Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Merhametsiz bir dert ortağı



Toplam oy: 238
Cheryl Strayed // Ceren Taştan
Martı Yayınları
Ne bir terapi ne de bir kişisel gelişim kitabı. Bir tür dertleşme ve evin büyüğüne akıl danışma metni bu...

Steve Almond Küçük Güzel Şeyler için yazdığı giriş yazısında Cherly Strayed’la tanışmalarını anlatmış. Bir web sitesinde, okurlara hayata dair tavsiyeler veren köşenin yazarı olarak parasız bir işe başlamış Almond, köşenin adı “Sevgili Şeker” olmuş. O kendince, hem nezaket kurallarını aşındıran hem de son derece dürüst bir köşe yaratmaya çalışmış. Ona göre “Şeker”, sorunlu bir geçmişi olan sivridilli bir kadınmış. İnsanların acılarıyla başa çıkamadığı yerlerde espriyle işi kotarmayı başarmış Almond. Köşeyi bir yıl boyunca yazdıktan sonra bırakmış ve ona Şeker için hayranlık mektubu yazan tek kişi olan Cherly Strayed’a bu işi yapmak isteyip istemeyeceğini sormuş. Sonra Cherly işi devralmış. İnsanların sorunlara kendi hayat hikayesinden parçalar sunarak cevap vermiş. “Şeker” bir köşe olmaktan çıkıp zaman içerisinde gizli saklı otobiyografik bilgiler veren bir esere doğru yönelmiş. Cherly Strayed, bu köşeden önceden de kendini kanıtlamış bir yazar, Pegasus Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Yaban adında çok satan bir romanı var.

Evet, Küçük Güzel Şeyler çoğumuzun eline almaya çekineceği kitaplardan biri ama size tavsiyem ilk iki mektubu ve cevaplarını okumadan kitabı öylece bir köşeye bırakmamanız. Hepimiz çoğu zaman anlaşılmadığımızdan, dinlenmediğimizden, duyulmadığımızdan, fark edilmediğimizden, sırtımıza çok fazla yük bindiğinden şikayet edip duruyoruz. Söylenerek yaşıyoruz. Kendimiz dışında çok az hikayenin gerçekten nasıl olduğunu biliyoruz. Bizi anlamayan, dinlemeyen, duymayan, fark etmeyenler olduğu gibi biz de başkalarına aynı şekilde davranıyoruz. Herkes kendi küçük fanuslarının içerisinde kalakaldı. O yüzden yalnızlık bu kadar “moda” oldu. Oysa yalnızlık çoğu zaman çıkmaz doğurur. İnsanın var olması aynada kendini görmesiyle değil bir başkasının aklında kalmasıyla olur.

 

 

 

Cherly Strayed’ın insana düşündürdüğü çok fazla şey var. İnsanların ona yazdığı mektuplarla ve onun cevaplarını okudukça küçük küçük aydınlanmalar yaşıyorsunuz. Hayatta başınıza gelmeyeceğini düşündüğünüz şeyleri yaşayan insanların nasıl ayakta kaldığına ve onları hiç tanımayan bir insanın onlara devam etmelerine yetecek umudu vermesine şahit oluyorsunuz. En önemlisi de mektup yazmayı, içinizi dökmeyi hatırlıyorsunuz. Steve Almond’un giriş yazısında bahsettiği üzere, Cherly Strayed insanların cevap aradıkları sorunlarına kendi hayatına bakarak cevap veriyor ve bu, ayakta kalmaya devam etmeye dair bir umut oluyor. Aynı zamanda kendisine ait, belki yıllardır konuşmadığı dertlerini de gün yüzüne çıkarıyor.

 

Bir yabancıdan duymak istediklerimiz...

 

Küçük Güzel Şeyler’i okurken insan bazen meseleden çok fazla uzağa atabiliyor kendisini. Bunun nedeni kendimizin sorunları dışında başkalarının sorunlarını duymak, okumak ya da konuşmak istememiz olabilir elbette ama bazen de Strayed’ın bilgiçliği okuru ondan uzaklaştırıyor. Biz insanlar, dertlerimizle diğer insanların da dertlenmesini isteriz kimi zaman. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz zamanlarda “sen haklısın, onlar kötü”yü duymak isteriz. Strayed, bunlardan hiçbirini yapmıyor. Ona dertlerini anlatan insanlara merhamet etmiyor ve anlattıklarına bakınca kendine de merhamet etmeyi pek tercih etmiyor.

İlk mektupta okuru ona, birine seni seviyorum demek için doğru zamanın ne zaman olduğunu ve “sevmek” meselesinin aslını astarını soruyor. “Şeker” ise ona uzun uzun sevmek kelimesinden korkmak ve onu kullanmak arasındaki ince çizginin aslında aynı olduğunu anlatmaya çaba sarfediyor. İlişkilerde stratejileri çöpe atmak gerektiğinden, bunun çirkin olduğundan bahsediyor, cesur ve özgün olmanın daha önemli olduğunu dile getiriyor. Seviyorum kelimesindeki iki taraf içinde iyileştirici olan yanı ortaya çıkarmaya çabalamanın bizzat kendisinin iyileştirici olduğunu anlatıyor.

Bu sadece bir örnek. Okudukça insan anlıyor ki aslında dünyanın neresinde yaşıyor olursak olalım temel sorunlarımızın başında sevmek, sevilmek, yalnızlık korkusu geliyor. Ve bir de olmak istedikleri şeye nasıl ulaşabileceğini sorup duruyor herkes. Açlık gibi işsizlik gibi bir dert kaybolmuşluk, arayış ve yalnızlık. Üstelik çoğumuzun aramaya mecali bile yok artık.

Kitabın sonunda Şeker’le yapılmış bir röportaj yer alıyor. Röportajda siteye yazılan mektuplardan ve onları nasıl cevapladığından bahsediyor. Muhabir ona “Yirmilerindeki gençlere bir tavsiye verecek olasaydın ne olurdu?” diye sorduğunda ise cevabı “Bir kitapçıya gidip on tane şiir kitabı alımalarını ve her birini beş kez okumalarını tavsiye ederdim. Çünkü gerçek orada,” diyor. Ve onlara bağışlayıcı olmalarını öneriyor.

Kimileri için asla elini sürmeyeceği bir kitap Küçük Güzel Şeyler. Ne bir terapi ne de bir kişisel gelişim kitabı. Bir tür dertleşme ve evin büyüğüne akıl danışma metni bu. Hepimiz kimi zaman çok akla ihtiyacımız olduğunu düşünür, başımızdan geçenleri yakınlarımıza anlatır ve onları dinleriz. Sonrasındaysa genelde aklımıza ilk geleni uygulamaya koyarız. Nedeni bilinmez. Ama bazen hiç tanımadığınız bir yabancıya meseleyi anlattığınızda nedense onun aklı size iyi gelir. Cherly Strayed işte pek çokları için o yabancı insan olmuş. 

 

 


 

 

Görsel:  Unsplash

 

SabitFikir arşivinden ek okuma: Bilinmeyene atılmak ve kendimizle yüzleşmek

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.