Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Öyle görünenlerin hikayesi



Toplam oy: 1418
Jonathan Foer
Sel Yayıncılık
Satır aralarını okumak için çırpınmanıza gerek yok. Zira Franzen zaten her şeyi olduğu gibi söylemekten çekinmiyor.

Son iki ayı kaldığını öğrendiğimizde koca bir yumruk oturdu midemize. Anneannem. Bakkala giderken arkamdan “Rujunu sürdün mü?” diye soran kadın. Kocası öldükten sonra hayalini gerçekleştirmek için koroya giren ve üzerine bir de solist olup, dünyayı dolaşan kadın. Hayatı her an ölecekmiş gibi yaşamaya başlayan, ölümden ölümüne korkan kadındı ve biz ölmek üzere olduğunu ona söyleyemeyecektik. Yan odada ağlayıp, sonra da makyajımızı düzeltecektik. Görünüşte zaman onun için iyi geçsin istiyorduk ama aslında henüz yazılmamış kendi anılarımızı düzeltiyorduk. Son bir saatinde, kalan üç nefesinden birini “Yine mi ayağın çıplak?” demek için kullandığında anlamıştım; düzeltmek o kadar da kolay değildi…

 

 

Belki de bu yüzden, Jonathan Franzen’in Düzeltmeler’i bitince telefona sarılıp annemi aradım. Düzeltmeler aşırı duygusallık, aile bağlarını kaybetmenin derin hüzünleri üzerine değil, kuşkusuz. Ama Franzen aile bireylerinin zihinlerinde öyle bir dolaşıyor ki –yine- bir an kendinizi kaybedip kahramanlardan biri olduğunuzu düşünmenize yol açıyor.

 

 

İki erkek bir kız çocukla, çekirdeği beş kişiden oluşan bir ailenin anıları, pişmanlıkları ve sebeplerinin arasında, iç ses dublajıyla çıkılacak bir yolculuk bu.

 

 

 

Franzen’in kaleminin ucundaki aile bu sefer Lambertlar. İki erkek bir kız çocukla, çekirdeği beş kişiden oluşan bir ailenin; anıları, pişmanlıkları ve sebeplerinin arasında, iç ses dublajıyla çıkılacak bir yolculuk bu. Aile kavramı yeniden yazılacak olsa: Aslında herkesin kendi isteği doğrultusunda yaşama arzusundan dolayı hayatı diğerlerine zorlaştırdığı topluluk denilebilir. Bu yüzden Franzen aklınızı alacak hiç duymadığınız bir hikaye anlatmıyor size. Ama hep duyduğunuz belki de yaşadığınız bir hikayeyi aklınızı alacak şekilde anlatıyor…

 

 

 

 

Herkesin doğrusu

 

 

Anneler doğal olarak hem çocuklarının büyüyüp kendi ayakları üzerinde durmasını hem de kendilerini ihmal etmemelerini ister (çocuklarsa “bir gün anlayacaksın” cümlesinden nefret ederler zira içten içe bilirler ki, bir gün gerçekten anlayacaklardır). Tek istediği tüm ailesini Noel’deki büyük yemekte bir araya getirmek olan Enid; kocasından tek beklentisi biraz takdir edilmek olan ve buna ihtiyaç duyduğu için kendine acıyan bir anne. Onlar için hayal ettiklerinden çok farklı yaşamlar süren üç çocukları var: Chip, Denise ve Gary. Üniversiteden kovulup senaryo yazmaya başlayan; ama annesinin gazeteci ya da avukat olduğunu düşünmek istediği Chip. Evli adamlarla ilişki yaşadığı bile bile göz ardı edilen,ama yine de iş hayatındaki başarılarından dolayı Chip’e örnek gösterilen Denise. Aile kurmayı başarmış (her ne kadar ‘huysuz’ bir karısı olsa da) işinin başında, sözüne güvenilir Gary.

 

 

 

Yazar Jonathan Franzen olunca Düzeltmeler’in suya sabuna dokunmadan, tatlı tatlı aile meselelerinden bahsedip geçmesi beklenemez.

 

 

 

 

Bunlar tabii ki annenin gözünden kendi çocuklarının özeti. İşte, bu noktadan sonra Franzen aynı anda birkaç kişinin birden zihninde dolaşma duygusunu yaratıyor özenle. Anlık geçişlerle geçmişe dönüyor; 'öyle' gözükenlerin aslında neden 'öyle' olduklarını gösteriyor, görmek isteyen gözlere. Ona hamileyken annesiyle sevişmesinin pişmanlığıyla kızına, oğullarından farklı davranacağına söz veren baba örneğin... Ya da o babanın kızdığı tüm huylarına ve korktuğu hastalıklarına sahip olduğunu bilen oğul (Gary). Bunları kimse kimseye anlatmıyor ama herkes düşünüyor, biliyor - ve kuşkusuz yaşamaya devam ediyor. Birbirini suçlayarak, kendini sorgulayarak, kendini haklı çıkararak ve yine de bunu saklamak için bir şeyleri düzeltmeye çalışarak...

 

 

Yazar Jonathan Franzen olunca Düzeltmeler’in suya sabuna dokunmadan, tatlı tatlı aile meselelerinden bahsedip geçmesi beklenemez. Söz konusu para ve içten içe egosu olan ve kapitalizmle başa çıkmaya çalışan karakterler var. Tüm kurallarını okudukları kitaplardan seçen günümüz ebeveynleri (ve eğer ortada böyle kurallar varsa bunları birbirlerine karşı da kullanabileceğini bilen). Hastalıkların tedavisi için geliştirildiği öne sürülen ama içten içe Amerikan ceza sistemine adapte edilmek istenilen beyin programlama sistemi...

 

 

Satır aralarını okumak için çırpınmanıza gerek yok. Zira Franzen zaten her şeyi olduğu gibi söylemekten çekinmiyor. Tıpkı ırkçılığı eleştirisi yapan bir dışkının sözleri gibi: "Burası özgür bir ülke. Sizler azınlıktasınız, bense çoğunluktayım."

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.