Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tefekkür patikasında bir arkadaş olarak eşek



Toplam oy: 1375
Andy Merrifield
Aylak Kitap
Eşeklerin Bilgeliği, yazarın Gribouille adlı eşeği kiralayıp civardaki köylere doğru bir yolculuğa çıkmasını konu ediniyor. Bu yolculuk hikayesi, hâsılı bir yolculuk hikayesine yaraşır biçimde benliğe ve hayata dair sorgulamalar içeriyor.

Eski bir Türk atasözü şöyle der: "Yaşamış eşek insan gibidir." Atasözünün yaşlandıkça bilgeleşen insana benzettiği eşeğin gerek Batı gerekse Doğu edebiyat tarihinin çeşitli metinlerinde insandan da bilge bir canlı olarak baş tacı edildiğine tanık oluruz. 15. yüzyılın Divan şairlerinden Şeyhî'nin hicve dayalı Harnâme'sinin kahramanı eşek, toplumsal adalet üzerine okuyucuya sorular sordurur. Cervantes'in Don Kişot'unda Sancho Panza'nın eşeği, daha doğrusu Sancho'nun ona "eşek" demek istemediği için sadece ismiyle bahsettiği "Karakaçan" zaman zaman romandaki diğer karakterlerden rol çalar. Bir gün bir cezire valiliği edinme vaadiyle Don Kişot'un peşine takılan Sancho Panza, o çok istediği valiliği (Düşes'in ona yaptığı bir 'eşek şakası' sonucunda) elde ettikten sonra iktidarın hiç de heves edilecek bir pozisyon olmadığını anlayıp soluğu eski mütevazı yaşamının simgesi gibi gözüken "Karakaçan"ının yanında alır. Bu yeniden bir araya geliş, kavuşmanın sevincini barındırmakla birlikte, Sancho'nun bir nevi aydınlanmasına işaret ettiği için de aslında Don Kişot'un en unutulmayacak sahnelerinden biridir. Don Kişot'un atı Rosinante ile Karakaçan'ın, ikisi de ayrı bir meczup olan sahiplerine eşlik ederken kurdukları dostluk Don Kişot'un gözünden kaçmaz ve iki hayvan arasındaki dostluğun neden insanlar arasında olamadığına dair bir soru sormasına neden olur.

 

Aylak Kitap tarafından yayımlanan, John Berger'in "Muhteşem bir kitap" olarak addettiği Eşeklerin Bilgeliği- Kaotik bir dünyada sükunet arayışı edebiyat dünyasında eşeğe verilen payeye paye katıyor. Hem de bunu edebi ve felsefi bir lezzet vererek yapıyor. Roman ve deneme arasında gidip gelen yapısıyla kitabın yazarı Andy Merrifield bizi kendi kişisel yolculuğuna davet ederken hayat-hakikat-sükunet üzerine huzurlu bir tefekküre dalmamızı da sağlıyor. Osmanlı toplumunda, öfke ve hakaret dürtüsüyle bir başkasına yönelik kullanılan "şeddeli eşek" (çift ş'li eşek) tabiri günümüz Türk toplumunda da "ş" harfi mümkün olduğunca çok vurgulanarak kullanılmaya devam ediyor. Oysa edebiyatçılar için durum farklı: Merrifield'ın kitabında kelimenin sözlük anlamıyla da çıktığı yolculukta eşeği Gribouille onun Fransa patikalarındaki yoldaşı olmakla birlikte zihinsel yolculuğunda bir yol gösteren oluyor.

 

Kitabın yazarı Andy Merrifield coğrafya ve kent teorisi alanında uzman bir akademisyen. Yoksul bir Liverpool hayatından kopup gelerek büyük bir azimle akademik emellerine ulaşıyor ve İngiltere'nin, Amerika'nın çeşitli üniversitelerinde yıllarca hocalık yapıyor. 20. yüzyıl Fransız filozoflarının biyografilerini hazırlarken ilgi duyduğu Fransa, akademi ve şehir hayatından vazgeçip geri kalan hayatını geçirmeye karar verdiği ülke oluyor ve Merrifield Auvergne bölgesinde bir köye yerleşiyor. Eşeklerin Bilgeliği onun Gribouille adlı eşeği bir eşek çiftliğinden kiralayıp civardaki köylere doğru bir yolculuğa çıkmasını konu ediniyor. Bu yolculuk hikayesi, hâsılı bir yolculuk hikayesine yaraşır biçimde benliğe ve hayata dair sorgulamalar içeriyor. Merrifield, gündelik koşturmaca içinde tefekkür imkanı bulmak zor olduğundan, Freiburg civarında Kara Ormanlar'a karşı ahşap bir kulübeye çekilen Heidegger'den etkilenerek kendi tefekkür patikasına koyuluyor.

 

Edebiyattaki eşekler

 

Merrifield'ın koyulduğu tefekkür patikasının rehberi eşek Gribouille, her şeyden önce yazara üzerinde teorilerle uğraştığı kent yaşamının kaotikliğinden uzaklaşma fırsatı veriyor bütün sükunetiyle. Eşeğin kendine özgü sakin doğasını, karakteristik özelliklerini gözlemleyip dile getiren yazar, bu canlı üzerine düşünürken onun kutsal kitaplarda, çeşitli mitolojilerde, resimlerde, gravürlerde, filmlerde ve edebiyat yapıtlarında nasıl karşımıza çıktığını yolculuk sırasındaki çağrışımlarıyla keyifli bir dille aktarıyor. Hz. Muhammed'in yoldaşı olan ve o öldükten sonra intihar eden Yafur'dan, Sancho'nun eşeğine kavuşmasını "Barış Öpücüğü" adıyla resmeden 1863 tarihli Gustave Doré'nin elinden çıkma gravüre kadar eşeğin insanın imgelem dünyasında nasıl bir yer kapladığını açıklıyor.

 

Örneğin, Dostoyevski'nin meşhur budalası Prens Mışkin'in Basel pazarında duyduğu eşek anırması, Mışkin ve eşeğin saflığı üzerinden kurulan bir ilişkiyle birlikte düşünülecek olursa budalanın toplumdaki ayrıksı konumuyla ilgili vardığı aydınlanma anını gözler önüne serer. Amerikalı şair Anne Sexton 1962 yılında yatırıldığı akıl hastanesinde modern hayatın boca ettiği bütün duygulardan kurtularak tedavi olmak isterken Eşek Sırtında Kaçmak adlı şiiri yazar, aynı zamanda da bilinçdışını aktarmak adına yepyeni bir şiir anlayışı ortaya koyar. Şiirdeki ıstırap içindeki anlatıcı, "Açım ben açım, Anne, Anne, / Bin eşeğine kaç git sen" derken medeniyet ve toplum kaosundan kaçma özlemini dile getirir. George Orwell'in klasik romanı Hayvan Çiftliği'nin eşek karakteri İhtiyar Benjamin ise, tabi olunan düzenin çarklarının nasıl işlediğinden haberdar olan bilge bir karakterdir.

 

 

Merrifield'ın yol boyunca aklından çıkmayan, yer yer göndermelerde bulunduğu bir başka referans noktası da Robert Bresson'un 1966 yapımı Au Hasard Balthazar/ Rastgele Balthazar adlı filmi. Merkezine Balthazar adlı eşeği yerleştiren filmin hikayesi eşeğin insanlar tarafından uğradığı zulme ve bu zulüm üzerinden insanın doğasına dair kabul edilmesi işe gelmeyen yaşamın acı gerçeklerine dairdir. Merrifield'in yolculuk boyunca filmden anımsadığı sahneler insan ırkının yanında safiyet konusunda bir sıfır önde giden eşekler hakkında bizi daha çok düşündürürken, bir yandan da bir Bresson okumasıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

 

Öte yandan, kitabın bir göndermeler yığınından ibaret olmadığının altını çizmek gerekiyor. Kendisini sükunet içinde dinleyen birine içini dökmek, Fransızcasını geliştirmek adına onunla konuşmak da dahil olmak üzere Merrifield'ın eşek Gribouille ile kurduğu ilişki, geçmişini ve bugün olmak istediği yeri sorgulayıp saptamasında büyük bir yardımcı niteliğinde. Bu yüzden yazar çağrışımlara dayanarak yer yer geçmişte yaşadıklarına gidiyor, yazının başlarında adını andığımız Heidegger gibi çeşitli filozofların görüşleri üzerinden kendini ve her birimizin empati kurabileceği şekilde varoluşumuzu tartışıyor. Merrifield okuyucuyla tatlı bir sohbet edercesine, kıvrak ama en güzeli, mütevazı zekası ve mizah duygusuyla bizi bu yolculuğa dahil ediyor. Huşu ve dinginlik içinde yürürken Gribouille'un bir tür "eşek nirvanası" vecdinde olduğunu söyleyen bir yazarın mizah ve dil yeteneğinin hakkını vermek gerekiyor.

 

Merrifield, Gribouille'la çıktığı yolculuğun ona eşsiz bir hayat bilgisi kazandırdığını söylerken onu anlamamak ve ona imrenmemek elde değil çünkü Sancho'nun valilikten, iktidardan vazgeçip koşarak eşeğine sarılmasına benzer bir şekilde Merrifield da hayatı boyunca hayalini kurduğu, sonunda ulaştığı kent yaşamı ve entelektüel camianın rekabet, kibir ve hırsla örülü kaotikliğinden bunalarak, huzuru bir eşeğin sadelik ve sükunetle örülü yoldaşlığında, köyde, patikalarda buluyor. Bu sonuç en azından "bir eşeğin sırtına binip kaçmak isteyenlerin" anlayacağı bir durum gibi gözüküyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.