Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Roman öldü (Bu kez gerçekten)


Gayet iyi
Toplam oy: 594
David Shields // Çev. Beril Tüccarcıbaşı Uğur
Everest Yayınları
Kelimelerin sahibi kim? Müziğe ve kültürün geri kalanına sahip olan kim? Biziz, hepimiz, ama henüz birçoğumuz bunun farkında değiliz. Gerçekliğin telif hakkı alınamaz.

Edebiyat nedir? Edebi incelemelere kendisini adamış herhangi biri için temel bir soru olması gereken bu soru, -Platon ve Aristoteles’ten itibaren- Batılı felsefi gelenek içinde de sürekli olarak sorulagelmiştir.   Bir kayıt ne zaman ve nasıl edebiyat haline gelir ve bu olduğunda gerçekleşen nedir? Neye ve kime bağlıdır bu? Felsefe ve edebiyat, bilim ve edebiyat, politika ve edebiyat, teoloji ve edebiyat, psikanaliz ve edebiyat arasında gerçekleşen nedir?


Bütün sanatlar arasında kurmaca, saflaştırma dürtüsüne en çok direnen sanat türü olagelmiştir. Kurmaca öylesine belirgin bir şekilde bozulmuş-saflıklar üzerine inşa edilmiştir ki bazı sanatçılar onu daha en baştan yanlış bir girişim olarak hor görmüşlerdir.


İstikrarsızlık, açıklık ve esneklik, romanın üç yüz yıldır sosyal değişimlere uyum sağlamasına izin verdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana toplumda yükselen politik, kültürel ve teknolojik karışıklıklarsa, sabit bir kimliği olmayan romanı kırılgan bir halde bıraktı.


Bu yüzden eleştirmenler, “Romanın Buhranı” ve “Romanın Ölümü”nü tartıştılar. Kurgusal benlik bilincinin olumlu yönlerini görmek yerine, bu türden edebi hareketleri, vurdumduymazlığın bir biçimi, herhangi bir sanatsal formun ya da türün yıkımına giden özellikler olarak görme eğilime girdiler.


6 Ekim 2001’de Guardian Gazetesi, eleştirmen James Wood imzalı, “Tell Me How Does It Feel” başlıklı bir makale yayımladı. Makalesinde Wood, Stendhal'e göre gerçeğin gerçekçi bir temsili olan ayna benzetmesinin, 11 Eylül'ün akıl almazlığı karşısında unufak olduğunu iddia ediyordu. Birkaç yıl sonra, 2010 yılında Amerikalı yazar David Shields, Gerçeklik Açlığı’nı yayımladı. Shields, romanı modası geçmiş bir tür olarak nitelendiriyordu: “Kendini roman olarak sunan çağdaş bir roman okumayı neredeyse imkânsız buluyorum, çünkü böyle bir kitabın bugünlerde yaşama duygusunu nasıl aktarabileceği bana yeterince makul görünmüyor.” Shields, bu cümlesiyle, kurguyla kurgudışı arasındaki çizgiyi aşındıran deneysel yazma biçimlerini selamlıyordu.

Gerçek ve kurgu arasındaki ince çizgi

 

Birkaç yıl önce, Fransa’da Prix Memoire de la Shoah’ı, Amerika’da National Jewish Book Award’u kazanan, Almanya’da çok satan olan Fragments adlı kitap, kitabın Avrupa’daki yayıncısı Schocken Books’un, yazar Binjamin Wilkomirksi’nin iddia ettiğinin aksine Nazi ölüm kamplarından kaçan Yahudi Alman bir yetim olmadığını keşfetmesi üzerine tartışmaya konu oldu. Yazar aslında İsviçreli Bruno Doessekker’di, yetim ya da Yahudi değildi,  ve hatta, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında doğmuştu.


Schocken Books, kitabın ABD’de yayımlanma planlarını iptal etti, Almanya’da satışını durdurdu ve kitapçılara raflardaki kitaplardan doğan zararlarını karşılama sözü verdi. Uluslararası eleştirmenler tarafından “başyapıt” olarak nitelendirilen kitap, anlatılan “gerçeklerin” gerçek olmadığının anlaşılması üzerine sonunda ortadan bir anda yok oldu. Ancak, aynı yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nda gerçekleşen bir basın toplantısında, yazarın destekçilerinden birinin sorduğu üzere, “bu olay, kitabın edebi değerinden ne götürür ki?” Los Angeles Holocaust Child Survivors Group’un temsilcisi, 1996 yılında New York Times’a verdiği söyleşide şöyle diyordu: “O bizim hikâyemizi, birçoğumuzun deneyimlediği hikâyeyi anlattı. Bizim için Doessekker’in kendi deneyimi olup olmadığı önemsiz.”


Gerçek vaadiyle bir illüzyon yaratıyoruz. Yaralarımızın, derinden hissettiğimiz deneyimlerimizin ve trajedilerin büyük ya da küçük ölçekte bizi nasıl şekillendirdiğini görmek için Aeschylus’a kadar gidebiliriz. Artık yeni hikâye yok, sadece görmenin yeni ve farklı yolları var. Yaratıcı düzyazı, görmenin ve hikâye anlatmanın yeni sınırı.

 

Tesirin esrimesi

 

1946 yılında Groucho Marx, Warner Brothers stüdyoları hukuk departmanından bir mektup aldı. Mektup, Marx’ı bir sonraki film projesi A Night in Casablanca’nın, Warner’ın 1942 yılında çektiği Casablanca filminin haklarını ihlal edebileceği konusunda uyarıyordu. Mektup, Marx’dan, film endüstrisinde hakların korunmasına dair birçok prensiple alay eden bir cevap aldı. Öncelikle Marx, yüzyıllardır Fas’a bağlı olan Casablanca şehrinin sahibinin Warner Brothers olduğunu duyduğuna şaşırmıştı. Marx, Warner’ların büyük-büyük-büyük babaları Ferdinand Balboa Warner’ın 1741 yılında Burbank’e kestirme bir yol ararken bu Kuzey Afrika şehrine denk geldiğini öğrendiği için çok mutluydu. Marx, kendi filminin Warner’ın müthiş başarı toplamış Casablanca filmiyle nasıl karıştırılacağını merak ettiğini, akıllı izleyicilerin Casablanca’nın yıldızı Ingrid Bergman’ın kendi sarışın kardeşi Harpo Marx’la aralarında bir ayrım yapabileceklerini söyledi. “Aralarındaki farkı ben dahi söyleyebilir miyim bilmiyorum, fakat en azından denerdim.”


Kopya kelimesi, Latince bolluk, bereket anlamında olan Copia’dan gelmekte. Copia aynı zamanda bereketle özdeşleşen Roma tanrıçasının da adı. Bu tanrıça hakkında bilinenler az olsa da, Ovid’in Metamorphoses’ında, Achelous’un Herkül’ü yenmek için kendini bir boğaya çevirmesinin ve Herkül’ün onun bir boynuzunu kırmasının anlatıldığı bölümde,  “Ama peri onu meyveler ve kokulu çiçeklerle donattı, onu kutsadı ve şimdi boynuzum Bereket Tanrıçası'nı selamlıyor!” kısmında kendisinden bahsediliyor. Copia, bir Roma madeni parasında, yeryüzünün nimetleriyle dolup taşmış bir sürü boynuzuyla tasvir ediliyor ve buradan, cornucopia sözcüğüne ulaşabiliyoruz.


Bugün kopyalamaktan, kopyalamaya dair münakaşalardan söz ettiğimizde, kopyalamanın baskıdan, mekanik üretimden ya da bilgisayar çağındaki anlamından önceki bu anlamı tekrar kendisini hatırlatıyor. Artık kopyalamayı bollukla değil hırsızlıkla ya da orijinal bir şeyi bozmakla, dolayısıyla bir eksilmeyle ilişkilendirsek de,  kopya diye damgaladığımız fenomenler ya da kopyalama dediğimiz edimler, hâlâ bolluğu ve çoğalmayı simgeliyor. Copia, kopya sözcüğünün değişen tarihsel anlamlarıyla yankılanan bir iz olarak bize konuşmaya, her ne kadar uygulayanlar tanrıçadan bi haber olsa da, uygulama yöntemleri tanrıçayı anmaya devam ediyor.


Öğretim görevlileri, öğrencileri çalışma ve yazmada zengin ve ulaşılması mümkün elektronik kaynakları kullanma konusunda gittikçe cesaretlendirdikçe, yazmayı öğretmede mülkiyet kavramı gittikçe daha önemli bir hal aldı. Birçok kampüste, öğrenciler ve eğitmenler, yazma derslerinin ilk yılında öğrencilere araştırmayı, seçmeyi ve kaynaklardan düzgün alıntılar yapmayı öğretmeyi savunmakta.


Görüşüne bakılırsa, intihalse her zaman vardı. Ezop’un masallarından birinde, tavuskuşu olmak isteyen bir karga, tavuskuşundan çaldığı tüylerle kendine bir maske yapar. Bu bize intihalin ne olduğuyla ilgili fikir veriyor: çalıntı tüylerle bir çehreye bürünmek. Yine de, on yedinci yüzyıldan itibaren, intihale bakış büyük ölçüde değişmiştir. Klasik, ortaçağ ve Rönesans zamanlarında öykünme ve güzel kopyama değerli görülür, bir esere en çok benzeyen kopya, intihal, bir suç olarak görülmezdi. Kısmen başkasının emeğini sömürdüğü hissi ve intihal yapan kişinin, o eseri mükemmel ölçüde üretebilecek nitelikte olmaması ya da üretmeye gerçekten yetkin olmadığı zamanlar gibi, intihalin uygun görülmediği anlar da söz konusuydu. Bunu değiştiren, yapılan işlerin sanatçının ifadesini yansıttığı, ona özgü şeyler taşıyıp taşımadığı, imzasının bulunup bulunmadığı, sanatsal kişiliklerini taşıyıp taşımadığı ve bu gibi sorumluluklara olan ilgi oldu. Yapılan işler artık iyi yapılıp yapılmadığına göre değil, sanatçının ifadesini yeterince özgün yansıtıp yansıtmadığına göre değerlendirilmeye başlandı. Bir intihalci, ödünç aldığı sanatçının işini, sanatçı kadar özgün yansıtamazdı çünkü o eser hiçbir zaman ona ait olmamıştı; intihalci çalıntı tüyleri kullanıyordu ve ancak kendi tüylerine sahip olan, kendini özgünce ifade edebilirdi.


Bu türden endişelerin postmoderniteyle birlikte yok olacağı düşünülebilirdi fakat kaygılar yerini başka bir şeye bıraktı: Mülkiyet ve telif hakkı sorunu.

Gerçeklik açlığı

 

David Shields, sanal gerçeklik, yapaylık, metalaştırmaya doymuş çağda, otantiğe duyulan bir açlık tanısı koyuyor. Shields kısa hikâyeleri romandan, deneme ve anıları kurgudan daha çok seviyor. Gerçeğe dayalı sanat, hayatın bu gerçeklikten ibaret olduğuna, daha fazlasının bulunmadığına dair bir metafordur, diyor biraz gizemli bir biçimde. Birçok estetik manifesto gibi, onun kitabı da gerçekçiliğe dair bir iddia taşıyor; sadece o kendi gerçekçilik tanımını, sahte olarak gördüğü geleneksel kurguya tercih ediyor. Ona göre bazı yazarlar bu nedenle aradan çıkarılıp övülmeli: (Bir denemeci olarak Proust; Çehov, Beckett, Lydia Davis, Joan Didion, Thomas Bernhard, Lorrie Moore, Elizabeth Hardwick), ya da belli eserler, manifestonun koşullarını karşıladığı için uygun bulunup yazarın külliyatından çekip çıkarılmalı (Nabokov’un Konuş, Hafıza'sı, David Foster Wallace’ın A Supposedly Fun Thing I’ll Never Do Again, Mezbaha 5'in önsözü: ‘Vonnegut’un yazdığı en iyi şey’ diyor Shields).


David Shields romandan sıkılmış durumda. Bir biçim olarak, 21. yüzyıl kültürünün hızını yansıtmak için fazla geleneksel ve modası geçmiş. Özellikle Jonathan Franzen’ın Düzeltmeler’i ve Ian McEwan’ın Kefaret’i gibi iyi hazırlanmış, güzel yazılmış edebi romanlardan bıkmış. Onun asıl istediği şey, daha az olay örgüsü -aslında daha az kurgusallaştırma- ve dağınık hakikatin içinde daha fazla gerçeklik. Kendisini “ham”ı, “sansürsüz, profesyonel olmayan, filtresiz, görünürde işlenmemiş olanı” öven odaksız bir edebiyat hareketinin öncüsü olarak görüyor. Blog dünyasından haberi yok mu acaba, diye insan merak etmiyor da değil.


Gelenekçileri daha da kışkırtacakmışçasına, Gerçeklik Açlığı’nın intihali övmesi biçimselliğinde yatıyor. Birbirine geçmiş düşünce ve aforizma kolajlarının hepsi bize sıkça tanıdık geliyor. Çünkü onlar başkalarının düşünceleri ve sözleri. Bunu kitabın sonundaki ekten anlıyoruz ve Shields’in dediğine göre, yayınevinin hukukçularının ısrarı üzerine konmuş.  Geoff Dyer’ın dediği gibi; “Okurken, ‘Tabii ya, keşke bunu ben söylemiş olsaydım,” diye düşündüm, fakat sonrasında onu gerçekten de benim söylediğimi fark ettim.” Gerçeklik Açlığı, hoşgörünüzün büyük postmodern bölünmenin ne tarafında durduğunuza bağlı olarak değişeceği türden bir kitap. Ezra Pound’u ve Beastie Boys’u aynı paragrafta görmek sık rastladığımız bir şey değil.


Kelimelerin sahibi kim? Müziğe ve kültürün geri kalanına sahip olan kim? Biziz, hepimiz, ama henüz birçoğumuz bunun farkında değiliz. Gerçekliğin telif hakkı alınamaz.

 

 

 


 

 

 


“Roman Öldü (Bu Kez Gerçekten)” başlığı: Self, Will. "The Novel Is Dead (this Time It's for Real)." The Guardian. Guardian News and Media, 02 May. 2014. Web. 23 Ara. 2016.



“Edebiyat nedir” ile başlayıp “sorulagelmiştir” ile biten kısım: Attridge, Derek. Derrida ve Edebiyatın Sorgulanması. Edebiyat Edimleri. Jacques Derrida. Çev. Ali Utku ve Mukadder Erkan. Otonom, 2010.

 


“Bir kayıt…” bölümünden “gerçekleşen nedir?”e kadarki cümle: Derrida, Jacques. Edebiyat Edimleri. Çev. Ali Utku ve Mukadder Erkan. Otonom, 2010.

 


“Bütün sanatlar arasında kurmaca…”dan başlayıp “…hor görmüşlerdir” kısmına devam eden paragraf: Bahtin, Mihail. Dostoyevski Poetikasının Sorunları. Çev. Cem Soydemir. Metis, 2004.

 

“İstikrarsızlık, açıklık ve esneklik…” ile başlayıp “…türün yıkımına giden özellikler olarak görme eğilime girdiler”e devam eden iki paragraf: Waugh, Patricia. New Accents : Metafiction : The Theory and Practice of Self-Conscious Fiction (1). Florence, US: Routledge, 2002.

 

“6 Ekim 2001’de, The Guardian, eleştirmen James Wood imzalı…” ile başlayıp “…deneysel yazma biçimlerini selamlıyordu”ya kadar devam eden paragraf:  Birke, Dorothee, and Butter, Stella, eds. linguae & litterae : Realisms in Contemporary Culture : Theories, Politics, and Medial Configurations. Berlin/Boston, DE: De Gruyter, 2013.


“Gerçek ve Kurgu Arasındaki İnce Çizgi” başlığı: Dyer, Geoff. Based on a True Story: The Fine Line between Fact and Fiction. The Observer. Guardian News and Media, 06 Ara. 2015. Web. 23 Ara. 2016.

 

“Birkaç yıl önce, Fransa’da Prix Memoire de la Shoah’ı…” ile başlayıp “…Doessekker’in kendi deneyimi olup olmadığı önemsiz” kısmına kadar devam eden bölüm: Lazar, David, ed. Truth in Nonfiction : Essays. Iowa City, US: University Of Iowa Press, 2009.

 

“Gerçek vaadiyle bir illüzyon yaratıyoruz…” ile başlayıp “Yaratıcı düzyazı, görmenin ve hikâye anlatmanın yeni sınırı” cümlesiyle biten paragraf: Talbot, Jill, ed. Metawritings : Toward a Theory of Nonfiction. Iowa City, US: University Of Iowa Press, 2012.



“Tesirin Esrimesi” başlığı: Lethem, Jonathan, The Ecstasy of Influence. Harper's Magazine. 1 Şub. 2007. Web. 23 Ara. 2016.



“1946 yılında Groucho Marx…” ile başlayıp  “…fakat en azından denerdim” kısmına kadar devam eden paragraf: Vaidhyanathan, Siva. Copyrights and Copywrongs : The Rise of Intellectual Property and How it Threatens Creativity (1). New York, US: NYU Press, 2001.



“Kopya kelimesi, Latince bolluk, çokluk anlamında…” ile başlayıp “…uygulama yöntemleri tanrıçayı anmaya devam ediyor”a kadar devam eden kısım: Boon, Marcus. In Praise of Copying. Cambridge, US: Harvard University Press, 2010



“Özellikle öğretim görevlileri…” ile başlayıp “…yılında öğrencilere araştırmayı, seçmeyi ve kaynaklardan düzgün alıntılar yapmayı öğretmeyi savunmakta” ile biten kısım: Haviland, Carol Peterson, and Mullin, Joan A., eds. Who Owns This Text? : Plagiarism, Authorship, and Disciplinary Cultures. Logan, US: Utah State University Press, 2008.



“Görüşüne bakılırsa, intihalse her zaman vardı…” ile başlayıp “…fakat kaygılar yerini başka bir şeye bıraktı: mülkiyet ve telif hakkı sorunu” ile biten kısım: Dyer, Richard. Pastiche. Routledge, 2006.


“Gerçeklik Açlığı” başlığı: Shields, David. Gerçeklik Açlığı. Everest, 2016.


“David Shields, sanal gerçeklik, yapaylık, metalaştırmaya doymuş çağda, otantiğe duyulan bir açlık tanısı koyuyor” cümlesi: Birke, Dorothee, and Butter, Stella, eds. linguae & litterae : Realisms in Contemporary Culture : Theories, Politics, and Medial Configurations. Berlin/Boston, DE: De Gruyter, 2013.

 

“Shields kısa hikâyeleri romandan…” ile başlayan paragrafın tamamı: Wood, James. Keeping It Real. The New Yorker. The New Yorker, 11 Ağu. 2015. Web. 23 Ara. 2016.



“David Shields romandan sıkılmış durumda…” ile başlayıp “…Ezra Pound’u ve Beastie Boys’u aynı paragrafta görmek sık rastladığımız bir şey değil”e devam eden kısım: O'Hagan, Sean. Reality Hunger by David Shields | Book Review.  The Observer. Guardian News and Media, 27 Şub. 2010. Web. 23 Ara. 2016.


“Kelimelerin sahibi kim? Müziğe ve kültürün geri kalanına sahip olan kim? Biziz, hepimiz, ama henüz birçoğumuz bunun farkında değiliz. Gerçekliğin telif hakkı alınamaz” cümlesi, Shields, David. Gerçeklik Açlığı. Çev. Beril Tüccarcıbaşı Uğur. Everest, 2016


 


 

 

 

Görsel: Mete Kaplan Eker

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.