Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Müzik // Işıldayan tozlar albümü


Şahane
Toplam oy: 770
Murat Beşer
İletişim Yayıncılık
Kitaptaki portreler sıra dışı, ilginç, takıntılı, bir bakıma hastalıklı ama kesinlikle âşıklar. Müziğe âşıklar.

Türkiye’nin geçmişinde “sisli” olmayan bir dönem var mı acaba? Hele söz konusu Batı mamulü bir müzikse... Neyin, ne zaman, ne olduğu; kimin, neyi, nasıl yaptığı tam anlamıyla kayda geçmiş olabilir mi? Büyük romancı Kemal Tahir’in sıkça kullandığı sözcükle: “olabilemez.” Müzik âleminde yerli birkaç tarih yazıldı daha önce, ama âlemin daha çok Batılı tarafıyla uğraşan, ilgisi o tarafa yönelik, bu tarihin içindeki, daha doğrusu arka planındaki kişilerin tarihi yazılmadı. Yazılmamıştı. Murat Beşer’in Yoldan Çıkmış Simalar kitabı bu insanları bulup çıkarıyor, onlara bakıyor ve içerdiği portrelerle Türk rock tarihindeki dip-köşelere ışık tutuyor, hatta tozunu alarak parlatıyor.


Kitap, evet, rock müzikle ilgili olmayanlar için ilk bakışta “gerekli” görülmeyebilir. Teşvikiye’de caminin önünde kaset satan bir adam; artık içine girilemeyen Narmanlı Han’da toplanan ne idüği belirsiz gençler; radyonun patlama yaptığı dönemlerde her hafta aynı şarkıları çalan bir programcı pek kimsenin umurunda olmayabilir. Öte yandan, tüm bu “nevi şahsına münhasır” tipler, bize bu ülkenin yakın tarihi hakkında, özellikle de 1980 askeri darbesi ve sonrasında dar alanlarda nefes alabilmek için ne kadar sıra dışı hayatların yaşandığına, ne ilginç dayanışmaların, arayışların, ısrarların ve ıskaların olduğuna dair ışık da tutabilir. Kitaptaki portreler sıra dışı, ilginç, takıntılı, bir bakıma hastalıklı ama kesinlikle âşıklar. Müziğe âşıklar. Ve, kesinlikle farkında olmadan, bir alanda, Türkiye’nin yeraltı tarihini yazmış durumdalar. Yani, Murat Beşer’inki “matrak” bir tarih kitabı da aynı zamanda.


Yanlış anlaşılmasın, bu simalar yalnızca müzisyen ya da dinleyici değiller. Plakçı, yapımcı, kafe-bar işletmecisi, dergici, fanzinci, aylak, tutunamayan ve tutunduğunu sananlar da var aralarında. Üstelik hepsinin bu kadar olmadığına eminim. Yeni ciltlerde, “yeni” simalarla da tanışacağızdır ama bu ilk kitaptakiler herkesi şaşırtmak için yeterli; şimdilik...

 

 

“Açık büfe” sığınak

 

Narmanlı Han benim aklıma önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, sonra da Deniz Pınar’ı getiriyor. Tanpınar’ın bu kitapta yeri yok ama Deniz’in var: “Heykel sanatçısı Namık (Denizhan) Hoca’nın Deniz’in dükkanının karşısında bir atölyesi, içinde de Deniz’in her görüşte korktuğu bir Kuzgun Acar heykeli vardı. Narmanlı Han hepimiz için (oksijen dolu) bir yeryüzü sığınağıydı. Sekiz metrekare yerde toprak bereketliydi, işler yolundaydı.” Gerçekten de bir sığınaktı orası, “açık büfe” bir sığınak. Cumartesileri karnımızı müzik ve dostlukla doyurur, bir hafta boyu acıkmazdık.


Kalamış aklınıza neyi ya da kimi getirir peki? Münir Nurettin belki. Fenerbahçe’ye giden yol, belki. Benim aklıma Laterna isimli müzik dükkanını getirirdi, bunlardan sonra. “Laterna ilk kez 1978 yılında Kalamış’ta açılmıştı. Plak ithal edip satan ilk yerlerden biriydi. Kibrit kutusu büyüklüğünde bir ‘sticker’ı vardı; üzerindeki karikatürde sivri burunlu, dilenci kılıklı bir adam, üstünde bir maymunun oturduğu laternasını çeviriyor. (…) Altı yıl sonra Selamiçeşme’de Feneryolu tren istasyonu yakınlarında bir kafeye dönüşmüştü Laterna; daha doğrusu hem kafe, hem müzik evine.”


Benim kendi tarihimin, bu yazı için seçtiğim üçüncü durağı ise Üsküdar Paşakapısı. Orada, küçücük dükkanında Tünay Akdeniz bana, bize hard rock ve heavy metal’in kapılarını açmıştı 80’lerin ortalarında. “Yaptığı işe amme hizmetini de katmaktan zevk duyan Tünay, kaset üstlerinin yarısına yukarıdan fotoğraf çekilerek basılmış küçük plak kapaklarını, diğer yarısına da albüm bilgilerini yazıyordu.” Ayrıca Tünay, kasedin boş kalan yerine farklı gruplardan şarkılar çekerek bize yeni pencereler, kendine de yeni siparişler yaratmasını biliyordu. Metallica’nın Master of Puppets albümü Tünay Abi’ye geldiğinde, albümü kaydetmek için Bursa’daki okulunu “kırıp” gelen bir arkadaş, hedefine ulaştıktan sonra “okuldan biraz geç çıktım” yalanıyla tekrar şehrine, evine dönmüştü. Tünay abi daha sonra Beylerbeyi’ne geçti, biz de peşinden.


Murat Beşer’in Yoldan Çıkmış Simalar kitabı, bir bakıma da “gizli kahramanlar”ın tarihi. Yazılmamış tarihler olacak hep ve o tarihin içinde kaybolup giden olaylar, insanlar... Ama unutmak bize dayatılan ise, demek ki biz de unutmayacağız. Hafızamızı, o hep tozlanmaya yüz tutan yeri, pırıl pırıl tutmaya çalışacağız. Başka yolu yok. Değerli olanı, bizi dönüştürecek olanı unutmak yok.

 

 

 


 

 

 

Çizimler: Aptulika (kitaptan)

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.