Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sofoklesçi bir kötümserlik



Toplam oy: 1462
Thomas Hardy
İletişim Yayıncılık
Hardy toplumda egemen tüm normları masaya yatırır; toplumsal sınıf sistemini, evliliği, dini, cinselliği, özellikle de örgütlü dinin nasıl bir canavara dönüşebildiği olgusunu...

Geç Viktorya döneminin en önemli romancılarından Thomas Hardy’nin Adsız Sansız Bir Jude’u, aynı zamanda aldığı olumsuz tepkiler nedeniyle Hardy’nin roman yazmaktan vazgeçmesine yol açması ile de ünlüdür. Viktorya dönemi, bilindiği gibi, Kraliçe Viktorya’nın hüküm sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arasını kapsar; bu dönem refahın arttığı, barışın hüküm sürdüğü İngiltere kapitalizminin altın yıllarıdır. Hardy’nin hayatı da bu dönemle örtüşür; 1840’da doğar, 1928’de ölür. Bu dönemde İngiliz romanı, edebiyat türleri arasında zirveye yerleşir. Önceki romantik dönemin kralı şiir iken, Charles Dickens, William Thackeray, Brontë kardeşler, George Eliot ve dönemin sonlarına doğru Hardy gibi romancılarla roman, şiiri tahtından indirir.

 

Hardy’nin dönemin katı ahlak anlayışı ile cepheden ilk kez yüz yüze geldiği, en çok bilinen, sinema uyarlaması ile de meşhur romanı Tess’tir. Erken Viktorya dönemi romanları genellikle ağır koşullarda yaşayan ve azimle çalışan insanların sonunda aşkla veya şanslarının yardımıyla ödüllendirildikleri bir dünyayı tasvir eder. Erdem, dürüstlük her zaman ödüllendirilirken, hata ve kötülük yapanlar cezalandırılır. Ancak gerçeklikte toplumsal ve sosyal değişme hızlanıp, ahlaki ve etik normlarla uyumsuzluklar belirmeye başladıkça romanda da bunun etki ve sonuçlarını görmeye başlarız; bu çerçevede Hardy’nın romanları da kimi eleştirmenler tarafından “kötümser” metinler olarak değerlendirilmiştir. Hardy ise bu eleştirileri ancak Sofoklesçi bir kötümserlik çerçevesinde kabul eder: Seçme şansım olsaydı dünyaya gelmemeyi tercih ederdim.

 

“İffetli” bir kızın baştan çıkarılmasını öyküleyen ve Viktorya döneminin yerleşik cinsellik ve seks anlayışına bir saldırı gibi de okunabilecek olan (elbette bugün okumak ile o gün okumak arasındaki farkı da dikkate almalı) Tess, Hardy’ye birçok düşman kazandırır, bir tartışmanın başlamasına neden olur. Adsız Sansız Bir Jude ile birlikte bu tartışma alevlenir ve Hardy roman yazmaktan vazgeçerek adeta bu tartışmadan çekilir. Hardy toplumda egemen tüm normları masaya yatırır; toplumsal sınıf sistemini, evliliği, dini, cinselliği, özellikle de örgütlü dinin nasıl bir canavara dönüşebildiği olgusunu...

 

 

<br/><a href=

 

 

 

Edebi açıdan ise Hardy’nin romanları eski Yunan, Shakespeare ve Hıristiyan trajedilerinin izlerini taşır. R.M. Rehder’e göre, “Shakespeare’de trajediler ölüm, komediler evlilik ile sonuçlanır; Hardy’de ise bazı trajediler bir evlilik ile başlar, her komedi de bir trajedi içerir.” Ahalinin de önemli bir yeri vardır: Köylüler, Yunan trajedilerinde olduğu gibi bir koro işlevi görürler; arka planda sürekli olarak yorumlarını, görüşlerini duyarız.

 

Trajedinin izleri romanda yarattığı şehir adlarından bile okunabilir. Jude’ın yaşadığı yer Marygreen (Mary: Meryem), fantastik arzularının odağındaki, Hardy’nin model olarak Oxford’u alarak betimlediği şehir ise Christminster (Christ: Hazreti İsa) isimlerini taşır. Jude ve Hardy’nin yaşamları da paralellik içerir. Hardy de tıpkı Jude gibi önce taş ustası olarak çalışmaya başlamış, sonra bir mimara çıraklık etmiştir. Ayrıca iki mutsuz evlilik yapmıştı; iki karısı da evlendikten sonra fanatik derecede dindarlaşmışlardı. Bunun da ötesinde kitap yayımlandıktan sonra gelen tepkiler nedeniyle ikinci eşi Emma ile olan ilişkileri ciddi hasar görmüştü.

 

Bize hiç yabancı değil

 

Adsız Sansız Bir Jude ile benzeşen bir diğer klasik roman, Stendhal’in Kırmızı ve Siyah’ıdır. İlk çevirisi 1900’de yayımlandığı için doğrudan bir etkilenme olasılığı kalmıyor; ancak zamanın ruhunun iki farklı ülkedeki romancıları benzer protagonistler yaratmaya ittiğini düşünebiliriz. Adsız Sansız Bir Jude’u bugün okuduğumuzda neden bu kadar kıyamet kopardığını anlamak biraz güç olsa da kızlı-erkekli tartışmasını hatırlamakta yarar var. Erdemin kızlık zarı ile simgelendiği bir dönemdir bu, yani bize hiç yabancı değil. Fiziki bir nesne ile metafizik bir kavramın özdeşleştirilmesi, Hardy’nin en çok itiraz ettiği noktalardan birisidir; onun için “erdemin yuvası ruhtur,” kızlık zarı değil. Viktorya döneminde bekaretini kaybetmiş kızlar için kullanılan yaygın deyiş “bozuk mal”dır, bu kavrayış elbette kadınlar tarafından da içşelleştirilmiştir.

 

Hardy 1912’de evlilik ve boşanma ile ilgili yasaların, İngilizlerin en azından yarısının mutsuzluğunun nedeni olduğunu yazar. 1857’ye kadar anlaşmalı boşanma diye bir olgu yoktur. Ancak zina durumunda gündeme gelebilir. Bir tecavüz olduğunda ise tecavüze uğrayan kadının kocasının zararını talep etme hakkı vardır! Kadın evlendiği zaman yasal bir kişi olma hakkını kaybetmektedir. Boşanma süreci ancak zenginlerin başa çıkabileceği kadar pahalı bir süreç olduğundan, toplumun büyük çoğunluğu için fiilen imkansız gibidir. Mesela dönemin bir diğer ünlü romancısı Austen’in romanlarında kadınların adeta cinsel hayatları yoktur. Bir anlamda Hardy, İngiliz romanında kadını cinselliği ile ele alan ilk romancıdır denebilir. Geçerli bakış açısında kadın ya Madonna ya da fahişedir; Hardy bu bakışı yerle bir eder, yeni bir kadını, gerçekliğin dikenli tarlasında tutkuları, içgüdüleri, bedeni ve ruhu ile varolmaya çalışan kadını resmeder. Adeta Madonna ile fahişenin bir karışımıdır bu kadın. Dönemin ilk liberal feministleri de evliliği idealleştirmektedirler. Ancak gençliğinde Charles Fourier’nin eserleri ile tanışan ve onun serbest cinsellik fikrinden etkilenen Hardy, Sue ile evlilik karşıtı bir kadın karakter yaratır.

 

İyi bir romanı, yazıldığından yüz küsur yıl sonra bile hâlâ yeni yorumlara gebe olmasından daha iyi ne tanımlayabilir ki! Demek ki doğru soruları gündeme getirmiş ve kolayca çözülemeyecek meselelere el atmış. Eleştirmenlerin de Adsız Sansız Bir Jude’a olan ilgisi sürekli devam etmiş. Jude’un kaderinde kendi kişilik ve güdülerinin mi, yoksa toplumsal yapının mı belirleyici olduğu tartışılmış mesela. Veya Terry Eagleton romanı “çalışma/iş”in (work) merkezde olduğu az sayıda İngiliz romanlarından birisi olarak analiz etmiş.

 

Hardy bir de kavram hediye etmiştir İngilizceye bu romanı ile: Erotolepsy. “Bu seferki derdim birincisinde olduğu gibi şehvet deliliği değil,” der Jude. “Şehvet deliliği” olarak çevrilen bu kavram, “erotomania”dan daha şiddetli ve tehlikeli bir duruma işaret eder.

 


 

 

* Görsel: Erhan Cihangiroğlu

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.