, ruhu daraltan baskıların kol gezdiği coğrafyalarda belli ki çok acayip şeylere güler hale geliyoruz. Dışarıdan bakınca acınacak haldeyiz ama kendimize acımamız yoktur.

 

 


 

* Oğuz Atay böyle der Tehlikeli Oyunlar'da: “Ben, en acıklı anda bile güldürücü sözler bulabilen bir insanım. Kendime acımam yoktur.”

 

Görsel: Onur Atay

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.