Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Rahiplere tekmeyi basın, tanrılarıyla bizzat kendiniz tanışın



Toplam oy: 877

Haydi, gelin itiraf edelim; ekonomi denen iblisten çoğumuz hiçbir şey çakmıyoruz. Ufak tefek terimler hakkında selin içerisinde beliren kaya parçaları gibi zihnimizde soluk ışıklar yanıyor ama, iş bütüne gelince Pandora gibi kutuya yaklaşmaktan korkuyoruz. Ya içinden çıkamayacağımız bir labirente girmekten çekiniyoruz, ya da çıksak bile harcanan emeğin bir getirisi olmayacağına inanıyoruz.

 

 

Aslında bilinmeyene dair insan zihnindeki bütün korkular gibi, ekonomi ve iktisat denen olgulara karşı korkularımız da bilinçdışı içkinleştirilmiş bir rasyonaliteye dayanıyor. Nasıl ki Orta Çağ’da Tanrı hakkında demagoji yapma imtiyazı, yalnızca rahiplerin ve soyluların öğrenme hakkına sahip olduğu Latince bilme önkoşulunu gerektiriyorduysa, günümüzde de durum pek farklı değil. Tek fark, toplumun %85’ini oluşturan, kâr değil fakat yaşama amacıyla çalışan bizlerin hayatlarındaki mevcut durumun ve muhtemel geleceğin nedenselleştirilmesinde Tanrı rolünü, ilahi bir gücün değil, materyal bir olgu olduğu iddia edilen iktisadın oynaması. Akabinde, Latince bilmeyen, pardon, yani iktisattan anlamayan biz sıradan ölümlüler için, diyalektik olarak modern çağın yeni Tanrısının buyruklarını bize bildirecek uygun bir rahipler sınıfı oluşması gerekiyordu. Külahlıların ve sarıklıların yerine bu rolü üstlenen takım elbiseli ekonomistler, selefleri gibi, “Tanrı”yı tekellerini altına alıp bizden soyutlayarak bu rolü büyük bir yüce gönüllükle ve keyifle sürdürüyor.

 

 

Haliyle, biz ölümlülerin, bu modern rahiplerin buhurdanlıklarından yayılan sislerin arasına girerek, söz konusu  Tanrı’nın gerçekte kimin ve neyin Tanrısı olduğunu anlamak için, korkularımızı bir kenara bırakıp Rubicon’u geçmemiz gerekiyor. Çizelgeler, kurlar, hisse senetleri, finans, merkez bankaları, yatırımlar… Esasında bunlar biz sade vatandaşların girmemesi gereken, kapısında “Lasciate ogne speranza, voi ch'intrate” (“Buradan içeri girenler, tüm umutlarınızı geride bırakın”, Dante’nin İlahi Komedya’sından.) yazan cehennemin dehlizleri değil, birilerinin bilhassa karmaşık, anlaşılmaz ve korkunç hale getirerek üzerinden nemalandığı, yine insan yaratımı ve kontrolünde olan olgular. Öyleyse soru şu: Bu ekonomik olgular ve mevcut iktisadi düzen insan yaratımında ve kontrolündeyse, hangi insanlara hizmet ediyorlar? Hizmet edilenlerin zeminleri, hedefleri ve dünya görüşleri nedir? Küreselleşme ve sınırsız serbest piyasa  ve ticaret yararınıza mı? Size yazılan reçetelerdeki ilaçlar esasında kimin sağlığını gözetiyor?

 

 

Lakin; siz buradaki bir takım metaforlara ve tarihi karşılaştırmalara aldanmayın. John Stanford’un Kanadalı işçiler için kaleme aldığı bu iktisat kitabının adı üstünde: “Herkes İçin İktisat”. Stanford’un kendisi de, eğitim geçmişi Cambridge gibi okullara dayanan, doktora sahibi bir iktisatçı olduğundan, eserinde ekonomik düzeni bir sosyal ya da siyasal bilimcinin gözünden dolaylı ve teorik yorumlamalarla değil, eğitimli bir iktisatçının  didaktik, pratik ve nükteli anlatımıyla dikkat çekiyor. Böylece Stanford, kabiledeki hain rolünde, sistemden nemalanan iktisatçıların aksine, günümüzdeki ekonomiyi ve olgularını dünya refahının %40’ını elinde bulunduran %1’in gözünden değil, yaşamını idame ettirme savaşı veren %85 için ele alıyor. Yazarın söz konusu çalışması, daha adil bir dünya için hevesli fakat ürkütülmüş kitlelere bundan böyle iktisadi meselelerde söz söyleyebilecek bir temel sahibi olma fırsatı sunuyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.