Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Popüler roman nasıl yazılır?


Zayıf
Toplam oy: 749
Umberto Eco
Alfa Yayıncılık
Kitabı okuduğunuzda popüler romanın şemasını çıkaracak kadar bilgi sahibi olduğunuzu hissedeceksiniz. Nasıl bir olay örgüsü, dil ve son tasarlamanız gerektiğini çabucak kapabilirsiniz. Fakat Eco, böyle bir kılavuz sunmuyor aslında bize.

Popüler romanın alametifarikası nedir? Umberto Eco’nun deyimiyle, “sorunsal roman” ile popüler roman arasındaki farkları nerelerde aramak gerekir? Çok satan romanlar popüler romanlardır, deyip işin içinden sıyrılabiliriz elbette. Kimileri için üzerinde durmaya değmeyecek bir konu olabilir. Çoğunluğa hitap eden bu türdeki romanlara, has okur burun kıvırır. Peki neden burun kıvırdığını kendi de biliyor mudur acaba?


Salt çok satması, bir yapıtı “popüler roman” yapabilir mi? Kuşkusuz ki çok satan, çok okunan, yıllar boyu raflardan inmeyen sanat yapıtları da vardır. Demek ki, bir romana popüler roman dememiz için çok satması yeterli bir neden değil. Başka özelliklere daha sahip olması gerekiyor. İşte Umberto Eco, Popüler Roman Kahramanları isimli kitabında bunların neler olduğunu örnekler üzerinden tartışıyor ve sorunsal roman ile popüler romanın farklarını ortaya koyuyor.

 


Keyfinizi bozmayan romanlar

 

Yönetmen Martin Ritt’in şöyle bir sözü var: “Birilerinin keyfini kaçırmıyorsa, bir filme tümüyle başarılı diyemeyiz.” Bu sözden anlaşılıyor ki Ritt’in başarı kıstası filmin popüler olması değil. Umberto Eco’nun kitabında popüler roman ile sorunsal romanı ayıran başlıca özelliğin, okuru avutmak ya da rahatsız etmek olduğu ifade ediliyor. Sanıyorum ki bu, tüm alanlara uyarlanabilecek bir bilgi.


Eco daha kitabın en başında örnekler vererek, popüler bir romanın okurunu belli bir sorgulamaya yöneltmek bir yana, avutmak gibi bir görevi olduğunu anlatıyor. Yani buradan anlıyoruz ki, popüler bir roman yazacaksanız vasat olanla uzlaşmanız, genelgeçer duygu ve düşüncelerle çatışmayıp, düzenin geldiği gibi gitmesine katkıda bulunmanız gerekiyor.



Olay örgüsünü çözmeyip, okuru sorularla bir başına bırakırsanız çoğunluk tarafından sevilmiyorsunuz. Çünkü çoğunluk kendiyle yüzleşmekle falan ilgili değil. Oyalanmak, vakit geçirmek istiyor. Mümkünse bu vakti geçirirken her türlü duyguyu bir arada yaşamak gibi bir arzusu da var. Hüzün, neşe, acı ama sonunda mutlaka zafer ya da mutluluk. Yani işler tatlıya bağlansın. Bağlansın ki, kurulu düzenin, halihazırda süren bireysel ya da toplumsal yaşamın aksayan bir dişlisi olduğu vehmine kapılmayalım.

Okurla al gülüm ver gülüm

 

Umberto Eco, sorunsal roman için şöyle diyor: “Kitap sona erdiğinde, okur yanıtı olmayan bir dizi soruyla karşı karşıya kalır.” Burada bir başka ayrım daha çıkıyor ortaya. Sorunsal roman okuru üretmeye teşvik ediyor. Peki ya popüler roman? “Burada olay örgüsü, bütün düğümleri çözerek, hem kendini hem bizi rahatlatır.” Bütün düğümlerin çözüldüğü bir romanda okura düşünecek (üretecek) bir şey kalmıyor haliyle.



Eco, popüler romanla ilgili bir başka yanlış anlamayı düzeltiyor ve diyor ki, “Halk tarafından anlaşılması, bir romanı popüler yapmaz.” Peki ne yapar? Okur kitlesinin beklentisini karşılamak. Demin sözünü ettiğim rahatını kaçırmamak da belki biraz buraya dayanıyor. Ama beklenti bununla da sınırlı değil. Halkın beklentilerinin başında “duyguların uyarılması” geliyor kuşkusuz. Bir filme gittiğimizde ordan ağlayarak çıkarsak filmin iyi olduğu fikrine kapılıyoruz kolayca. İçimizde güçlü duyguların uyanması, filmin ya da kitabın güçlü olduğu yanılsaması yaratıyor. Bunun için de popüler romanın, okuru bir dakika boş bırakmayacak şekilde onun duygularını her an harekete geçirecek bir olay örgüsü kurması gerekiyor. Tabii yine sonunun tatlıya bağlanması şartıyla: “Yalnızca bir anlığına insanlar ağlar, sevinir, acı çeker ve haz duyarlar. Kitap tatmin edici bir dizi mekanizmayı devreye sokar, bunlar arasında en eksiksiz ve avutucu olanı, her şeyin düzen içinde kalmasıdır.”



Popüler romanın okuruna belli bazı hazlar bahşetmesi gerekiyor. Bunlardan biri de bildiklerini yeniden fark etmek. Yani popüler roman, okura yabancısı olduğu, o güne dek aklına getirmediği bakış açıları kazandırmıyor. Onun yerine okuru zaten bildiği şeylerle yeniden karşılaştırıyor ve okur da onu kendi keşfetmiş gibi seviniyor. Böylece hem aslında yeni ve onu zorlayıcı düşüncelerle uğraşması gerekmiyor hem de kendi düşünce evreninin zenginliğiyle ilgili bir tatmin yaşıyor. Öyle ya, o da tıpkı bu şekilde düşünmüştü her zaman! Ah yazarın kurduğu şu cümle, o da daha geçenlerde tamı tamına böyle bir cümle kurmamış mıydı? Böylece okurla uzlaşı ve barış atmosferinde bir ilişki kuruyor popüler roman yazarı.



Kitapta popüler romanın özelliklerine ilişkin daha pek çok başlık var. Söz gelimi “prefabrik karakterlerin” kullanıldığı meselesi. Psikolojik derinlikten uzak bu roman kahramanlarının masal kahramanlarından pek bir farkı yok. Yine masallarda olduğu gibi iyi-kötü ayrımlarının net ve kesin olmasından ve iyinin her zaman kötüye karşı savaştığından söz ediyor Eco. Bu savaşın çözümü de tabii her zaman iyinin lehine oluyor. Peki iyi kim? Bunun tarifini yapan da yine popüler olan, yani güncellik.



Kitabın adı Popüler Roman Kahramanları olsa da bana kalırsa bu, kitabın sınırlarını daraltan bir başlık. Çünkü Eco kendini kahramanlarla sınırlamıyor. Romanların diline, kurgusuna da değiniyor. James Bond’dan Arsen Lüpen’e, Monte Cristo Kontu’ndan Tarzan’a pek çok kahramanın izini sürüyor. Bu iz sürmede ona referans olan önemli yazarların başında da Gramsci geliyor.



Kitabı okuduğunuzda popüler romanın şemasını çıkaracak kadar bilgi sahibi olduğunuzu hissedeceksiniz. Nasıl bir olay örgüsü, dil ve son tasarlamanız gerektiğini çabucak kapabilirsiniz. Fakat Eco, böyle bir kılavuz sunmuyor aslında bize. Daha çok popüler roman yazmanın aslında kolay uygulanabilir şablonlara dayandığını göstererek, okurun gözündeki değerini oldukça düşürüyor.


Öyle ya, “Dostoyevski devrimcidir çünkü kahramanlarının başarısızlığı, resmi dünya düzenine yönelik bir eleştiridir,” cümlesini okuduktan sonra kim heves eder popüler roman yazmaya?

 

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Türksen Kızıl

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.