Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı



Toplam oy: 1307
Mustafa Kutlu
Dergah Yayınları

Hüznü en çok eşya ile insan münasebetinde aramışımdır. En geniş anlamıyla eşyayı yitip giden bir zaman algısıyla ele alan metinlerde okumaktan haz almışımdır. Bunları bana düşündüren de Mustafa Kutlu'nun son kitabı Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı adlı uzun hikâyesi oldu. Kitabı bitirdiğimde bir yaprak dökümü misali solup giden Tahir Sami Bey'in hikâyesinin buruk tadı kaldı dilimde.

Mustafa Kutlu yaklaşık on yıldır geçip giden zamana direnen, uzun hikâyeler kaleme almakta ve şahsına münhasır bir üslupla samimi bir şekilde bize seslenmektedir. Uzun hikâye, Huzursuz Bacak, Mavi Kuş ve son olarak Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı. Diğer hikâyelerinde olduğu gibi bu eserinde de yaşamda karşılaşabileceğimiz kahramanların hayatlarını geleneksel anlatı ile post modern anlatının iç içe geçmesiyle başarılı bir şekilde işlemiştir. Her sayfada bir meddahın sıcak ses tonuyla karşılaşırız. Geleneksel anlatı kaynaklarından beslenen ve geçmişi hep ince bir hüzünle dokuyan yazarın, kendini metne bir kahraman gibi katması post modern teknik kullanışlarından daha çok, meddah geleneğine yakın. Metni okuyucuyla hasbıhal havasında ele alışı, meddah geleneğini anımsatırken, altan alta tüm bunların farkında olan ve sanat anlayışını tartışan bir tavırla olaya yaklaşması da kanımca hikâyenin post modern tarafını teşkil ediyor. Metinde geçen anlatıcının neyi ne kadar nasıl anlatacağı sorusunu direk kendisi tarafından sorulur. “Edebiyatı böyle bir daire içine kim sokmuş? Özgür düşünce nerede kaldı, ifade hürriyeti” diyerek Tahir Bey'in özel anısı da anlatılmak isteniliyor. Ama hemen yan sayfada kendine itiraz edip tartışma havasında yazar kendi edebiyat anlayışını net bir şekilde ortaya koyar. “Edebiyat esas itibarı ile ulvi olan yönelmeli. Ulvî olanın vücut bulması için süflî olanın zikredilmesi zarurî olsa bile bunun bir ölçüsü vardır” der. Alıntılardan da görüldüğü gibi Kutlu bu tartışmaya estetik açıdan çok etik açıdan yaklaşmakta ve edebiyat kelimesinin kökeni olan “edeb”e gönderme yapmaktadır.

Yazıya tasvirle başlıyor, mekân sade ve kısa cümlelerle çiziliyor. Tasvir etme, dil oyunlarından etkili benzetmelerden çok, basit  bir adres tarifini andırıyor.”Fırat kıyısından tepelere doğru çıkan araziyi kullanır hale getirmek için deste duvarları ile set set işlenmiş. Ahşap işçiliği evlerin kapsını, penceresini süslediği gibi ev içlerini de oya gibi işlemiştir” Anlatıcı sonra anlattığı hikâyeyi unutan, sohbet düşkünü bir dost gibi araya girip müdahale ediyor anlatıya “Her neyse Eğin'e kaptırdık gidiyoruz. Hele onun hasret ve gurbet kokulu türkülerine,  kadın halaylarına yeme-içme giyim-kuşam inceliklerine dalarsak kendimizi kurtaramayız” Görüldüğü gibi anlatıcının metne müdahalesi artistik bir hamleden çok kahve muhabbetlerini andıran sıcak bir tonda gelişiyor. Ve her cümlenin altında anlattığı hikâyeye, mekâna ve kahramanlara karşı duyulan yoğun sevgi her an kendini gösteriyor. Bu da okuyucunun Kutlu'nun hikâyelerini kendine çok yakın hissedip, hemen içine girmesini sağlayan önemli bir etkendir.

Hikâye; Tahir Sami Bey adında küçük bir memurun arşivcilik ve kitap sevdası merkezinde dönen "özel hayatını" üç nesil öncesine kadar anlatır. Tahir Bey anlatısı,  roman türünün yaratmış olduğu bireyin özel hayat kavramından çok geleneksel bir tipin anlatısı olarak okunmalıdır. Bu yüzden özel hayat kavramı beklediğimiz türde bir kişisel hayat olmaktan çıkıp bir dönemin panoraması gibi algılanabilir. Dede mesleği arşivcilikten hayır kalmayınca bir devlet dairesinde işe başlayan Tahir Bey, artık burayı evi olarak benimseyecek ve görev duygusundan uzak bir dinginlikle dairenin âdete bir organı gibi olacaktır. İki ablasıyla kadından ve eğlenceden uzak, mutsuz ama bir o kadar da hüzünlü bir hayat yaşar. İş arkadaşları da Tahir Bey'den pek farklı değiller. Bir türlü sevecek ve sevilecek bir aşk yaşamamış ve bu yüzden evlenmenin artık bir probleme dönüştüğü Hülya Hanım'ın, dairede kapıcılık yapan ama sohbet ehlini gözünden tanıyan Şeref Efendi Bey’inin hikâyesi... Bu yardımcı kahramanlar hikâyeyi Tahir Bey'in hikâyesi olmaktan çıkarıp bir dönemin hikâyesine çeviriyor. Mustafa adlı bir yazarın (yazarın kendisi) Bir tesadüf sonucu tanıştığı Tahir Bayi’in hikayesini yazmak istemesi ile yazarımız kitabın bir kahramanı olarak hikayeye müdahil olur. Kendi halinde sürüp giden yaşamının gözler önüne serilmesi, Tahir Bey'i ilkin rahatsız eder. Fakat Mustafa Bey, sonunda onu ikna etmeyi başarır. Sonrada bir antlaşma yaparlar. Bu antlaşmayla Tahir Bey yazılan metnin bazı yerlerine müdahale edebilecektir. İşte post modern bir teknik olarak yorumlayabileceğimiz bu müdahaleler kurmaca ve gerçek yaşam arasında yaşanan ilişkiyi tüm açıklığıyla okuyucuya yansıtırken, anlatıcıya da anlatıda neyi, ne kadar, nasıl anlatırımın da muhasebesini yapmaya zorlar. Bu müdahaleler hikâyenin akışını bozmaktan çok bizi hikâyeye bir gülümsemeyle daha da yakınlaştırıp metni akıcı kılmayı sağlamaktadır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.