Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Koşun kızlar, konuşun kızlar!



Toplam oy: 512
Ayşegül Kocabıçak
Hep Kitap
Kısacası kadınların birey olarak var olup kabul görebildiği bir toplumun özlemiyle, sitemkar fakat kavgacı bir üslubu reddederek yazılmış bir kitap Run Gülüzar Run.

Gülüzar, kız çocuklarının Türkiye’de sıkça rastlanan fakat göz ardı edilen benzer hikayelerinden biri aslında. Karakterindeki olağanlık, yaşadığı durumları alışılagelmiş kalıplara yerleştirse de, aslında belli başlı bir sorunun baş kahramanı olduğu gerçeğini okuyucunun yüzüne vuruyor. Sımsıkı kapıların, fısır fısır konuşan fakat bir şey anlatmayan ağızların berisinde, kendi küçük dünyasını cesurca açabildiği, ağzına geleni kaleminden esirgemediği yegane sırdaşı olan günlüğü, Gülüzar’ın tek ve en gerçek alanı olma görevini üstlenmiş. Yakılsa da, yırtılsa da gizli gizli gidip yenisini aldığı defterlerine aktarıyor kişilerle paylaşamadıklarını. Bin diyeceği varken bir susuyor, bin yaşayacağı varken bir yaşıyor Gülüzar.

 

Ayşegül Kocabıçak’ın ilk romanı Run Gülüzar Run, genç bir kız olan Gülüzar’ın soran ve sorgulatan günlüklerini okuyucuya açıyor. Kitapta dokuz yaşından beri düzenli olarak tuttuğu günlüklerle günbegün değişimini kendi samimi ağzından aktaran Gülüzar’ın çok da yabancı olmayan hayatına tanık oluyoruz.

 

Kocabıçak, seksenler Türkiye’sinin Bursa’sında, çocuk saflığıyla ele alınan din, aile, gelenek, kültür gibi kavramları muzip bir dille aktarırken, ardında yatan gerçek sorunlara da cesaretle parmak gösteriyor. Yaşıtları gibi düşünüp davranılmasına izin verilmeyen fakat yaşına bakılmadan toplumun dayattıklarını kabul görmesi beklenen Gülüzar, herhangi bir mahallede karşımıza çıkabilecek denli gerçek, yalın ve kendiliğinden tavrıyla okuyucuyu kendine çekiyor.

 

Kitabın merceğine oturtulan konu, kadın olmanın henüz çocukken bir yük görevi görmeye başladığı toplumlardaki bastırılan, silikleştirilen, aynılaştırılan kadınlar olmuş. Umudun hayatı ne denli etkilediğini ve toplumun kişiyi ne denli umutsuzlaştırdığını öyle afili cümlelerle değil, bir babaanne karakteriyle betimlemiş Kocabıçak. Kısacası kadınların birey olarak var olup kabul görebildiği bir toplumun özlemiyle, sitemkar fakat kavgacı bir üslubu reddederek yazılmış bir kitap Run Gülüzar Run.<!--[if gte mso 9]> <![endif]-->

 

Kadınların özgürce giyinebildiği, gezebildiği, okuyabildiği, yazabildiği, konuşabildiği, karar verebildiği… Kısacası kadınların birey olarak var olup kabul görebildiği bir toplumun özlemiyle, sitemkar fakat kavgacı bir üslubu reddederek yazılmış bir kitap Run Gülüzar Run. Kitapta yeni bir karakter var edilmekle kalınmamış, ayrıca karakterin sonrasının da merakını aşılayabilen bir olay akışı yaratılarak devam kitabının da önü açık bırakılmış.

 

Ayşegül Kocabıçak’ın iki yıl boyunca Mahir Ünsal Eriş’le birlikte üzerinde çalışarak tamamladığı roman, Hep Kitap tarafından basıldı. Yazarın ilk romanı da olma özelliği taşıyan Run Gülüzar Run’ın yanı sıra, Aşk Bu, Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları ve Ben Söylemem Sen Anla olmak üzere üç öykü kitabı daha bulunuyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Türksen Kızıl

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.