Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sür!



Toplam oy: 1559
James Sallis
İthaki Yayınları
Hayat bize mesajlar yollar. Sonra da oturup, bu mesajları anlayamayacak olmamıza katıla katıla güler.

Karmaşaya gerek yok, sadece okumak için; hatta düşünmeye gerek yok, biraz yaşamak için. Yazar James Sallis’in 2005 yılında yazdığı Sürücü (Drive), şimdi bizimle. Öyle çok fazla marifetli kitaplar yok, hakkında sayfalarca konuşmak yerine sadece okumanız gerektiğini söyleyebilecek. Bu bir marifet değil, bu bir seçim. Sürücü sadece beş dakika veriyor, o beş dakika içinde yanınızda, sonrasında eğer geç kalırsanız karar vermek için, biraz düşünmek falan isterseniz, onu orda bulamazsınız. Aslında hayattaki çoğu şey de böyle kaçmıştır.



Sürücü, bir tiyatro sahnesinde sadece tek başınaymış gibi büyük bir soğukkanlılıkla yaşıyor, kitabı okurken saçma bir ruhsuzluk bulaşıyor gözlerinize. Gözler biraz daha takip etmek istiyor ne olacağını, süslü kelimelere gerek yok. Birileri hayatını böyle kazanıyor, süslü kelimeler değil, içinde olduğumuz bataklık daha çok zevk veriyor. Sürücü için söylenebilecek en önemli noktalardan birisi bu, ne olduğunu anlamaya çalışmak için bir şeyleri yerli yerine oturtmaya  ya da başka öykülere kapılmaya gerek yok. Sürücü’nün bekleyecek zamanı yok. Her şey ortada, James Sallis bir cinayet romanı yazarı olarak, ama bu sefer gizlenecek hiçbir şey olmadığını rahatlıkla gösteriyor. Saklanacak hiçbir şey yok, yaşadıklarımız çok net, bir kez bokun içine battıysan ikinci kez bundan nasıl kurtulacağını daha iyi bilirsin...  Sürücü’nün çocukluğunu öngörmek zorunda kalmadığımız, onun yaşadıklarını okuyabildiğimiz için, biraz daha onun gibi olmak istiyoruz. Bir şey beklemek değil, gerçekten de onun gibi olmak. Biraz daha net, her geçen gün, içine girdiği durumun naifliğini kanla, etle kanırtan ama bunun tüm hatlarının içinde belirgin nedenlerle yıkıyor, ruhlar özgürlüğe böyle kavuşuyor.

 

 

 


Aslında bir cinayet romanı, ya da bir polisiye ya da adına konulabilecek herhangi bir tanımlama varsa, bu kimsenin hoşuna gitmezdi. İçinde bulunduğumuz durumları tüm detaylarıyla yaşamak istemediğimiz milyonlarca günün bir tanesini sadece kitabın akışkanlığı içinde yaşamak için birçok şeyden feda edebilirdik.

 

Kült olabilecek bir kafa aramaya gerek yok, her şeyden uzaklaşıp sadece derinine inerken aslında olması gerektiği doğru noktada olduğunu gösteren farklı bir kitap. Ne olabileceğini, neye dönüşebileceğini Sürücü anlatıyor olacak. Ne iş yaptığnı, neye bulaştığını, hangi durumlarda yapılmaması gereken ne varsa çok da doğru bir anda yapılacağını, acıyı ve acının somut halini, tek bir çizgiye dönüşebileceğini. Hızı, arabayı, arabanın mekaniğini, insanın mekaniğini bir arabanınkiyle ayrıştıramayacağımız durumları. Hollywood’u, dublörleri, mafyayı, bir kadını ve bir kadını daha, çocukluğu ve geçmişin gelecekteki halini. Sürücü'nün tüm yansımalarını kendi bedenimizde, kendi içimizde yaşamak gerekecek, bir süre sadece sürmemiz gerektiğini ve en sonunda zaten bunun da ne demek olduğunu içimizdeki boşlukları James Sallis’in Sürücü’süyle doldurduğumuzu göreceğiz.

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.