Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kurulmuş öykü bahçesi


Şahane
Toplam oy: 778
Kolektif
Dedalus
Parçalar, Ferit Edgü'nün Çığlık isimli kitabının sonundaki tamamlanmamış metinleri yeniden yazma, tamamlama teşebbüsü.

Türk öykücülüğünde 50 Kuşağı'nın tarihsel ve düşünsel önemi üzerinde ne kadar durulsa az. Nitekim onlar Türkiye'de modernist öyküyü icat ettiler. Yeni bir dil, yeni bir söyleyiş tarzı, yeni bir bakış ve yeni temalar kullanarak klasik tahkiye geleneğinden bambaşka bir türü ortaya koydular. Öyle yapmaları da icap ediyordu çünkü bildiğiniz gibi, müzik değişince dans da değişir. İkinci Yeni şiirini kurarken anlatmak istediğini, estetiğini, duyuşunu ne vezne sokabilirdi ne de heceye. Benzer şekilde, öykücüler de klasik gelenekte karşılığı olmayan bir türü, Batılı bir form olan öyküyü bu topraklarda icra ettiler, bunun için de öncelikle onu kurmaları gerekiyordu. Türk öyküsünün serencamına bakıldığında 50 Kuşağı'nın etkilerini takip etmek mümkün. Bu konu üzerine epey de literatür oluşmuş durumda. Ancak, çok kısaca ifade etmek gerekirse, 50 Kuşağı'nın estetiğini belirleyen en önemli etmenlerden biri olarak, onların öyküyü anlatılan bir şey olarak değil de yapılan, kurulan bir şey olarak görmeleri olduğunun altı çizilmeli.

 

Bu kuşağın önemli temsilcilerinden biri olan Ferit Edgü'de de aynı hassasiyete rast geliriz. Biçim ve içeriğin ilişkisinde Edgü, değişen insanı ve o insanın bakışının ancak farklı bir biçimde kurulabileceğini göstermek ister gibi dilde, anlatımda ve ifadede yeniliklere gider. Hikaye anlatan değil de hikaye yazan biri gibi kurar metinlerini. Anlam ve anlatım dünyası gündelikten yazının atmosferine taşınır. Edgü özelinde söylesek de 50 Kuşağı'yla başlayan bu eğilim halen modernist edebiyatın paradigmasının temel taşlarından biri olmayı sürdürüyor.

 

Edgü'den uzun uzadıya bahsetmemizin bir sebebi var elbet. Baran Güzel'in editörlüğünde çıkan Parçalar, Ferit Edgü'nün Çığlık isimli kitabının sonundaki tamamlanmamış metinleri yeniden yazma, tamamlama teşebbüsü. Bu derlemede Pelin Buzluk, Melida Tüzünoğlu, Mevsim Yenice, Hakan Bıçakcı, Bahadır Cüneyt Yalçın, Kerem Işık, Okan Çil, Sedat Demir ve Emirhan Burak Aydın gibi genç kuşak yazarlar, Edgü'nün "Dileyen okur-yazar, bu parçalardan yola çıkarak bir öykü, bir roman ya da bir oyun yazabilir. Böylesi bir durumda, ‘herhangi bir hak iddia etmeyeceğimi’ şimdiden belirtirim," deyişinin kışkırtıcılığına kapılarak kaleme sarılmışlar.

 

Bu derleme, "ustalara saygı kuşağı" kapsamında değerli olduğu kadar, 50 Kuşağı'nın poetikasından kopuşlar ve yine onunla irtibatları göstermesi bakımından da kıymetli. Aynı şekilde, paralel bir okumaya da izin vererek öyküdeki yeni eğilimleri de görünür kılıyor. Örneğin Bahadır Cüneyt Yalçın ve Okan Çil üzerinden şimdilerde yeni yeni türeyen çok bilmiş anlatıcıyı gözlemliyoruz. Çok bilmiş anlatıcı, entelektüel düzeyi yüksek, sürekli göndermeler yapan, toplumdan kopuk ama onu alaya almaktan geri duramayan bir tip: Absürde yaslanan ve ancak metnin içinde var olan yeni bir mizah türetiyor. Hakan Bıçakcı, Mevsim Yenice ve Sedat Demir üzerinden ise, anlatıyormuş gibi yapan anlatıcıya bir bakış atabiliyoruz. 50 Kuşağı bize metnin kurulan, yapılan bir şey olduğunu öğretmişti. Fakat artık 2000'lere gelindiğinde postmodern anlatı tekniklerinin sonuna kadar kullanılmasıyla tavsayan bu yapıntılardan, yeniden hikayeye dönüşün yolları aranmaya başlandı.Bıçakcı, Yenice ve Demir'in öyküleri, bu metinlerin yapıntı olduğunun farkında, ama onları olabildiğince sahici kılmak adına uğraş veriyor: Bize bir hikaye anlatıyorlar. Kerem Işık, Pelin Buzluk ve Melida Tüzünoğlu'nun öyküleri, Edgü'nün ruhunu devam ettiren denemeler olarak okunabilir. Emirhan Burak Aydın'ın öyküsü ise Edgü etkisinde ama kendi sesini de duyuran bir senteze yaslanmış.

 

Tüm bu yönleriyle bu derleme, Ferit Edgü'ye bir saygı duruşu olmasının yanı sıra, Türk öyküsündeki yeni yönelimleri, farklı sesleri ve anlatma biçimlerini gösteren bir eser olması bakımından da dikkate değer. Belki de bundan yirmi sene sonra 2010 kuşağından bahsederken Parçalar'a atıf yapacağız, kim bilir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.