Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Mutsuzluk zaten pakete dahil



Toplam oy: 635
Üstüngel Arı
Mylos Kitap
2014 yılında ilk romanı Hikayesi Olan Ölüler ile okura iyi bir tanışma faslı ve keşif sevinci vermişti Arı. İkinci romanı Yük ile bu sevinci katlamaya devam ediyor.

İnternetin ve özellikle de Instagram’ın hayatımıza girmesiyle büyüyen kitap pazarı bugünlerde kahve yanı kopya fotoğraflarla hızla tektipleşip birçok kitabı bayağılaştırırken önümüzü görebilmek iyice zor hale geldi. İyi okurun yeni yazar keşfinin peşinde olduğunu görmek istiyoruz oysa. Yeni yazarlar girsin istiyoruz hayatımıza bu bitmek bilmeyen bollukta. İlk kitabını yayımlatmış olmanın sevinci ve merakıyla geri dönüşleri bekleyen yazarların da sevincini kursağında bırakan bu döngüde tek tük de olsa sevindiren isimler oluyor. Üstüngel Arı da bu azınlıktan biri. 2014 yılında ilk romanı Hikayesi Olan Ölüler ile okura iyi bir tanışma faslı ve keşif sevinci vermişti Arı. İkinci romanı Yük ile bu sevinci katlamaya devam ediyor.


Hikayesi Olan Ölüler üslubu ve kurgusuyla bir ilk roman için fazlasıyla iyiydi. Şiirlere, şarkılara selam çakıyor ve sahici bir öykü anlatıyordu. Bu sahiciliği de tespitleriyle destekliyordu yazar. Tespitlerinin fazlalığı ve aynı cümleleri tekrar tekrar kurarak pekiştirme çabası dışında bir defosu da yoktu. 1990 doğumlu olduğu düşünülürse, karşımızda dünyaya ve gündeme kafa yoran bir genç adam vardı. Huzursuzdu, sinirliydi, takıntılıydı, ölümün kıyısında geziniyordu. Kuşağının sesiydi kısacası ve gür çıkıyordu sesi. Yazdıkça daha iyi olacağını da gösteriyor, adını bir kenara yazmamız gerektiğini söylüyordu romanı. Dozu artıracağına şüphe yoktu. Yük işte o doz artışının romanı...

 

Yenmiş yıllar ve titrek bir gelecek...

 


Yük, Başar Issız ile tanıştırıyor okuru. Hapishaneden çıkan bu başarısız adam, okurunu çok da uzak olmayan hayatına çabucak ortak ediyor. Yenmiş yılları ve titrek bir geleceği var. O yenmiş yıllara çeviriyor rotasını sonra, dokuz yıl önceye. Unutulamayan sevgili Yasemin, her konuda anlatacak öyküsü bulunan İsmail Abi, her dağıldığında toparlayıcısı olan Gökhan ile birlikte tanıyoruz yirmili yaşlarındaki Başar’ı. Bir partide Betina ile tanışmasıyla hayat hem o hem de okur için bolca ofsayt bayrağı kaldırıyor. "Böyledir işte. Hayat ona gol atmana izin vermez. Gole yakın olduğunu hissettiğin her an, ulan bu sefer düzlüğe çıktım işte dediğin her an, ofsayt bayrağını kaldırır," diyor Arı ve o bayraktan mustarip olanların öyküsünü anlatıyor.

 

Yük ile bildiği şeyi yapmaya devam ediyor Arı. Yine ölümün kıyısında dolaşıyor, yine kaybedenlerin hayatını anlatıyor, yine şarkılar ve şiirlerden besleniyor ve yine tespitlerde bulunuyor yeri geldiğince. İyi hikayesini çok iyi formüle eden kurgusuyla tempolu bir roman Yük. Defoları yok değil elbette. Beklentiyi bunca yükseltip nefes nefese okuttuktan sonra daha iyi ve akılda kalıcı bir finali hak ediyoruz. Yinelemeye ve kelime oyunlarına devam ediyor Arı. İlk cümlede anladığımızı tekrarlıyor yer yer ama istediği nakarat etkisini yaratmaktan uzak. En olmadık yerde kelime oyununa girişerek anlatımı baltaladığı anlarıysa yok denecek kadar törpülemiş. Kendisini de romana konuk ederek aradan çıkardığına göre artık şahını erken düşürmeyeceğini bekleyebiliriz. Yine keşifçisini sevindirecek, iyi ki okumuşum dedirtecek. Bir sonraki romanını merakla beklettirecek. Biliyoruz ki dozu artırarak devam edecek, mutsuzluk zaten pakete dahil...

 

 

 


 

 

 

Görsel: Servet Kesmen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.