Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Şiir gibi şiir: Uslu şiir



Toplam oy: 882
Mehmet Karaca
Varlık Yayınları
Bu şiirleri okurken eleştirel bir diklenmeden, bir yeni söyleyiş çabasından ziyade, uslu bir iç monolog ve dünyaya karşı edilgen bir tavırla karşı karşıya kalıyoruz.

Gençler için düzenlenen ödüllerin çok nadiren iyi şair çıkardığına inanıyorum. Ne de olsa şiir bir var olma mücadelesidir ve bu mücadelede sizi öyle hemen ödüllendirmezler. Ayrıca ödüller aykırı isimlerin yaşam bulmasına yardım etmez, aksine, yerleşik şiirden yana tavır alındığından bu organizasyonlar doğaları gereği risk almayan, tehlikesiz ve uslu şiiri ödüllendirir. Bu yılki Yaşar Nabi Şiir Ödüllerinde birinciliği kazanan şairin şiir kitabına elimde olmadan bu düşüncelerle baktım ve elbette ki bu kez yanılmış olmayı istedim. Ne yazık ki böyle bir şey olmadı. Dikkatimi sadece, bu şairin de, son yıllarda kültürde ve şiirde patlama yapan Adana menşeli olması çekti. Adana’ya merakla yakından bakılmalı derim.

 

 

1992 doğumlu genç şair Mehmet Karaca’nın Tuz Açlığı kitabını, acaba son dönem şiirimizde ne yönde gelişmeler görülüyor, gençler nelere ilgi duyuyor, ne tarz bir şiir yazmaya çabalıyor ve kabul görmüş kurumlar hangi şiiri onaylıyor diyerek merakla okudum. Aslında hatasıza yakın bir şiir yazıyor Karaca; hem teknik hem de biçim bakımından. Ama bu hatasızlığın içinde bir pırıltıya rastlamıyoruz. Bu öğrenilmiş bir şiir; şiirde bir şair trajedisine, şairin varlığına ihtiyaç vardır; işte böyle bir trajedi eksik, tamam, etrafımızda kesif bir pus var, bir tekdüzeleşmiş bunaltı ve çıkışsızlık var, ama bu bunaltı trajedinin aşkınlığını, aşırılığını taşımıyor.

 

Kitabın en tipik olduğunu düşündüğüm şiiri hakkında birkaç söz söyleyerek daha açık kılmak istiyorum sözlerimi: “Kalemsiz” adlı şiir, Karaca’nın şiir tavrının belirgin özelliklerini içeriyor. Birincisi, içeriğin yakıcılığından yoksun olduğu için bir retorik hâkim bu şiirde. Öyle ki şair, bu retoriğin çekiciliğine kendisini kaptırarak şiirin iç akışının mantığına kendisini olduğu gibi terk ediyor. Dizeler bu mantık uyarınca pürüzsüzce ve hiçbir tesadüfe imkan vermeden akıyor: Şairin söyleyiş maharetine odaklanması, ne denildiğini önemsiz kılıp arka planda bırakıyor, ki pek de bir şey söylenmiyor bu şiirde. Bir şair için en önemli dezavantajlardan birisi, kendi dünyasının esiri olmaktır. Karaca da, kendi dünyasının esiri bir şair ve üstelik bu dünya içinde rahat ettiği belli oluyor. Şiir esasta bir itirazdır; ama işte itiraz olmanın rahatlığına ve haklılık duygusuna kapılmamalıdır. Karaca’nın şiirinde, şiir –mantıklı ya da mantıksız– hamleler yapmaya indirgenmiş gibi görünüyor. Bir de tabii şu var, ki bu toplumumuzun her aşamasında görülen bir durum: Şair, ne yazsam olur, duygusuna kapılmış; ne yazsam olur diyor, çünkü nirengi noktası, alınacak bir hiza kalmamış durumda; sözcükler hiçbir yere gönderilmiyor, aralarındaki ahengin uysal kölesi haline geliyorlar. Şiir açık açık söylemez, hissettirir daha çok. Bu şiirleri okurken eleştirel bir diklenmeden, bir yeni söyleyiş çabasından ziyade, uslu bir iç monolog ve dünyaya karşı edilgen bir tavırla karşı karşıya kalıyoruz.

 

 


 

 

* Görsel: Mehmet İnanır

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.