Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Öykülerden ilhamla



Toplam oy: 999
Editör: Yekta Kopan
Can Yayınları
Türk öyküsünün ve öykücülerinin kodlarını, zihin haritalarını, siyasi tarihe paralel olarak öykünün gündemine giren yeni konu ve kavramları, gündelik eşyaların öykücülerin elinde aldığı halleri derli toplu bir eserde görmek, tüm "edebiyatçokseverleri" sevindirecektir.

Muhayyileleri peri masallarının tomar tomar müsveddeleriyle dolu nesiller, dünya üzerindeki günlerini tükettiler. Sıra bize geldi. Bizim hayal gücümüzü dolduran mekanlar Çin ve Maçin’de değil, burada, İstanbul’da; ejderhaların kaçırdığı prenseslere değil çocuk gelinlere üzülüyoruz ve gözlerimiz gökten düşen elmaları değil de metinlerarasılık izlerini arıyor. Bir neslin ortak hafızasını ve hayal gücünü en çok etkileyen, şüphesiz sözlü ve yazılı anlatılardır. Geçmişte masalların öncülüğünü yaptığı bu sürecin bugün çok farklı, çok daha bireysel yolları, yöntemleri var artık. Bu farklılığın niteliği ya da niceliği yine de muhayyilemizin görkemli bütünlüğüne halel getirmiyor. Tanpınar, “Tecrübe bireyin değil, tüm medeniyetindir,” derken haklıydı. Biz okurlar da, bu tecrübeye katılarak Türk öyküsünün izlediği yolların üstünden geçtik, geçiyoruz.

 

Yekta Kopan’ın editörlüğünde hazırlanan İpekli Mendil bir çeşit sözlük. Ahmet Mithat Efendi’den 2000 kuşağı öykücülerine kadar, yaklaşık yüz yıllık bir dönem taranarak Türk öykücülüğünde nesneler, mekanlar, karakterler, zihin dünyamızda epey yer işgal eden kavramlar ve haller damıtılarak 300 madde elde edilmiş. Önsözde Yekta Kopan, böyle bir sözlük fikrini aklına düşüren ilk öyküden, Sait Faik’in “İpekli Mendil”inden bahsediyor. Ekseriyetle çocuklukta, hadi biraz da ilkgençlikte okunan kitaplardan aklımıza mimlenen sahneler vardır. Her çocuğun mimlediği sahne değişse de, o his değişmez. Öyle olur ki, sanki havayı ısırsanız o ışık, tat ve rayiha içinize dolacak; elinizi uzatsanız dokunacak gibi olursunuz. Yekta Kopan da, “Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avucun içinden bir ipekli mendil su gibi fışkırdı,” cümlelerini okuduğunda açılan bir avuçtan su gibi fışkıran ipekli mendili hafızasına kazımış. Sonrasında da, her “has” okurun yaptığı gibi, o anı büyütmek, tekrar tekrar deneyimlemek için yeni okumalara yönelip böyle anlar aramış. Bu arayıştaki derkenarlar ve dipnotlar da, önce Eşik Cini dergisindeki köşesine, ardından kişisel blogu Fil Uçuşu’ndaki postlara ve ardından da kolektif bir çalışmayla bu sözlüğe dönüşmüş.

 

Kuyumcu titizliği

 


Her bir sözlük maddesi, bir öyküden ilhamla açılıyor; öyküden bahsedip peşi sıra bir değerlendirmede bulunuluyor. İpekli Mendil’in en ilginç ve ilham verici yanı işte bu değerlendirmeler. Kimi maddeler için oldukça uzun, keyifli, civcivli değerlendirmeler yapıldığından, gözlerimiz bütün maddelerde bu kuyumcu titizliğini arıyor. Oysa, yalnızca ilgili öyküden yapılan alıntıyla geçilen kısacık maddeler, ne yalan söyleyelim, hevesinizi kursağınızda bırakabileceği gibi, zamanı durdurup öykünün içine gireceğiniz o sahnelere yenilerini de ekleyebilir.

 

Türk öyküsünün ve öykücülerinin kodlarını, zihin haritalarını, siyasi tarihe paralel olarak öykünün gündemine giren yeni konu ve kavramları bugün artık nostalji unsuru haline gelen pastoral öğeleri, bir dönem etkisinde kaldığımız toplumsal gerçekçilik heyecanıyla yazılan öyküleri, tombala, semaver, pazar torbası gibi gündelik eşyaların öykücülerin elinde aldığı halleri derli toplu bir eserde görmek tüm “edebiyatçokseverleri” sevindirecektir.

 

Unutmadan, İpekli Mendil’in bir güzel tarafı da, kolektif çalışmaya açık olan bu sözlüğün interaktif ortamda sonsuza kadar genişleyebilecek olması. Mesela, siz, Türk edebiyatında berber dükkanlarının, terzilerin ve tuhafiyecilerin müstesna bir yer tuttuğunu düşünenler, haydi işbaşına!

 

 


 

* Görsel: Ahmet İltaş

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.