Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Terörize cinsellik



Toplam oy: 1061
Brendan Kiely
Editura
Üşüyen Ruhlar, tacize uğrayan ve bunu arkadaşlarına, ailelerine söyleme cesareti gösteren çocukların sesine ses eklemek için yazılmış bir roman.

Çocuklara yönelik cinsel istismar, en sık yaşanan ama en çok üzeri örtülen toplumsal sorunlardan biri olarak öne çıkıyor. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hemen her yerinde, insan denen yaratığın bulunduğu her alanda yaşanabilen bu korkunç travmanın izleri ise, çocuklukla birlikte ne yazık ki bitmiyor. Bir ömür kişinin peşinden gelen ve hayatının bütün aksamlarını doğrudan etkileyen bu tip yaşantıların dile getirilmesindeki zorluk ise, olayı daha da travmatik hale getiriyor. Amerikalı yazar Brendan Kiely, Üşüyen Ruhlar’ı yazarken işte bu “dile getirilememe” durumunu tersine çevirmek, sesini çıkarabilen cesur yüreklere destek olmak için yola çıkmış. Boston’da bir Katolik Kilisesi'nde yaşanan ve bir süre sonra “seri tacizler” halini alan olayları dile getiren yazar, bunu yaşayan çocukların seslerini yükseltmelerini istiyor.

 

Kitabın kahramanı 16 yaşındaki Aidan Donovan, zengin ama dağılmış bir ailenin oğlu. Mutsuz, depresif, her şeyi sorgulayan ve zeki bir çocuk olan Aidan’ın babası, başka bir kadın için annesini terk ediyor. Annesi ise verdiği gösterişli partilerle var olmaya çalışan, ilgiye muhtaç bir kadın. Oğlunu çok sevse de onunla yeteri kadar ilgilendiği söylenemez. Ailesinden göremediği ilgiyi iki kişide bulmaya çalışır Aidan: Biri evlerinde çalışan ve onu büyüten Elena, diğeri ise yaşadıkları yerde saygınlığıyla ün yapmış Peder Greg.

 

Peder Greg’le ilişkileri ilk başlarda Aidan’a iyi gelir. Ya da o öyle sanmaktadır… Çünkü ona güvenir, eksik sevgisini onunla tamamladığına inanır ve onu aslında hiçbir zaman ilgisini çekmeyi başaramadığı babasının yerine koyar. Tıpkı Elena’yı annesinin yerine koyduğu gibi… Ancak zamanla Peder’le ilişkilerinin son derece hastalıklı olduğunu ve kendisine rahatsızlık hissi verdiğini fark eder. Bir gün, kendi yaşadıklarını arkadaşı James’in de yaşadığını tesadüfen öğrendiğinde ise dünyası başına yıkılır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Büyük bir depresyona giren, kendisinden ve Peder Greg’den nefret etmeye başlayan Aidan, öfkesini kimseyle paylaşamadığı için iç dünyasında boğulur. Zaten bağımlısı olduğu amfetaminlere daha fazla sığınmaya başlar. Arkadaşları Sophie, Mark ve zamanla aralarında bir yakınlaşma olan Josie ile acısını hafifletmeye çalışsa da, bunu pek başaramaz. Josie’yle sağlıklı bir ilişki kuramaz, James’in ve kendi yaşadıklarını ise hafızasından bir türlü silemez. Üstelik tek suçlu ona bu iğrenç duyguyu yaşatan Peder Greg de değildir. Tüm bunlara göz yuman Peder Dooley de, en az Greg kadar suçlu ve olanlardan sorumludur.

 

Bunlar yaşanırken, ülke genelinde bir pedofili skandalı patlar. Üstelik bu skandalın merkezinde kiliseler vardır. Adı geçen kiliseler içinde Aidan’ın gittiği kilisenin adı geçmese de, herkes bunu ima eder. Aidan, hem pederlerden gördüğü baskı hem de yaşadıkları yüzünden korkunç bir süreç yaşamaya başlar. Artık kiliseye gitmediği ve pederlerle görüşmediği halde öfkesini kontrol etmekte güçlük çeker. Yaşadıklarını yok saymak ve uyuşturucuya sığınmak onun için tek çıkar yoldur. Ancak hiç beklenmedik bir anda Mark’ın intihar teşebbüsüyle, kasaba bir kez daha çalkalanır. Aidan, kendisiyle defalarca konuşmak ve açılmak isteyen Mark’a arkasını döndüğü için suçluluk duygusuyla kahrolur. Artık susmanın kimseye faydası yoktur!

 

Terörize edilmiş çocukluk

 

 

Kendisi ve hatta abisi de katolik kültürüyle büyümüş bir yazar Kiely. Bu kültürün genç insanların ışığını söndürdüğüne, umutları tükettiğine inanıyor ve kilisenin acı veren bir yer olduğunu düşünüyor. Çünkü o da kilisede benzer zamanlar geçirmiş ve hatta kitapta anlatılana benzer bir skandal onun zamanında da yaşanmış. Zaten yola çıkış sebebi de bu olay… Buna rağmen Üşüyen Ruhlar’ın tam anlamıyla gerçek bir yaşam öyküsü olmadığını söyleyen yazar, tacize uğrayan ve bunu arkadaşlarına, ailelerine söyleme cesareti gösteren tüm çocukların sesine bir ses de kendisi eklemek istediği için bu romanı yazmış. 

 

Kitabın atlanmaması gereken, en altı çizilesi özelliklerinden biri de, akan asıl hikayenin ardında, 2001’de sadece ABD’yi değil tüm dünyayı allak bullak ederek Amerikan toplumunu terörün gerçek yüzüyle tanıştıran 11 Eylül saldırılarının da kendisine yer bulması. Yaptığı bu yerleştirmeyle, tacizi terörle bir gördüğünü açık seçik beyan eden yazar, yozlaşan Amerikan toplumunun terörle imtihanını göstermeden geçmiyor. 11 Eylül olayları yaşanmış, geriye acıları kalmış… Tek tük terör saldıları ise devam ediyor. Ve henüz üzeri örtülememiş acıların ışığında bir Noel kutlanmakta hikayenin başında. Tıpkı Aidan’ın ve aynı acıları göğüslemek zorunda kalan diğer çocukların terörize edilmiş çocuklukları gibi…

 

Yayın hayatına yeni başlayan genç ve dinamik yayınevi Editura’dan çıkan Üşüyen Ruhlar, hiç sıkmayan ve akıcı diliyle elden düşürülemeyecek kadar güzel bir ilk roman aynı zamanda. Yaşadığı korkunç olayla yüzleşirken aynı zamanda kimliğini bulmaya çalışan bir ergenin hayatına cesur bir gözle bakabilen ve bunu son derece yalın bir dille anlatan Kiely, bundan sonraki romanları için bize göz kırpıyor gibi… Hatta 2016’da yayımlanacak yeni kitabı için de şimdiden heyecanlanabiliriz. İmkansız bir aşkı da anlatan bir yol hikayesi; The Last True Love Story, dilerim okuru yine bu hız ve yoğunlukta yakalamayı başarır. 

 

En büyük dileğim ise, bu kitabın tacize uğrayan tüm çocukların ve ailelerinin ışığı olması. Belki böylece, hiç dinmeyecek bile olsa acılar biraz olsun hafifler, suçlular ayağa kalkar ve -bir ihtimal- adalet yerini bulur.

 


 

* Görsel: Uğur Altun

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.