Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Türkiye'nin üzerinden uçan bir planör



Toplam oy: 1370
Gün Zileli
letişim Yayıncılık
Yarılma, Havariler, Sapak başlıkları altında topladığı, Türkiye'de sol hareketin en etkili olduğu döneme ait anıları, geniş bir okuyucu kitlesi ile buluşan Gün Zileli, bu kez hep uğraşmak istediğini söylediği bir alanda çıkıyor karşımıza.

Gediz, 60’ların İstanbul’unda “Arnavutköy’ün üst taraflarında, çilek tarlalarının içinden geçilen, yukarı taraflardaki küçük, ahşap bir evde” dar gelirli ailesi ile birlikte yaşayan lise öğrencisi bir gençtir. Dayıları zenginleşmiş, teyzeleri ise zengin damatlarla evlenmiştir. Kuzenleri ile ilişkisi de bu sınıfsal farklılık temeli üzerinde yükselir. Bir gün kuzeni Serap’tan, mahallenin en zenginlerinden İpar’ların yalısında, bir “garden party” verileceğini öğrenir; Serap kendisine eşlik etmesini ister. Böyle bir davete uygun bir giysisi bile yoktur, ne giyeceğini bilemez. O gece partide tanışacağı gençlerden edebiyat eleştirileri yazan Suat, kendisini ilkokuldan terk olarak tanıtan aykırı ve aykırılığı ile Gediz’i cezbeden Atok ve kısaca Rü olarak çağırılan zengin ve güzel Rümeysa, Gediz’in geleceğinin şekillenmesinde belirleyici öneme sahip olacaklardır.

 

O yıllar, lise mezunlarının da yedek subay olabildikleri yıllardır. Gediz üniversiteye gitmek yerine askerliği tercih eder. O askerde iken babası ölür. Dönüşünde bir gazetenin reklam servisinde işe başlar. İki sene sonra o parti gecesinde tanışıp arkadaş olduğu Atok ile yeniden karşılaşınca köprünün altından çok sular aktığını anlayacaktır. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de gençlik, kitlesel biçimde siyasallaşmaktadır. İlk Türkiye İşçi Partisi kurulmuş, üniversitelerde örgütlenmeler, protestolar başlamıştır. Suat da değişenlerden birisidir; ilk tanıştıkları dönem için “burjuva eleştirmenliği” tespiti ile öz eleştiri yapmakta, “tam bir sınıfsal kopuş” yaşadığını belirtmektedir. İpar yalısından bu yana bu genç insanların sadece kafalarının değil, giyim kuşamlarının da değiştiğini gözlemleyecektir. Onlarla ilişkisi sayesinde Behice Boran’ın katıldığı bir toplantıya, Ruhi Su’nun bir konserine gidecek, bir sonraki aşamada da TİP’e üye olmaya karar verecektir. Parti içindeki ilişkilerinin yönlendirmesi ile kendi mahallesindeki TKP hücresi ile ilişkiye geçecektir.

 

Atok ise farklı bir hayat yaşamaktadır. Macera arzusu onu lejyonerliğe sürüklemiş, birkaç yıllık maceradan sonra tekrar yurda dönmüş, bu kez alkolün pençesine düşmüştür. Ailesi ile arası bozulmuş, sokaklarda yaşamaya başlamıştır. Öte yandan TİP ile devrimci gençlik hareketleri arasında mesafe açılmakta, farklı örgütlenmelerin tohumları atılmaktadır. Türkiye doludizgin önce 12 Mart’a, sonra da 12 Eylül’e doğru yol alacaktır; Gediz’in kişisel macerası içerisine sürüklendiği siyasi süreç tarafından belirlenecektir.

 

Genç romancı: Gün Zileli

 

Özellikle Yarılma, Havariler, Sapak başlıkları altında topladığı, Türkiye’de sol hareketin en etkili olduğu döneme ait anıları geniş bir okuyucu kitlesi ile buluşan Gün Zileli, bu kez hep uğraşmak istediğini söylediği bir alanda çıkıyor karşımıza. “Genç romancı” nitelemesinin ileri yaşlarda romanla uğraşmaya başlayanlara, yaşları genç olan romancılardan daha çok yakıştığını düşünürüm. Onların uğraşısı, azmi ve roman sevgisi gençliklerini hiç kaybetmediklerinin kanıtıdır.

 

 

Mevsimler, adeta 60’lardan başlayıp 80’lere kadar Türkiye’nin üzerinden uçan bir planör. Seçilen anlatı tekniği, kapsadığı dönem, karakterler hesaba katıldığında bir parça seri bir anlatı olmuş diyebiliriz. Roman zamanının genişliği ve bölümler arasında zamanda yapılan zıplamalar bazen karakteri dondurup, sonra yeniden çözdürerek canlandırıyormuş izlenimi verebiliyor.

 

Türkiye tarihinde 60’lara ve 70’lere damgasını vuran en önemli olgulardan birisi olan sol ve sosyalist hareketin yükselişinde iz bırakan, başta öğrenci kesimi olmak üzere gençlik ya da dönemin jargonunu kullanırsak “küçük burjuvazi” olmuştur. Bu da Türkiye’ye özgü değildir. 68, esas itibarı ile bu nitelikte bir kalkışmadır; ekonomik, sosyolojik açıdan Türkiye’ye çok benzeyen ülkelerde, örneğin dünyanın öteki ucundaki Şili’de, aynı dönemde mevcut hareketlerle yapılacak bir karşılaştırmanın sonuçları şaşırtıcı derecede benzer olacaktır. Yani tarihin büyük dalgalarının belirlediği süreçlerdir bunlar. Nitekim bu yüzden de 12 Eylül darbesi sonucunda solun kütlesel gövdesi kolayca dağılıvermiş, şu veya bu nedenle çoktan seçmelide tercih haklarını devrimcilikten yana kullananlar, yeniden seçeneklerine geri dönüp kolayca makas değiştirebilmişlerdir. Kısa bir süre sonra çoğunluğunun yaşamında bir zamanlar devrimci olduklarına dair hiç bir iz kalmamış, ekonominin, yeni düzenin istikbal vaat eden mevkilerine konuşlanmışlar; bu olanağı olmayanlar ise sürecin gerçek kurbanları olmuşlardır.

 

Zileli de doğal olarak bu kesimi merkeze alıyor. Kimi zaman işçi gölgeleri belirse de hikayenin merkezinde değişik saiklerle harekete katılan, iyi kötü önlerinde geleceklerine yönelik farklı seçimler yapabilme olanağı bulunan toplumun küçük bir kesimi bulunuyor. Kahramanımız Gediz’in harekete neden katıldığını kendisine sorma olanağımız olsa bile doğru dürüst bir yanıt alamayacağımızı, belki  kendisinin de bunu bilmediğini tahmin edebiliyoruz. Gediz pek tutkulu bir genç değil, adeta bir akıntıda sürükleniyor. Böyle bir karakter söz gelişi çok net ve tutkulu bir devrimciden daha derindir ve edebi olarak da yazara çok daha geniş olanaklar sunar. Zileli karakteri doğurmayı başarmakla birlikte onun karmaşıklığını, sıkıntısını, içsel çelişkilerini, varoluş tınısını bize yeterlice aktarmak konusunda sanki biraz eksik kalıyor. Bu yüzden de Gediz’in romanın sonundaki eylemine inanmakta güçlük çekebiliyoruz.

 

Bir ilk roman olmasına rağmen Mevsimler sağlam kurulmuş, belgesel niteliği de olan iyi bir dönem romanı. Rahatça okunuyor, sarkmıyor, gereksiz edebi süslemelere yüz vermiyor, internette herkesin birbirine yollayacağı cümleler “yumurtlamak” için kasılmıyor. Bu teknikte önemli bir sorun olan, hikayeyi serimlerken betimleme ve açıklamalarda ölçüyü tutturma düzeyi ve diyaloglar gayet başarılı. Başka bir açıdan ise romanın önemli isimleri arasında hiç olumlu bir tip olmaması bilinçli bir tercih midir; yazarımızın anarşizme çıkan bireysel macerası, sosyalist bir döneme bakarken bilinçli ya da bilinçsiz ne kadar etkili olmuştur, gibi sorular üretilebilir. Karakter derinliği konusu ise romanımızın genel sorunu olup, belki de asıl problem bizim derin olmamamızdır.

 

 

 


 

 

 

* Görsel: Ali Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.