Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Metropolde safari



Toplam oy: 643
Çevremiz kötülükle çevrili. Biz de kötülük olarak başkalarının çevresindeyiz. Bu gerçeği kabullenenler için Para: Bir İntihar Mektubu iyi bir ayna kitap.

Hiç tanımadığımız insanlarla yan yana geldik. Bunun üzerine inşa edildi uygarlık ve onun en büyük göstergesi sayılabilecek kentler. Önce küçük nüfusun verdiği “herkesin herkesi biliyor olması” güvencesi, yerleşim yeri kalabalıklaştıkça “kimsenin kimseye inanmaması gereği” paranoyasına dönüştü. Kentleşme ve paranın dolaşımı hepimizin kuşkularından beslendiği için hayatta kalabilenlere terfi ettirirken doğa peşimizi bırakmadı ve emrindeki en güçlü duygulardan ikisini: özgürlük aşkı ile vahşetin şehvetini üstümüze saldı. Artık özgür ve vahşi bir tarafımız, ayrıca yüzümüzü gelecek vaadiyle çevirdiğimiz şehirler ve kapitalizm vardı. Özgürlüğümüzü kurumsal kaidelerle, vahşetimizi ahlakın/dinin törpüsüyle eğittikçe modernleştiğimizi sanmamız keyif vericiydi elbette. Kimileri özgürlük arayışlarını bilimle, sanatla uğraşarak bastırırken “vahşetin çağrısı”na kısmen boyun eğenlerin bir kısmı da spora yöneldi. Kentlerin alınyazılarını ise savaşlar, göçler, talanlar ve yoksulluk yazdı. Metropoller bu yağmalara maruz kalıp ölenlerin mezarlıkları üzerinde yükseldi. Bütün gökdelenlerin, rezidansların temellerinde masumların ölülerine uzanan geniş damarlar, hiç kimseyi es geçmeyen kılcal uzantılar bulmak mümkündür. Dünyanın her yerine çakılı duran bu binalar sahte birer Babil Kulesi olarak amacından çoktan sapmış ve kendini yarı-tanrı diye tanımlayanların kontrolüne bırakılmış. Uygarlıklar inanç yüzünden yıkılacak, modernizm ise taklitçiliğe yenilecektir; metropollerde, o binaların gölgesinde kalan her arka mahallede böyle konuşulur – çünkü oraya yabancılar giremez – çünkü orada tanrı da yabancıdır.

İnsan bu tür kompleks yerleşim alanlarında ve gezegende ya uyum sağlamak için benzerlik kuracak ya da farklılığı farkına varılana kadar tat almaya çalışacaktır. Acele etmesi şarttır: Bizdeki, “hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun,” sözü tam da burada devreye girmeli. Başı beladan kurtulmayanların bir kısmı aslında günahsızdır; onlar sadece merakla her şeyi yaşama gönüllüleridir. Kendilerini tüketircesine, öldürürcesine bir tempoda olaydan olaya koşmaları garip karşılansa da onlar “uzun ömrün” neye yaradığı hakkında ciddi tereddüt taşırlar ve pek de umurlarında değildir. Metropollerin tüm alternatif nimetlerinden yararlanır, paraya/alkole/eğlenceye/uyuşturucuya/sekse ve pornografiye/atıştırmalıklara – fastfood’a adadıkları bedenlerini top gibi çevirirler. Evet, bu çığırından çıkmış gruplar devletin statüsüne, toplumun düzenine tehlike oluştursalar da kimseye zarar vermedikleri anlaşılana kadar zaten ölürler. İntihar mektuplarını yazmamış, tersine ezberlemişlerdir.


Bir anti-kahraman

 

“İntihar mektuplarını okuyarak intiharın gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak pek mümkün değildir, değil mi? Hayatın, gezegenimizdeki birikiminden yola çıkarsak intihar mektuplarının sayısının intihar vakalarından daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan intihar mektupları şiire benzer; yeteneği olsun olmasın hemen herkes şiire ucundan kıyısından bulaşmıştır. Her ikisini de kafamızda yazıyoruz çünkü... Genelde mektup amaçlıdır; tamamlayıp zaman yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ederiz. İşi biten mektuptur, hayatın kendisi değildir. Elbette tam aksi de düşünülebilir. Ölümü de bunun içine katabiliriz. Ancak yine de intihar mektuplarına bakarak bir karara varamayız, değil mi?”

Para: Bir İntihar Mektubu
adlı kitabının girişinde böyle sesleniyor Martin Amis. Babası da yazar olan Amis, üniversitede yaratıcı yazarlık profesörü olarak çalışmakta; hatta aldığı yüksek ücretler yüzünden sosyal medyada epey tepki çekmiş biri.  Çoğu onu “okurlarıyla dalga geçmekle” tanımlıyor. Rahat, akışkan dili/ayrıntılara boğmadan inebilmesi, hepimizin içinde çırpındığı felaketlere temkinli, esprili yaklaşması sonucu kitapları “ençoksatanlar” listesinde her zaman yer buluyor. Bir anti-kahraman olan John Self, “O sıralar uzak duruyordum. Şimdi ise başıma bir iş gelmesini bekliyorum,” derken hayatın keskin tarafıyla yüzleşmesinin vakti geldiğini ima ediyor.

Çevremiz kötülükle çevrili. Biz de kötülük olarak başkalarının çevresindeyiz. Bu gerçeği kabullenenler için Para: Bir İntihar Mektubu iyi bir ayna kitap.

 

 

 


 

 

Görsel: Dilem Serbest

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.